Kriter > Siyaset |

Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya'da Türkiye'deki Kadar Etkili


Almanya’nın savaş sonrası yaşadığı travmaların en büyüğü hangisidir?" sorusuna çokları, “ülkenin doğu-batı olarak iki devlete ayrılması ve bu ikisi arasında süregiden düşmanlık” cevabını verecektir. Bu önerme her ne kadar doğru olsa da atlatılmış bir travma olarak karşımızda durur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya'da Türkiye'deki Kadar Etkili

Almanya’nın savaş sonrası yaşadığı travmaların en büyüğü hangisidir?" sorusuna çokları, “ülkenin doğu-batı olarak iki devlete ayrılması ve bu ikisi arasında süregiden düşmanlık” cevabını verecektir. Bu önerme her ne kadar doğru olsa da atlatılmış bir travma olarak karşımızda durur. Oysa Almanya’nın halen atlatamadığı en aktüel travma ülkede sayıları 3 milyon civarında olan Türkiye kökenlileri asimile edememenin yarattığı büyük sarsıntıdır.

Kısa, orta ve uzun vadeli plan yapımı ve uygulamasında dünyanın en önde gelen devletlerinden birisi olduklarını iddia eden Almanların ülkelerinde yaşayan Türklerle ilgili planları öyle sanıyoruz ki günümüzde arz eden manzaranın çok uzağında bir gelişmeyi gerektiriyordu. Vatandaşlarımızın kültürel asimilasyonunun çoktan tamamlanması ve kendilerinde Türklük namına bir isimden daha fazlasının kalmaması gerekmekteydi. Bahsettiğimiz karakterin “ideal” örneği Cem Özdemir olsa gerek.

Bu iddiamızı destekleyecek en önemli delil Almanya’nın bir süredir giderek artan bir agresiflikle sürdürdüğü asimilasyon politikaları olacaktır. Yetişen her jenerasyon Almanya’da yaşayan Türklerin kültürel olarak asimile olmayacaklarını ortaya koyuyor. Bu hengamda Alman devleti ise asimilasyon politikalarının dozunu gün geçtikçe sertleştiriyor.

15 Temmuz ihanetinden sadece iki hafta sonra 31 Temmuz Pazar günü Köln’de düzenlenen “Darbelere Hayır Demokrasiye Evet” mitingine telefonla bağlanarak konuşma yapması söz konusu olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması Alman makamlarınca engellenmişti. Darbe gerçekleşmediği için neredeyse yas tutan Almanların Erdoğan’a yönelttiği eleştiri ise anlaşılabilir cinsten değildi: “Türkiye’nin iç siyasetini Almanya’ya taşıyor. Erdoğan’ın Köln’de bir mitingde konuşması kabul edilemez!” Bu saçma argümana karşı Alman kamuoyunda hiçbir aklıselim ses çıkıp da, “15 Temmuz gibi büyük bir şoku yaşamış ve kendi sorunlarıyla uğraşan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın Almanya’ya siyaset ihraç edecek hali mi var?” demedi. Zaten darbe girişimi sonrası dönem Alman medya organlarının Türkiye’deki “demokrasi nöbeti” sürecini kamuoyuna laiklik karşıtı gösteriler olarak lanse ettiği, belki darbeyi övmeyen ama darbe karşıtlığını yeren bir dilin hüküm sürdüğü bir dönemdi.

Erdoğan Gurbetçinin De Yüzünü Güldürdü

Almanya’da Türkiye karşıtlığının zirveye ulaşmasının en önemli sebebi hiç şüphe yok ki AK Parti iktidarı ile birlikte bu ülkede yaşayan gurbetçilerimizin kültürel özgüvenlerinin günbegün yükselmesi ve Alman politikalarının hilafına her geçen gün kültürel olarak asimile edilebilirlikten uzaklaşmaları. Erdoğan sonrası dönüşen Türkiye sadece kendi içindeki altyapı atılımlarını hayata geçirmekle kalmadı aynı zamanda yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın vatandaşlık gereksinimlerini karşılama noktasında da radikal adımlar attı. Konsolosluk kapılarında çile çeken ve burada gördüğü muamele dolayısıyla devleti ile arası pek de hoş olmayan nice gurbetçi Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde verilen “birinci sınıf muamele” talimatı sonrası yeniden devletiyle gurur duydu, gurbette sahiplenildiğini hissetti.

Diğer taraftan gurbetçi vatandaşlarımızın Türkiye ile ilişkilerinin sadece gördükleri muameleye bağlı olmadığı ve gurur duyabildikleri güçlü bir ülkeye sahip olmaları oranında bağlılıklarını artırdıkları gerçeğine de dikkat çekmekte fayda var. Bu ilişkiyi bina eden Erdoğan ile gurbetçilerimiz arasında nasıl bir bağ olduğu gurbetçi vatandaşlarımız tarafından düzenlenen salon toplantılarında herkes tarafından açıkça görüldü. Bir işaretiyle darbeye karşı çok önemli bir kitleyi mobilize eden ve gecelerce demokrasi nöbetlerinde toplayabilen Erdoğan Avrupa’daki vatandaşlarımız üzerinde de büyük bir mobilize edici güce sahiptir!

Cumhurbaşkanı ile gurbetçisi arasında böylesi bir bağ bulunan Türkiye’nin gurbetçi vatandaşlarımıza yönelik tasarrufları Almanya’da rahatsızlığa sebep oluyor. Başbakanlığa bağlı Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Vakfı gibi kurumların bu ülkede yürüttükleri kamu diplomasisi faaliyetlerinin Almanya’da rahatsızlık yarattığı bizzat Merkel tarafından da dile getirilmişti. Başbakan Binali Yıldırım’ın 18 Şubat 2017 tarihinde Almanya’nın Oberhausen kentinde yaptığı konuşma söz konusu rahatsızlığın önümüzdeki günlerde daha da artacağını bizlere gösterdi. Yıldırım Türkiye’deki üniversitelerde diaspora araştırmaları merkezleri kurulacağını ve bu çalışmalara ağırlık verileceğini ifade etti.

Erdoğan-Gurbetçi İlişkisinin Kurumlara İhtiyacı Yok

Mülteci krizi sonrası Türkiye’ye karşı geliştirilen negatif söylem darbe ile birlikte yükseliş gösterdi ve Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) krizi ile birlikte tavan yaptı. Almanya kamuoyu şu günlerde Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak bu ülkede faaliyet gösteren DİTİB’in itibarsızlaştırılması propagandası ile meşgul. DİTİB’e bağlı olarak hizmet sürdüren imamların evleri basılıyor, ajanlık suçlamasıyla bilgisayarlarına el konuyor ve Yeşiller gibi Türklerin oylarına doğal olarak talip bir parti DİTİB kovuşturmasının bayraktarlığını yürütüyor vs.

DİTİB’e yöneltilen suçlama ise “Erdoğan’ın Almanya’daki organı” olduğu iddiası. Bu asılsız iddianın saçmalığı elbette gün gibi ortada. Ancak DİTİB’e karşı yürütülen savaşın zaten mantıklı bir temeli yok. Bu savaşın en önemli sebebi ise Almanya’nın Türkiye’yi analiz etme kabiliyetini her geçen gün yitirmesi.

Almanya DİTİB’i felce uğratarak Erdoğan’ın Almanya’dan elini kesebileceğini ve gurbetçiler üzerindeki mobilize ediciliğini zaafa uğratacağını hesap etmekte. DİTİB’in Erdoğan’ın gurbetçileri mobilize etmekte kullandığı bir kurum olarak analiz edilmesi Almanya’nın Türkiye’ye karşı geliştirdiği ezberci tutumun bir neticesi. Alman makamları Türkiye’yi Batı üzerinden okuyan Can Dündar benzeri suflörleri dinlediği sürece benzer hataları sürdürecek.

Alman devleti DİTİB’i Almanya’daki Türklerin varlığı ve etkinliği açısından çok temel bir yere koyuyor ve bu kabulden hareketle DİTİB’in zaafa uğramasıyla Erdoğan’ın da etkisini yitireceği yorumunu yapıyor. Bununla birlikte gurbetçilerimiz ile DİTİB arasındaki ilişki son derece araçsal bir karakter arz ediyor. Almanya çapında bulunan 960 cami ve dernek ile bir milyondan fazla vatandaşa hizmet veren DİTİB vatandaşlarımız açısından ibadethane ihtiyaçlarını karşıladıkları, lokallerinde Spor Toto Süper Lig maçlarını izledikleri, bakkallarında alışveriş yaptıkları ve çay ocaklarının bir köşesinde bulunan berberlerde tıraş oldukları bir kurum. Bünyesinde bulunan cenaze fonuna ise sadece Müslümanlar değil Almanya’da yaşayan Türkiyeli Ermeniler dahi üye oluyor. Öte yandan cumadan cumaya, ramazandan ramazana, bayramdan bayrama bu camilere giden vatandaşlarımız burada Türkiye’deki camilerimizdekinden farklı bir ortam ile karşılaşmıyor. Hülasa etmek gerekirse DİTİB Alman medyasında iddia edildiğinin aksine Erdoğan’ın mesajlarını dinleyen vatandaşların politize oldukları bir merkez karakterini arz etmiyor. Dolayısıyla DİTİB üzerinde yaratılan baskının vatandaşlarımızın gündelik hayatına indirilen bir darbeden başka bir anlamı yok.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mobilize ediciliği DİTİB’in çok ötesinde bir yere tekabül etmekte. Esasen Erdoğan’ın gurbetçilerimiz üzerindeki etkisi Türkiye’deki etkisinden farklı bir temele dayanmıyor. Almanya’nın suflörlüğüne güvendiği kitleler Erdoğan ile Türk halkı arasındaki ilişkiyi makarna-kömüre bağlayadursun, şahsi karizmasında Türk halkının kendisini gördüğü Erdoğan gurbetçi vatandaşlarımız açısından dik duran, eğilmeyen ve özlemini duydukları Türkiye’nin mücessem hali olarak büyük bir etkiye sahip. Bu önermemizi başka türlü formüle edecek olursak Erdoğan gurbetçilerimizi Berlin, Köln ve Münih’te de aynı İstanbul ve Ankara’da olduğu gibi demokrasi nöbetlerine çağıracak büyük bir etkiye sahip ve bunun için ne DİTİB’e ne de konsolosluğa ihtiyacı var. Erdoğan’ın yapması gereken tek şey ülkelerinin öylesi bir gösteriye ihtiyacı olduğu işaretini bu vatandaşlara göstermesi.

İşte “diktatör Erdoğan” söylemi tam olarak buradan doğuyor zira her toplum olayları kendi tecrübeleriyle yargılıyor. Türk halkını 15 Temmuz’da olduğu gibi bir araya toplamak gücüne sahip Erdoğan Almanya açısından kabul edilebilir bir figür değildir. Bu rahatsızlık Erdoğan siyasetine karşı hamleler ortaya koymaya gayret eden Almanya’nın Türkiye’yi anlayamaması neticesinde her geçen gün yeni hatalar yapmasını neticelendiriyor.

Seferberlik Şimdilik Sadece Türkiye’de

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süre önce ilan ettiği milli seferberlik Bab’da devam eden operasyon etrafında Türk halkını birleştirdiği gibi Türk ekonomisine karşı girişilen suikastlara karşı da müteyakkız hale getirdi. Bununla birlikte FETÖ’cülere sahip çıkan ve Türkiye’ye karşı düşmanlığını artık gizleme ihtiyacı hissetmeden ortaya koyan Avrupa ülkelerindeki vatandaşlarımıza yönelik böyle bir seferberlik çağrısı yapılmış değil. Diplomasinin kaideleri kör topal da olsa işletiliyor.

Türk diasporası ülkelerine karşı aleni düşmanlık yapan devletlere karşı henüz mobilize edilmiş durumda değil. Bununla birlikte hin-i hacette bunu yapabilecek güçte bir Türkiye var. Zira vatandaşlarını şimdiye kadar hiç kimsenin birleştiremediği kadar ülküsü etrafında birleştirmeyi başarmış bir Erdoğan var. Almanya bu mobilizasyon gücünden endişe ediyor ancak unutulmaması gereken bir şey var: Erdoğan diplomasinin kurallarını Almanların sandığının aksine çok iyi biliyor ve onları işletiyor. Keşke Almanya da Türkiye’ye karşı diplomatik hassasiyete sahip olsa ve bunları hiç düşünmek zorunda kalmasak…


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası