Kriter > Siyaset |

HDP Balonu


HDP başka türlüsünü yapamazdı. Çünkü mahalle aralarına kadar örgütlenmesi planlanmış ve uygulanmış, kendi sözde anayasasını bile yazmış olan KCK üst yapısına bağlı bir örgüttür HDP. Tıpkı PKK gibi. Daha önce kurulup kapatılan 6-7 parti gibi HDP de namluya sürülmüş “yasal” fişeklerden biriydi, patlatıldı gitti. Dışarıda moda dergilerine kadar varan, içeride CHP’de cisimleşen desteği olmasa çoktan sönecek bir balondu. Sönüyor.

HDP Balonu
(Mehmet Sıddık Kaya/AA, 22 Mart 2021)

Türkiye’nin başına 40 yıldır bela edilen terör örgütü PKK’ya silah bıraktırmak için yürütülen çok sayıda çözüm sürecinden sonuncusunun işareti 2012’nin hemen sonunda verilmişti. Kamuoyunun 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk’ün İmralı’ya gitmesiyle farkına vardığı bu yeni sürecin ilanının üzerinden henüz altı gün geçmişti ki 9 Ocak’ta, Fransa’da üç kadın PKK’lının öldürüldüğü haberi, ajanslara bomba gibi düştü. Üstelik kadın militanlardan biri, Öcalan’la birlikte PKK’nın kurucu kadrosu arasında yer alan ve hayatta kalmış az sayıda teröristten biriydi. Bu infazlar derhal Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) üzerine yıkılmaya çalışıldı. Böylece, çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte, onu durdurmak için yürürlüğe konulan komplolar da eş zamanlı olarak başlatılmış oldu.

2009’da denenen süreç (resmi adı Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak açıklandı), Habur sınır kapısında yetkililere teslim olan sekiz PKK’lının, otobüslerin üzerinde şehir şehir dolaştırılarak siyasi şova, daha doğrusu siyasi gövde gösterisine dönüştürülmesiyle akamete uğramış ve PKK’nın o zamanki legal partisi olan DTP’nin kapatılmasıyla sonuçlanmıştı.

2011’de yapılan deneme (basında “Oslo süreci” olarak adlandırılıyordu), önce Oslo’da MİT yetkilileriyle PKK’lılar arasında yapılan görüşme kayıtlarının basına sızdırılmasıyla tökezletildi.

Bu kayıtları Belçika polisi, Roj TV adlı kanala yapılan bir baskında ele geçirmiş ve adli yardımlaşma kapsamında Türkiye’ye göndermişti. Basına sızdırılana kadar bir yıl boyunca bu kayıtların izine rastlanmadı. Ne hikmetse, yayından bir yıl sonra BDP Diyarbakır İl Binası’nda, bir polis baskını sırasında “bulunuverdi”.

Bu süreç de aynı yılın sonunda (28 Aralık 2011) Şırnak Uludere’de, 34 köylünün savaş uçaklarıyla bombalanmasıyla çöktü. Yaklaşık iki ay sonra da bugün “7 Şubat MİT krizi” şeklinde andığımız, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın, KCK davasıyla ilgili olarak savcılık tarafından ifadeye çağırılmasıyla, bambaşka bir boyuta taşındı. Yürütülen süreçler artık pimi çekilmiş bir bombaya dönüşmüştü. Hedef, bu süreçlerden yola çıkarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan idi.

 

FETÖ’ye Rağmen Erdoğan Kararlılığı

Bugün Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) eliyle düzenlendiğini net olarak anladığımız bu engellemelere rağmen, Erdoğan kararlılığından vazgeçmedi ve 2013’te yukarıda sözü edilen son süreci de başlattı. “Gerekirse baldıran zehri içerim”, “sadece elimi değil, bedenimi taşın altına koydum, bu sorunu çözeceğim” sözleri hafızalara kazılıdır.

Son sürecin ilk şartı terör örgütü PKK’nın bütün silahlı unsurlarını sınır dışına çıkarmasıydı. 21 Mart’ta Öcalan’ın “Artık silahın devri kapandı” içerikli mektubu Diyarbakır’da okunduktan sonra, nisan sonunda PKK, militanlarını çıkaracağını duyurdu ve 8 Mayıs’ta ilk çıkışlar başladı. Tam her şey rayına oturuyor derken, iki hafta sonra Gezi ayaklanması patlak verdi. Gündem birdenbire değişmişti. Tabii ki PKK da sınır dışına çekilmeleri durdurduğunu açıkladı.

Esasen terör örgütü PKK çevreleri Gezi eylemlerine çok da ilgi göstermemişlerdi. Yerinde gözlemlemiş biri olarak söyleyebilirim ki Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul örgütüne bağlı az sayıda grup dışında, eylemlere katılım olmadı denebilir. Katılanlara da sekter sol gruplar tarafından tepki gösteriliyor, etraflarında kalabalıklar halinde 10. Yıl Marşı okunuyor, su şişeleri fırlatılıyordu.

Hatta Selahattin Demirtaş “Hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek bir halk hareketini çıkarabilir miyiz, anlayışı vardı. Bu kısmına şiddetle karşı çıktık. Gezi’ye mesafe koyduk” demecini verdikten sonra, Gezi’yi savunan sol çevrelerden ağır eleştirilere maruz kaldı. Eylemlerde Atatürk ile Öcalan posterlerinin yan yana görüntülenmesi münferitti, belki de özellikle kurgulanmıştı.

Bu tutum, aynı yılın sonunda gelen 17-25 Aralık yargı-emniyet darbe sürecinde de devam ettirildi. Gezi’nin bütün bileşenleri yargı darbesine dört elle sarılmış, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kılıçdaroğlu meclis kürsüsünden sürekli yasadışı tapeler okurken, Demirtaş –örgüt elebaşı Öcalan ile aynı doğrultuda- “Bu darbe mekaniğidir. Biz bu darbe ateşine benzin taşımayacağız” açıklaması yapıyordu. Süreç aksamış, tökezlemiş ama bisiklet devrilmemişti, pedal çevriliyordu.

2014’te de irili ufaklı provokasyonlara rağmen (Örn. Lice’de askeri bölgeye girip Türk bayrağını indirmek gibi) süreç ilerledi. Hatta 11 Temmuz'da TBMM'den Cumhurbaşkanı onayına gönderilen çözüm süreci ile ilgili kanun teklifi, 15 Temmuz'da dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun" adıyla Resmi Gazete'de yayınlanarak yasalaştı.

TBMM Genel Kurulu

TBMM Genel Kurulunda, HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından gerilim yaşandı. Kararın ardından salonu terk etmeyen Gergerlioğlu ve HDP’li milletvekilleri ile TBMM idare amirleri arasında tartışma çıktı. (Evrim Aydın/AA, 17 Mart 2021)

 

Dış Göz Faktörü

Burada bir parantez açıp sürecin çöküşündeki önemli faktörlerden birini belirtmek gerekir. 90’lardan beri defalarca çözüm girişimleri olmuş ve her biri akamete uğramıştır. 2013’te açıklanan son sürecin diğerlerinden önemli bir farkı vardır: Çözümün “yerli” yürütülmesine özen gösterilmiştir. Yani sürekli dayatılan “dışarından üçüncü göz” fikrine itibar edilmemiş, yabancı güçlerin sürece dahline izin verilmemiştir. Bu da şimşeklerin çekilmesine sebep olan önemli faktörlerden biridir.

 

İthal Perspektif

2014 yazı aynı zamanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapıldığı dönem oldu. Demirtaş’ın da aday olduğu seçimlerde Erdoğan ilk turda seçildi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Eylül sonunda Demirtaş ABD’ye gitti ve bir dizi görüşmede bulundu. “Center for American Progress” isimli kuruluşun organize ettiği toplantılardan birinin adı “Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi” idi. O esnada üç HDP’li vekil de Cenevre’ye giderek Birleşmiş Milletler binası önünde açlık grevi yapıyor ve Kobani’ye DEAŞ saldırılarında Kürtlerin soykırıma uğrayacağını iddia ederek silah istiyorlardı.

Demirtaş’ın ABD temasları 1 Ekim’e kadar sürdü. Dönüşünden 4-5 gün sonra, HDP’nin çağrısıyla, Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından birine yol açan 6-8 Ekim olayları başladı. Şu anda bu katliamdan dolayı yargılanan Demirtaş’a ABD’deki o toplantılarda yeni bir perspektif çizilmiş olmalı. Çünkü ondan sonra Türkiye’yi DEAŞ’a yardım eden, “Kürtlere soykırım” yapılmasına göz yuman ülke olarak kodlama görevini hararetle üstlendi. PKK da sınır dışına çıkarılan tüm teröristleri tekrar Türkiye’ye gönderdiklerini duyurdu.

 

PKK’ya Alan Açmaya Çalışması

Devlet 6-8 Ekim’e rağmen süreci bitirmedi. Ama PKK kararını çoktan vermişti. Suriye'nin kuzeyinde, DEAŞ tiyatrolarıyla sergilenen yeni konsepte göre PKK’ya alan açılacak, Akdeniz’e kadar uzanan bir terör koridoru ve tabii içindeki bazı petrol bölgeleri onlara devredilecekti. PKK güya DEAŞ’ın saldırdığı bölgeleri “kurtarıyor”, nüfus mühendislikleriyle insanları tehcir ediyor, zorbalıkla topraklarına el koyuyor ve bu bölgelere yerleşerek kantonlar ilan ediyordu.

Aynısını sınırlarımız içinde de yapmaya çalıştılar. Çözüm sürecindeki atmosferden de faydalanarak “boylarını çok aşan” işlere kalkıştılar. Doğu ve Güneydoğu illerinde çok sayıda bölgeden özerklik ilanları gelmeye başladı. Bu absürt ilanların çoğunu, bugün HDP’nin yedek partisi olarak görülen Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticileri yaptı.

 

FETÖ Desteği

Ve nihayet, 7 Haziran 2015 seçimlerine giden süreçte HDP “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla, yeni pozisyonunu tümüyle ilan etmiş oldu. Yılların sorununun çözümü için her türlü baskı ve tehlikeyi, hatta seçim kaybetmeyi göze almış olan Erdoğan yerine, geçmişte Kürtlere zulmün adresi olan statükocu CHP’yle iş birliğine gitti. Seçimde elde ettikleri yüzde 13 ve 80 milletvekili başarısıyla birlikte, amiyane tabirle “iyice şımardılar”. Daha seçimin ertesi günü işi, Erdoğan’a “Korkma, seni asmayacağız, yargılayacağız” tehdidine kadar vardılar.

Oysa daha iki sene önce “darbe ateşine benzin taşımayacağız” diyorlardı. Bu artan cüretkarlıkta bir de seçime bir ay kala Diyarbakır Belediyesi’nin garaj kapısından girip Gültan Kışanak’la görüşen FETÖ’cü Ekrem Dumanlı’nın payı olsa gerektir.

PKK’nın ve dolayısıyla HDP’nin kendisini zirvede hissettiği an buydu. Belki de doğruydu. AK Parti ilk defa hükümet kuracak çoğunluğu bulamamış, koalisyon ihtimalleri belirmişti. Ama dibe çöküş de zirvede alınan tutumla birlikte başlamış oldu. Beş ay sonra yenilenen seçimlerde HDP tam bir milyon oy kaybetti. Oysa yüzde 13’ü yüzde 20-25’e çıkaracaklarını ilan ediyorlardı.

Ardından gelen çukur-barikat eylemleri yoluyla özerklik girişimleri de elbette hüsrana uğradı. 15 Temmuz sonrası devlet FETÖ’den arındırılıp terörle mücadelede paradigma değişikliğine gidince PKK ve dolayısıyla bugünkü partisi HDP, tarihinde görmediği yenilgileri almaya başladı. PKK’nın yurtiçindeki silahlı militan sayısı neredeyse kuruluş aşamasına kadar geriletildi. Suriye’deki koridoruna çok ağır darbeler vuruldu. En kritik kale gibi gördükleri Amanoslar’a bugün artık birkaç kişi paramotorla sızmaya çalışırken etkisiz hale getiriliyor.

Dolayısıyla aynı yapının yasal kanadı olan HDP de aynı çöküşü yaşadı. Elindeki belediyeleri hem seçimler hem kayyumlar yoluyla kaybetti. “Kürt Obama” diye parlatılan Demirtaş hapiste, işlediği suçların cezasını çekiyor. Sırtını YPG’ye yaslayan diğer eş başkan da öyle. Suça karışmış milletvekillerinin vekillikleri düşürüldü, çok sayıda fezleke de sırada bekliyor. Parti kapatılma aşamasına geldi.

Uzun süre Güneydoğu sokaklarında gezemez oldular. Kendi seçmenleri protesto etti. Ve asıl önemlisi, 500 günden fazladır çocuklarını, net adresi gösterecek biçimde, HDP önünde oturarak isteyen Diyarbakır Anneleri, geçmiş mağduriyetlerden kalma maskelerini tamamen düşürdü. Bugün çeşitli anketlere göre toplumun yüzde 70’e yakını HDP’ye kapatma davasını doğru buluyor. Oysa aynı oran çözüm sürecine destekte de vardı. Toplumun büyük çoğunluğu, silahtan uzaklaşmak kaydıyla, HDP’yi bünyesine kabul etmeye hazırdı. Ama HDP Türkiye’nin teklifini değil, ABD’nin teklifini kabul etti. Yani intiharını kendi eliyle hazırladı.

 

Son Balon

Peki, HDP başka türlüsünü yapabilir miydi? Hayır, yapamazdı. Çünkü mahalle aralarına, ortaokullarda bile sınıflara kadar örgütlenmesi planlanmış ve uygulanmış, kendi sözde anayasasını bile yazmış olan KCK üst yapısına bağlı bir örgüttür HDP. Tıpkı PKK gibi.

Avrupa ve diğer yerlerde yaygın insan ağı ve lobileri bulunan, yurtiçi ve dışında 40 yıldır çok çeşitli alanlarda yerleşmiş, haraç, uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı gibi alanlardan finanse edilen, ABD’nin açıktan silah ve mühimmat verdiği, hatta bütçesinde kalem ayırdığı bir yapının sadece bir parçası. Dolayısıyla kağıt üzerinde var olan parti mekanizmalarıyla karar alıp uygulama kabiliyeti yoktur.

Daha önce kurulup kapatılan 6-7 parti gibi HDP de namluya sürülmüş “yasal” fişeklerden biriydi, patlatıldı gitti. Dışarıda moda dergilerine kadar varan, içeride CHP’de cisimleşen desteği olmasa çoktan sönecek bir balondu. Sönüyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası