Siyaset yalnızca seçim süreçleriyle ilişkili bir alan değildir, aksine toplumun farklı konulardaki taleplerine karşılık vermeye çalışmak ve her bir toplumsal kesimin sorunlarını çözme çabasıdır. Dolayısıyla siyaset toplumun her bir parçasına yönelik politikalar üretmeye çalışır. Türkiye’de hızlı gündem değişimleri ve hem küresel hem bölgesel meselelerin yoğunluğu bazı konularda yürütülen çalışmaların çıktılarını görmeyi zorlaştırmaktadır. Buna karşın bazı alanlardaki büyük değişimler, daha fazla ilgiyi hak etmektedir. Türkiye’de engelli politikaları da bunlardan biridir. Son yirmi yılda Türkiye’de engelli politikalarında hem paradigmatik bir değişim yaşanmış hem de yeni paradigmanın politikaya dönüşümü izlenmiştir.
Engellilik; sosyal, kültürel, tıbbi, siyasi boyutları olan ve bu nedenle çok boyutlu incelenmesi gerekli bir olgudur. Dolayısıyla çok farklı başlıklarda üretilen politikalar, doğrudan bu başlığın konusu halini almaktadır. Engelliliğe yönelik geniş zeminli politika üretimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yoğunlaşmıştır. İlk aşamada engelliliğin tıbbi bir temelde ele alındığı ve bir tür sağlık problemi olarak tanımlandığı bir dönem yaşanmıştır. Bu yaklaşımda temel amaç “sakat”lık kavramı etrafında bir tür iyileştirmedir.
İlerleyen süreçte bu yaklaşımın tek boyutluluğuna yönelik eleştirilerle tıbbi temelin bireysel odağını eleştiren toplumsal model gelişmiştir. Yani, bireyi dışlayan ve sınıflayan yaklaşım yerine bütünleştiren ve sosyal hayata dahil etmeye çalışan bir yaklaşım öne çıkmıştır. Son dönemlerde ise engelliliğin toplumsal kökenli sorunlarının yanında bireyin bağımsızlığına vurgu yapan hak temelli yaklaşımlar gelişmiştir. İfade edilen üç yaklaşım kimi zaman tarihsel bir süreç içerisinde evrilerek gelişmiş kimi zaman ise herhangi bir ülkenin kültürel yaklaşımına göre farklı aşamalarda kendini göstermiştir.
Uluslararası Standartlardan Yüksek Yaklaşım
Türkiye açısından bakıldığında ise başlangıç noktasının uluslararası standartlardan oldukça yüksek olduğu iddia edilebilir. Selçuklu ve Osmanlı mirası insani yaklaşım, engellileri dışlayan veya ayrıştıran değil, bütünün parçaları olarak gören bir anlayışa sahiptir. Selçuklu Devleti döneminde kurulan darüşşifalardaki zihinsel ya da ruhsal engellilere yönelik rehabilitasyon çabaları ya da kurulan vakıflar yoluyla yerine getirilen sosyal hizmet çabaları bu kapsamda düşünülebilir. 1500-1700 arasında işitme engellilerin Osmanlı mahkemelerinde istihdamı ise devrin çok ilerisinde bir uygulama olarak not düşülmelidir. Haseki ve Atik Valide hastaneleri ve Süleymaniye Külliyesi Şifahanesi’nde ruhsal problemler yaşayanlar için oluşturulmuş birimler yine dönemin öncü uygulamalarındadır. Ayrıca Hilȃl-i Ahmer, Darüşşafaka, Darülaceze gibi kuruluşlar aracılığıyla engellilere yönelik destek mekanizmaları uygulanmıştır. Osmanlı’nın son döneminde kurulan belediyelere bu minvalde verilen görevler, bimarhanelerdeki düzenlemeler yine bu açıdan öne çıkan hizmetlerdir. Aynı dönemde görme engelliler için Sivas’ta ve Siirt’te vakıfların kurulduğu ve hizmetler sunulduğu belirlenmiştir. 1889’da açılan “Dilsizler Okulu” ve 1902’de açılan “Sağırlar Okulu” örnek uygulamalar olarak ayrıca belirtilmelidir. 1922’de Bursa Askeri Hastanesi’ndeki rehabilitasyon bölümü de zikredilmesi gereken uygulamalardandır.
Cumhuriyet döneminde İş Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Deniz İş Kanunu gibi düzenlemelerde istihdam boyutu ele alınmış, vergi kanunlarında düzenlemeler yapılmış, ilerleyen dönemlerde sosyal hizmetler ve eğitim gibi başlıklarda çeşitli düzenlemelere gidilmiştir. Birleşmiş Milletlerin 1960’larda ve 1970’lerdeki çalışmaları da bu anlamda ülkeler için yol gösterici olmuştur. Özellikle 1975’te yayınlanan “BM Sakat Hakları Bildirgesi”, ardından 1981’in “Uluslararası Engelliler Yılı” olarak kabulü ve 1983’ten başlamak üzere on yıllık engellilere yönelik çalışma dönemi ve 3 Aralık tarihinin her yıl düzenli olarak Engelliler Günü olarak kutlanması, bu dönemdeki önemli gelişmelerdendir.
Engelli Politikalarındaki Kırılmalar
Engelli politikalarındaki en önemli kırılmalar ise 2000’lerde yaşanmıştır. Bu dönemde Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği hak temelli düzenlemeler yaparken, 2000’de yayınlanan “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı” ve “Özürlüler İçin Engelsiz Avrupa Tebliği” ve 2006’da tamamlanan ve 2007’de imzaya açılan “Engelli Bireylerin Hakları Sözleşmesi (EBHS) ve Ek Protokolü” en önemli gelişmelerdendir. Türkiye de öncü ülkelerden biri olarak engelli bireylerin haklarını genişleten, koruyan ve uygulamada varlığını sürdüren bir rota belirlemiştir.
2002’deki “Türkiye Özürlüler Araştırması”, engelli varlığını ve engellilerin sorunları ile taleplerini ortaya koyan önemli bir adım olmuştur. Bu araştırmada, Türkiye’de engelli nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yüzde 12,29 olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla geniş bir toplumsal kesimi ilgilendiren ve sosyal politikalardan eğitime, istihdam politikalarından adalete, sağlık politikalarından maliyeye pek çok alanda düzenleme yapılması gereği ortaya konmuştur. Bu doğrultuda 2005’te kabul edilen 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun; ayrımcılıkla mücadele, toplumsal katılımın sağlanması, erişebilirliğin arttırılması, engellilere eşit hizmet sunumunun sağlanması, bakım ve koruma hizmetlerinin geliştirilmesi gibi temel sosyal meselelere odaklanmaktadır. Bu dönemde “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu”nun 112. maddesinde de engeli nedeniyle bireylere yöneltilen nefret eylem ve söylemleri suç olarak tanımlanmış, böylece öncelikli olarak önleyici mekanizmaların tesisi amaç edinmiştir.
5378 sayılı kanunla doğumdan itibaren engelliliğe neden olabilecek tüm süreçlerin izlenmesi ve erken tanı konulması ve koruyucu hizmetlerin sunumu, engellilere yönelik bakım hizmetlerini, habilitasyon ve rehabilitasyon hizmetlerini düzenlemiştir. Bu kapsamda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığına eğitim programları ve işbaşı eğitimleri için sorumluluklar yüklenmiştir. Ayrıca Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına hem süreçlerin takibi ve denetimi hem de engelliler için yol göstericilik ve rehberlik hizmetleri sorumluluğu getirilmiştir.
İş Kanunu’nda engelli kotası öngörülmüş ve özel sektörde yüzde 3, kamu iş yerlerinde ise yüzde 4 olarak uygulanmıştır. Ayrıca 2011’den itibaren önce Özürlü Memur Seçme Sınavı uygulaması başlatılmış, ardından Engelli Kamu Personel Seçme Sınavına dönüştürülmüştür. Bu dönemde Kurumlar Vergisinde engelli çalıştıran iş yerlerine indirimler tanımlanmış, İşsizlik Kanununda koruyucu hükümler öngörülmüştür.
Sosyal hayata yönelik düzenlemeler yanında 5369 sayılı Evrensel Hizmet Kanununda, hizmetlere yönelik bölge ve yer ayrımı yapılmaksızın, engellilerin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak uygun fiyatlandırma yapılması ve özel ihtiyaca yönelik tedbirlerin alınması hususu güvence altına alınmış, ardından 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununda teknolojik yeniliklerin kullanılmasında engellilere yönelik özel ihtiyaçların göz önünde bulundurulması gibi hükümlerle teknolojik araçlarda dijital uçurumu azaltacak düzenlemeler yapılmıştır.
2008’de, BM Engelli Bireylerin Hakları Sözleşmesi, 5825 sayılı Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile ulusal mevzuata aktarılmıştır. Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ülkelerden biri olarak engellilere yönelik hak temelli yaklaşımı yaygınlaştırmıştır. 5825 Sayılı Kanun engellilere yönelik ayrımcılığın önlenmesi ve eşit hakların sağlanmasına yönelik tedbirleri güçlendirmiştir. Aynı zamanda engellilere yönelik pozitif ayrımcılıklar güvence altına alınmıştır. 2010’da Anayasa’da yapılan düzenleme ile engelliler için getirilecek pozitif ayrımcı uygulamaların eşitlik hükmü kapsamı dışında olduğu 10. maddeye eklenmiştir.
5825 sayılı kanun ile engelli bireylerin diğer bireylerle eşit koşullar altında çalışma hakkına sahip olduğu vurgulanmış ve devletin bu hakkı sağlayabilmesi için; işe alım, işe devam, kariyer gelişimi ve sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları dahil tüm süreçlerde ayrımcılığı önlemesi gerektiği belirtilmiştir. Fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret, tacizin önlenmesi gibi düzenlemeler yapılmıştır. Engelli bireylere yeterli yaşam standartların sağlanması hususu koruma altına alınmıştır.
Güncellenen Mevzuatlar
5825 sayılı kanunla bireyin beden ve ruh bütünlüğünün tüm vatandaşlarla eşit düzeyde sağlanması, tüm sağlık hizmetlerinin engellilere eşit düzeyde ve en yüksek standartlarda sunulmasının zorunluluğu bir kez daha güçlü biçimde yasal güvence altına alınmıştır. Ayrıca engelli vatandaşın bağımsız yaşamını sağlayacak, engel durumuna uygun habilitasyon ve rehabilitasyon hizmetlerinin sunumuna dair ilkeler düzenlenmiştir.
2009’da erişebilirliğin arttırılması için yönetmelik çıkarılmıştır. 2013’te ise erişebilirlik izleme ve denetleme yönetmeliği çıkarılmıştır. Aynı yıl çıkarılan yeni bir kanunla Türkiye’deki yasal mevzuatta geçen sakat, özürlü, çürük gibi ifadeler tek tipleştirilerek engelli ifadesiyle değiştirilmiştir. Yine bu dönemde çıkarılan yönetmelikle sosyal yardımlar, vergi istisna ve muafiyetleri gibi destek uygulamaları için geçerli kriterler ve koşullar kolaylaştırılmış ve sadeleştirilmiştir. 3 Aralık 2014’te Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile BM sözleşmesinin ek protokolü de onaylanmıştır.
Bu dönemden sonra da mevzuatta güncellemeler devam etmiş, 2019’da hazırlıklarına başlanan 2030 Engelsiz Vizyon Belgesi 2021’de tamamlanmıştır. 3 Şubat 2023’te ise Engelli Hakları Ulusal Eylem Planı 2023-2025 yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda 8 politika alanı üzerine inşa edilen 8 amaç, 31 hedef ve 107 eylem alanı belirlenmiştir. Son yirmi yılda yapılan düzenlemeler doğrultusunda “engelli bireylerin temel hak ve özgürlüklerden faydalanmasını teşvik ve temin ederek, doğuştan sahip oldukları onura saygıyı güçlendirerek toplumsal hayata diğer bireylerle eşit koşullarda tam ve etkin katılımlarının sağlanması ve engelliliği önleyici tedbirlerin alınması” ulusal politika olarak benimsenmiştir.
Görüldüğü üzere pek çok farklı politika alanında engellilere yönelik düzenlemeler gerçekleştirilerek engellilerin eşit koşullarda toplumsal hayata tam ve etkin katılımı amaç edinilmiştir. Bu süreçte tıbbi temelli anlayıştan, sosyal temelli bir yaklaşıma ardından ise hak temelli bir sürece yoğunlaşılmıştır. Türkiye, geldiği noktada engellilere yönelik hakları mevzuat bağlamında önemli bir noktaya taşımıştır. Bu süreçte toplumsal değişimler de yaşanmış ve engellilere yönelik uygulamalarda da iyileşmeler gerçekleşmiştir. Öte yandan değişen yaşam koşullarında her dönem iyileştirmeler ve gelişimler mümkündür. Bu kapsamda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı başta olmak üzere, hakların korunması açısından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Kamu Denetçiliği Kurumu önemli kurumsal paydaşlar olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla bu alandaki çalışmaların aksamadan devamlılığı toplumsal bütünleşme ve hakların korunması açısından son derece önemlidir. Türkiye bu alandaki çabalarıyla önemli bir başarı göstermiştir. Tarihten gelen zihni mirasla Türkiye’nin engelli politikalarındaki küresel rolü izlenen ve taklit edilen bir noktaya evrilmelidir. Engelli Hakları Ulusal Eylem Planı ve 2030 Engelsiz Vizyon Belgesi başta olmak üzere gerçekleştirilecek düzenlemelerle uygulamaların iyileştirilmesine, toplumsal dönüşümü destekleyici çabalara devam edilmesi bu açıdan oldukça kıymetlidir.