Kriter > Siyaset |

Meydanların Dili


Ülkemiz, 15 Temmuz Cuma akşamı tarihinde sıkça gördüğü darbelerden birini yaşıyordu. Büyüklerin dillerinden düşürmedikleri “darbe” kelimesini gençler bizzat yaşayarak öğreniyorlardı.

Meydanların Dili

Ülkemiz, 15 Temmuz Cuma akşamı tarihinde sıkça gördüğü darbelerden birini yaşıyordu. Büyüklerin dillerinden düşürmedikleri “darbe” kelimesini gençler bizzat yaşayarak öğreniyorlardı. Televizyonlarda canlı yayımlanan bombalamalar, köprünün işgali, TRT’nin basılarak darbe bildirisinin okutulması gibi klasik safhalar birbiri ardınca gerçekleştiriliyordu. Ancak her zamanki gibi ucu dışarıda, etkisi içeride olan ve FETÖ’cü olarak bilinen ihanet şebekesinin girişimiyle yapılan bu darbe teşebbüsü, kalkışmacıların arzuladığı sonuca ulaşamadı. Burada en büyük etken, hiç şüphesiz canı pahasına darbecilere direnen halk ve halkın yanında yer alarak darbeye katılmayan ordu mensupları ile emniyet güçlerinin birçok şehit vererek bu darbeyi engellemeye çalışmaları oldu.

Sadece bir hak ve hukuk ihlali olmanın ötesinde bir ihanet olarak gördüğümüz darbeye ve darbecilere karşı çıkmak için eşimle birlikte, “Bugün evde durulacak gün değildir!” diyerek sokağa çıktık. Cumhurbaşkanı'nın konutunun bulunduğu Kısıklı, oturduğumuz semte oldukça yakındı. Televizyonlarda köprünün işgalini gördüğümüzde abdest alıp yola koyulurken TRT’de darbe bildirisinin okunduğuna tanık olduğumuzda ise yıkıldık. Ama bunun etkisini çok çabuk atlattık çünkü bir başka kanalda cep telefonunda görüntülü konuşma yapıp canlı yayında “Biz bu yola kefenimizle çıktık” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan milleti meydanlara çağırıyor, “Ben de aranıza geliyorum” diyordu.

Burası Okçular Tepesi’dir

Bu söz artık bizi değil evde, dışarıda dahi duramaz hale getirmişti. Koşar adımlarla Kısıklı’ya vardık. Gördük ki millet liderinin sözünü emir telakki etmiş, meydanı doldurmuştu. O esnada alçak uçuş yapan uçakların gürültüsü arasında köprü tarafından silah sesleri duyuyorduk. Hemen yanı başımızdaki özel harekat polisleri, “Biz takviye için çatışmaya gidiyoruz. Bu şerefsizlere bu vatanın kolay kazanılmadığını canımız pahasına göstereceğiz. Sizden tek bir arzumuz var: Ne olur burasını boş bırakmayın. Burası Okçular Tepesi’dir. Siz arkamızda olduğunuz sürece şehitlik bizim bayramımızdır. Hakkınızı helal edin!” deyip gidiyorlardı.

Bu sözlerle halk heyecanlanıyor, kalabalığın içinde daha genç ve coşkulu olanlar, “Cuntacılar tarafından tankla kapatılan köprüye yürüyoruz” diye haykırıyorlardı. Kadınlar yanlarında getirdikleri Kur’anları okuyor, dualar ediliyor, tespihler çekiliyordu. Hemen yanı başımızdaki Abdullah Ağa Camii hınca hınç dolup taşıyordu.

Uçak seslerinin sıklaştığı bir anda, gecenin 01.30-03.00 saatleri arasında çokça silah sesleri, patlamalar duymaya başlamışken, bir anda minarelerden ezanlar, salalar yükseliyor; meydandaki halk bu coşkuyla tekbirler getirip haykırıyordu.

Bir yandan ellerde cep telefonları sürekli haberleşme ve mesajlaşmalar gerçekleştiriliyor diğer yandan da köprüye yürüme teşebbüsleri yapılıyordu. Ancak herkes, “Burası Okçular Tepesi’dir. Burası terk edilmez!” diye birbirini uyarıyordu. Bu uyarılar karşılık buluyor, halk sanki hepsi birbirini tanıyan bir ailenin bireyleri gibi birbirine ikramda bulunuyor, dua kitapları elden ele dolaşıyor, yaşlı teyzeler ayırt etmeksizin gençlerin sırtını sıvazlıyordu. Gençlerden bazıları, “Ya Allah, Bismillah, Allahuekber!” nidalarıyla gecenin sabaha yakın saatlerinde yeri göğü inletirken, köşede duvar dibine eşimin yanına ilişmiş oturan yetmişli yaşlardaki teyze, “Allah’ım! Sen Tayyib’i koru! Onu başımızdan eksik etme ya Rabbi! Ona uzanan elleri kır Allah’ım! O Fethullah denen haini Kahhar isminle kahr eyle ya Rabbi!” diye dualar okuyordu. Hemen yanında biraz daha yaşlıca teyzenin yarı uykulu vaziyette, dizlerine vura vura söylediği şu söz milletin iradesine nasıl sahip çıktığını gösteriyordu: “Ne etti size Tayyip ha! Ne etti! Memlekete hizmetten başka ne etti bu Tayyip! Ne istersiniz bu adamdan, Allah’tan korkmaz kuldan utanmazlar. Menderes’i yediniz, Özal’ı yediniz ama bu adamı yedirmeyeceğiz.”

İlerideki grupta giyim kuşamıyla oldukça seküler görünen bir genç kız, ellerini semaya doğru kaldırmış, “Ey yüce Allah’ım! Sen memleketimizi bu hainlerden koru! Sen Cumhurbaşkanı'mıza yardım et!” diye niyazda bulunuyordu. O esnada oldukça hazırlıksız olan meydanda kah minarelerden kah seyyar hoparlörlerden duyurular yapılıyor, insanlar aralarına girecek provokatörlere karşı ikaz ediliyordu. Gün ağarmak üzereydi. Abdullah Ağa Camii’nde tam beş kez bahçeye kadar dolup taşan cemaatle sabah namazı kılınıyordu.

Hainler Millete Kurşun Sıktı

Birden kulakları sağır eden bir ses geldi göklerden. Herkes bir anda köşelere sığındı, yerlere çömeldi. Topluluğun içindeki gençler tekbirler eşliğinde köprüye doğru koşmaya başladılar. Kalabalık, “Durun! Gitmeyin! Burası Okçular Tepesi. Burası terk edilmez!” diyerek gençleri durdurdu. O esnada Meclisin bombalandığı duyulduğunda, Cumhurbaşkanı'nın evine doğru hareketlenen kalabalık bu evi mahremleriymişçesine koruma çabasına girişiyordu.

Gün ağarmış, gözler ağırlaşmıştı. Teyzeler, ablalar, amcalar bir köşede yarı uykulu yarı uyanık vaziyette beklerken, gençler köprü tarafından gelenleri karşılıyordu. Çatışmadan gelen polislerde çatışmanın izleri görülüyordu. Kalkışmacıların silahla vurduğu insanları taşıdıktan sonra üzeri kanlarla aramıza gelen vatandaşlara sular ikram ediliyor, anlattıkları can kulağıyla dinleniyordu.

Karadeniz ağzıyla konuşan biri elindeki kocaman mermi kovanlarını bize gösterirken, “Bu kurşunlar arkadaşlarımızı şehit eden kurşunlardır. İyi bakın bunlara! Bunlar, bu Fethullahçı hainlerin millete sıktığı kurşunlardır!” diyordu. Bir diğeri üzerindeki kanlı gömleği göstererek, “Bu, şehidin kanıdır. Bu kan azizdir. Bu kan, bu vatanın namusunu koruyanların kanıdır. Bu kana layık olmayanın Allah belasını versin!” diye haykırıyordu.

Ben bir taraftan içimdeki bütün kinimi dışarı vuracağım bir çıkış ararken diğer taraftan cep telefonumla tarihe not düşeceğim fotoğrafları çekiyor, notlar alıyordum. O gün 26 saat süren ve uykusuz geçen bir günü tamamlamak üzereydim. O günün akşamına doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan konuttan çıkarken kalabalıktan 20’li yaşlardaki bir gencin şu sözleri kulağımda çınlıyordu: “Bu adamda farklı bir şey var ya!”

Artık Kısıklı inançlı bir milletin, kendisine yazgı olarak belletilmiş darbe söylemine karşı çıkışının ete kemiğe bürünen direnişinin sembolü bir meydan haline gelmişti bile. Ama o gece yani 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece bütün Türkiye aynıydı.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası