Türkiye’nin yurt dışında başını ağrıtan iki ana grup bulunuyor. Bunlar Türkiye aleyhinde kara propaganda yapma, algı oyunlarına başvurma, Türk dış politikasını zedeleme ve etki alanını daraltmaya çalışma, yabancı devletleri Türkiye üzerinde baskı kurmaya davet etme gibi hasmane girişimlerle sık sık Türkiye’nin gündemine geliyor.
Bu gruplardan birincisi Ermeni diasporası. ABD, Arjantin ve Fransa gibi ülkelerde etkin olan Ermeni diasporasının ana gündem maddesi 1915 olaylarını dünya genelinde soykırım olarak kabul ettirmek. Bunun yanı sıra terör örgütü PKK ile irtibatlı aşırı sol ve marjinal gruplar da -daha düşük seviyeli de olsa- Türkiye’ye karşı lobi faaliyetleri yürütüyor. Bu grupların Almanya başta olmak üzere Kıta Avrupası’nda yuvalandığı, son dönemde ise Suriye özelinde ABD ile YPG arasında kurulan diyalog nedeniyle ABD’de de etkili olmaya çalıştıkları görülüyor.
Türkiye karşıtı bu cepheye dış politikada yaşanan sorularla ilintili olarak dönemsel katılımlar da oluyor. Örneğin İsrail’le yaşanan ancak artık geride kalmaya başlayan kriz sırasında ABD’deki Musevi lobisi Türkiye aleyhine çalışmalarla ön plana çıkmaya başlamıştı. Ancak İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi sonucunda bu grupla yeniden olumlu iletişime geçildiğini vurgulamak gerekiyor.
FETÖ Lobisi İşbaşında
17-25 Aralık’ta başlayan süreçle birlikte Ermeni diasporası ve PKK’ya yakın marjinal gruplardan oluşan Türkiye karşıtı cepheye Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) de katıldı. FETÖ’nün bu cepheye aidiyetinin kısa vadeli olmayacağını, örgütün Türkiye düşmanlarıyla uzun soluklu bir yolculuğa çıktığını vurgulayalım.
Yurt içinde FETÖ ile mücadelede başarı sağlansa bile örgütün yurt dışındaki yapılanması etkisizleştirilmeden nihai hedefe ulaşılamayacaktır. Bu yüzden FETÖ’nün yurt dışı yapılanmasıyla mücadele ile ilgili kapsamlı bir strateji hazırlanmalıdır.
Bunun için öncelikle FETÖ’nün yurt dışı ağının fotoğrafını çekmek gerekmektedir. Örgüt birçok bölgede ve ülkedeki faaliyetlerine açtığı okullar ve üniversiteler vasıtasıyla başlamıştır. FETÖ’nün sadece ABD’de 140 civarında sözleşmeli okul yönettiği biliniyor. Örgüt “kaliteli eğitim” imajıyla söz konusu ülkelerin yönetici elitlerine ulaşmaya çalışıyor. FETÖ okullar üzerinden girdiği ülkelerde daha sonra ticaret, medya, sivil toplum ve lobi çalışmalarını geliştirmiştir. Örgütün Kıta Avrupası, ABD, Kanada, Afrika kıtası ve Orta Asya’da eğitim, ticaret, lobi çalışmaları ve çeşitli dillerde çıkan gazeteleri bulunmaktadır.
Örgüt bu ağı oluşturmak için merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Başbakan Süleyman Demirel ile başlayan ve 2010’lara kadar gelen süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin iyi niyetli desteğini bir kaldıraç olarak kullanmıştır. Başlangıçta Anadolu insanının iyi niyetli bağışları da örgütün finansal altyapısını oluşturmuştur. FETÖ daha sonra finansal yapısını kurumsallaştırmış, banka ve iş adamları örgütü gibi yapılanmalarla yurt dışında ciddi bir ekonomik güç haline gelmiştir. Bu ekonomik gücü siyasete nüfuz için kullanmış özellikle ABD’de siyasetçilere bağış yaparak ülke yönetimiyle diyalog geliştirmiştir. Bu bağlamda demokratların başkan adayı Hillary Clinton’a yapılan bağışları hatırlamak gerekir. ABD’li senatörlere Türkiye seyahatleri düzenlenmesi, yine ABD’deki yargı camiası üyelerinin FETÖ dernekleri üzerinden Türkiye’ye getirilmesi üçüncü ülkelerde FETÖ’nün etki alanını genişletmek için başvurduğu yöntemlerden birisidir. Örgüt benzeri çalışmaları etkili olduğu diğer başkentlerde özellikle de Brüksel’de hayata geçirmiştir.
Türkiye Karşıtı Propaganda
FETÖ’nün yurt dışında tesis ettiği yapılanma Türkiye’ye karşı bir tehdit unsuruna dönüşmüş durumdadır. Ülke içindeki yapılanması deşifre edildikten sonra Türkiye ile aidiyet bağını koparmış ve tüm varlığını Türkiye’ye zarar vermeye adamıştır. ABD Temsilciler Meclisi’nde 15 Temmuz’la ilgili yapılan oturumda Türkiye’nin tezlerini dile getirecek konuklardan daha çok örgüt ile bağlantılı isimlerin davet edilmesi FETÖ lobisinin etkisini göstermektedir. FETÖ’nün Türkiye’ye vermeye çalıştığı zararın tipik örneklerinden biri de Almanya’daki Yeşiller Partisi ile kurduğu diyalogdur. Yeşiller Partisi son dönemde sık sık MİT’in Almanya’da yaptığı faaliyetleri gündeme getirmekte ve abartılı rakamlarla yoğun bir faaliyet yapıldığı tartışmasını açmaya çalışmaktadır. FETÖ’nün Türkiye karşıtı propaganda makinası Brüksel’de de kendisini göstermekte, örgüt AB’nin Türkiye’ye insan hakları kisvesiyle baskı yapması için elinden gelen çabayı göstermektedir.
Bu kapsamda FETÖ savcı ve yargıçlarının ürünü yargılamalar sırasında yapılan dinlemeler, kişilerle ilgili toplanan doğruluğu tartışmalı belge ve bilgiler yurt dışına kaçırılmış, oradaki ülkelerde Türkiye aleyhine davalara dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Diğer bir konu FETÖ mensuplarının özellikle yabancı basın ve sosyal medyada Türkiye karşıtı karalama kampanyasına girişmesidir. Twitter’da açılan @dontgoturkey isimli hesap burada örnek olarak verilebilir. Bu hesaptan Türkiye aleyhtarı kara propaganda malzemeleri paylaşılmakta ve yabancılardan Türkiye’ye gitmemeleri istenmektedir. FETÖ, Türkiye karşıtı propaganda faaliyetlerinde kendisine bağlı gazeteci, akademisyen ve öğrencileri yoğun bir şekilde kullanmaktadır.
FETÖ Gerçeği Dünyaya Anlatılmalı
Peki FETÖ’nün dış yapılanması ile mücadelede adli ve idari önlemlerin dışında hangi adımlar atılabilir? Bunun için Türklerin yurt dışında yoğun olarak yaşadığı Kıta Avrupası, Balkanlar gibi bölgeler ile Türk nüfus yoğunluğunun düşük olduğu bölgeler için farklı stratejiler izlemek gerekmektedir. FETÖ’nün Türk vatandaşlarının yoğun olduğu yerlerde güçlü olmadığı değerlendirmesi yapılmaktadır. Özellikle Kıta Avrupası’nda yaşayan Türk nüfus yoğunluğu, o bölgede FETÖ ile mücadeleyi kolaylaştıran unsurlardan biridir. Ancak ABD, Kanada gibi ülkeler ile Afrika gibi bölgelerde Türk nüfusunun yoğun olmaması FETÖ’ye üzerinde rahat hareket edebileceği bir saha açmaktadır.
Türk nüfusun yoğun olduğu bölgelerde öncelik Türk vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamaya verilmelidir. FETÖ yurt dışında eğitim, medya sektörü ve ticaret gibi Türk vatandaşlarının ihtiyaç duyduğu alanlarda faaliyet yürütmektedir. Bu ülkelerde özellikle eğitim alanında doğacak boşluğu -benzeri ve daha kaliteli faaliyetlerle- dolduracak çalışmaların ivedilikle başlatılması gerekmektedir. Bu kapsamda söz konusu okulları devralmak için kurulan Maarif Vakfı’nın hızla faaliyete geçmesi beklenir.
Devralınan ve yeni açılan okulların yanı sıra Türkiye’deki alt ve orta düzey gelir gruplarından gelen öğrencilerin yurt dışı eğitim ve çalışma faaliyetlerine yönlendirilmesi, öğrenci değişim programlarının teşvik edilmesi, bu öğrencilerin yurt dışında ihtiyaçlarının karşılanacağı kurumsal yapıların oluşturulması öncelikle atılması gereken diğer adımlardır. Ayrıca iş adamları toplulukları, gazete ve televizyonlar, üniversiteler gibi kurum ve kuruluşların dengelenmesini sağlayacak hızlı bir altyapı çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Türk toplumunun yoğun olmadığı bölgelerde atılması gereken ilk adım ise Türkiye ile sıcak ilişki geliştiren Müslüman gruplarla diyalog ve işbirliğini geliştirecek kurumsal mekanizmaların hızlı bir şekilde devreye sokulmasıdır. Buna örnek olarak FETÖ’nün etkili olduğu Kanada’yı gösterebiliriz. Kanada’da toplam Türk nüfusu 43 bin civarındadır. Ancak Müslüman toplulukların sayısı 1 milyona yaklaşmıştır. Bu 35 milyon kişinin yaşadığı bir ülke için ciddi bir rakamdır. Müslümanlar Kanada’da bu sayede milletvekili ve bakan çıkarabilecek duruma gelmiştir. Özellikle Somali, Suriye ve Balkan diasporaları bu ülkede etkilidir. Türkiye’ye müzahir bu gruplarla ilişkilerin kurumsallaştırılması Ankara’nın FETÖ ile ilgili tezlerini anlatma sürecini kolaylaştıracaktır.
FETÖ’nün yurt dışı ayağıyla mücadelede üzerinde ciddiyetle durulması gereken en önemli husus ise elbette iletişimdir. Türkiye’nin yapması gereken FETÖ gerçeğini dünyaya onların anlayabileceği düzey ve kavramlarla anlatabilmektir. Yapılan müşahedeler Türkiye dışındaki Müslüman toplumların Türkiye’nin tezlerini kabullendikleri ve destekledikleri şeklindedir. Ancak Kıta Avrupası ve ABD, FETÖ gerçeğini tam olarak anlayamamaktadır. FETÖ’nün çabuk kabuk değiştirebilen, ikiyüzlü ve kullanışlı yapısı ile dinlerarası diyalog gibi Batı dünyasının satın alabileceği söylemlere başvurması, 15 Temmuz’da silahlı terör örgütü olduğu kesin bir şekilde ortaya çıkan örgütün gerçek yüzünü gizlemesinde yardımcı olmaktadır.