Kriter > Siyaset |

Savunma Sistemi İhtiyacı ve S-400’ler


Dünya siyasetinin belirsizliğe doğru evrilmesi ve buna bağlı olarak tehditlerin içerik değiştirerek artması Türkiye’yi stratejik düzeyde yeni tercihler yapmaya itmektedir. Yakın dönemde parçalı ittifaklar ve stratejik silah kapasitesini artırma eğilimi birlikte gerçekleşen ve devam etmesi beklenen önemli değişimler.

Savunma Sistemi İhtiyacı ve S-400 ler

Dünya siyasetinin belirsizliğe doğru evrilmesi ve buna bağlı olarak tehditlerin içerik değiştirerek artması Türkiye’yi stratejik düzeyde yeni tercihler yapmaya itmektedir. Yakın dönemde parçalı ittifaklar ve stratejik silah kapasitesini artırma eğilimi birlikte gerçekleşen ve devam etmesi beklenen önemli değişimler. S-400 tercihi de bu iki eğilimi birlikte yansıtan önemli bir stratejik tercih olarak karşımıza çıkmaktadır.

Küresel dalgalanmalar ve Türkiye’nin etrafında oluşan güvenlik tehditleri çoklu risklere karşı hazırlıklı olunmasını gerektirmektedir. Terörün bir araç olarak kullanılması ve vekalet savaşları gibi yeni fenomenler konvansiyonel savaş gerçeğini bertaraf etmiş değil. Dolayısıyla teröre karşı alınması gereken önlemler ne kadar gerekli ise konvansiyonel hatta nükleer tehditlere karşı önlem alınması da o kadar gereklidir. Bu açıdan bakıldığında son yedi yıllık süreç ve özellikle Haziran 2015 sonrasında Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditler oldukça çarpıcı.

Birkaç gelişmeyi arka arkaya sıralamak bile tabloya dair önemli ipuçları sunabilir: Haziran 2012’de Türk uçağı düşürüldü. Bunun üzerine NATO’dan talep edilen hava savunma sistemleri altı ay sonra yerleştirilebildi. Türkiye angajman kurallarını değiştirerek alarm durumuna geçti ve Mart 2014’te Suriye uçağını, Kasım 2015’te ise Rus jetini düşürdü. PKK Suriye’de özerklik ilan etti. DEAŞ Türkiye sınırına yerleşti ve Ayn el-Arab’a yönelik saldırısı sonrası YPG/ PKK tehlikesi boyut değiştirdi. Bu tarihten itibaren Türkiye topraklarına hem havan hem de füze saldırıları düzenledi. 2015’in sonuna doğru Rusya Suriye’ye S-400 savunma sistemini yerleştirdi. Düşürülen Rus jeti sonrası Rusya ile savaşın eşiğine gelindi. 7 Haziran seçimleri sonrası PKK şehirlere saldırı başlattı. Çukur (hendek) stratejisi ile alan kazanmaya girişti.

Bütün bu kriz ve saldırıların ortasında önce Almanya sonra da ABD daha önce yerleştirdikleri Patriot füzelerini Türkiye’den çekti. Başka bir deyişle Türkiye’yi hem terör örgütleri hem de uluslararası aktörlerden gelecek her türlü saldırıya karşı korumasız bıraktı. Türkiye bütün bu tehditlerle kendi imkanları ölçüsünde mücadele etti ve önemli bir kısmını bertaraf etti. Aslında bu tablonun bize gösterdiği en önemli şey Türkiye’nin savunma sanayii alanında hızla adım atmasıydı. Kaldı ki son yıllarda böylesi bir çabanın içine de girmişti. Bir yandan kendi imkanları ile silah üretimini hızlandırırken savunma sistemleri gibi üretimi ve kullanımı uzun sürede mümkün olabilecek alanlarda ise dışarıdan satın alma yolunu tercih etti.

Savunma sistemleri edinme çabası 90’lara kadar geri gitse de 2013 yılında bu açıdan önemli bir adım atılarak ihale açıldı. İlan edilen şartlar Türkiye’nin kendi topraklarını korumanın yanında ortak üretim ve teknoloji transferini önemsediğini göstermekteydi. Hatta bu şart mali yükün de önüne geçmekteydi. Söz konusu ihalede “yüzde 50 ortak üretim” şartı ithal edilecek savunma sisteminin birkaç yıl içinde geliştirilmesi, farklılaştırılması ve millileştirilmesi için atılmış öncül bir adımdı. Açılan ihaleyi öne sürülen şartları en iyi karşılayan Çin firması CPMIEC kazanmıştı. Yaklaşık iki yıl sonra Eylül 2015’te Türkiye’nin kendi uzun menzilli füzesini üretme yolunu tercih edeceği gerekçesi ile ihale iptal edildi. 2013’ten bu yana savunma sanayii alanında önemli mesafeler alındı. Abdullah Erboğa’nın Kriter dergisinin Haziran sayısı için hazırladığı dosya bu konuda oldukça doyurucu bir mahiyete sahip.

S-400 Alım Süreci

Yaklaşık dört yıldan sonra hava savunma sistemleri konusunda başa dönüldü. Gerek Batılı siyasetçi ve askerler gerekse kamuoyunda dönen tartışmalar “dejavu”yu andırdı. Aynı argümanlar, benzer cümleler! Türkiye’nin güvenliği söz konusu olduğunda pek de kaygı duymayan Batı kamuoyu, basını ve bürokrasisi bu konuda yine eleştiri oklarını Ankara’ya yöneltmiş durumda. Bu tavır ABD Genelkurmay Başkanının konuya dair “kaygı verici” ifadesinde somutlaşmış durumda. Geçtiğimiz hafta da Amerikan Kongresinde konu müzakere edildi ve S-400 alımının “endişe verici” olduğu ifade edildi. Halbuki YPG’nin isim değiştirmesi gerektiğine dair tavsiyelerini bile istihza ile dile getiren yine ABD Özel Kuvvetler Komutanıydı. Suriye’de birçok devletin envanterinde bile olmayan silahları YPG’ye veren yine ABD’nin kendisi. Bu silahların Türkiye için tehdit oluşturmayacağına dair garantisi ise sözlü ifadelerden başka bir şey değil. Bu durum bize yukarıda zikrettiğim Patriot meselesini acı bir şekilde hatırlattı. Türkiye’ye yerleştirilen savunma bataryalarını çeken aktörlerin, en ciddi tehditler için verdikleri garanti sadece kelimelerden ibaret! Dolayısıyla Türkiye tedbirini almak durumunda.

Temmuz ayının son haftasında gerçekleştirdiği Körfez turu dönüşünde kendisine iletilen bir soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan S-400 görüşmelerinin sonuna gelindiğini ifade etti. Eylül ayının ikinci haftası itibarıyla anlaşmanın büyük ölçüde tamamlandığını ve kaporanın Rusya’ya verildiğini açıkladı. Bu sistemin Türkiye’ye maliyeti yaklaşık 2,5 milyar dolar. İhtiyaç duyulan ilk iki sistem ve ekipmanları Rusya’dan Türkiye’ye taşınacak. Geri kalan kısım ise Türkiye’de üretilecek. Şu günlerde ise S-400’lerin Türkiye’ye yerleştirilmesi ve kullanıma hazır hale getirilmesi için yoğun bir çalışma sürecinin devam ettiğine dair haberler geliyor. Mesele kamuoyu gündemine geldiği andan itibaren birçok soru yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı. Söz konusu başlıca sorular şunlar:

S-400 Nasıl Çalışır, Özellikleri Nedir?

S-400 füze savunma sistemi nedir? Türkiye neden bu sisteme ihtiyaç duydu? NATO ile entegresi mümkün mü? Bu tercih siyasal düzeyde Türkiye’nin Batı’dan koptuğu anlamına mı geliyor? Ortak üretim ve teknoloji transferi kısa vadede mümkün mü?

Bir hava savunma sisteminin temel işlevi saldırı halindeki uçak ve balistik füzeleri tespit ederek imha etmesidir. Sistem genel hatlarıyla dört aşamalı bir işleyişe sahip. Tespit, teşhis, takip ve imha. Saldırı halindeki füzenin kaynağından itibaren tespit edilerek atmosfer dışında imhasını sağlayan sistemin bir tek ABD’nin elinde olduğu ifade ediliyor. ABD bu takip sistemini uydular üzerinden sağlayabilmekte. Diğer sistemler ise genellikle füzeler belli bir menzile girdikten sonra tespit ederek imha edebiliyor. Bu menzilin uzunluğu ise savunma sisteminin radar desteğine bağlı olarak değişebiliyor. Örneğin NATO’nun çok geniş ve farklı bölgelerde konuşlandırılmış komuta merkezleri, radar sistemleri ve füze fırlatıcıları mevcut. Sistem bir bütün halinde çalışıyor. Basitleştirmeyi göze alarak örnek vermek gerekirse saldırı amaçlı fırlatılan bir füzeyi uydular ya da Kürecik’teki radar sistemi tespit ederek Almanya’daki komuta merkezine iletiyor, Akdeniz’deki savaş gemileri ise füzeyi imha ediyor.

Bu noktada ortaya çıkan sorulardan biri bu sistemin NATO’ya entegre edilip edilmeyeceği meselesi. Bu konuda farklı zamanlarda yapılmış açıklamalara bakalım: Türk uzmanlar 2013 yılında Çin’den alınması planlanan sistemin NATO sistemi ile uyumunu sağlayacak bir ara yüz geliştirilebileceğini dile getirmekteydi ve aynı şey S-400’ler için de söz konusu. NATO Genel Sekreterinin konu ile ilgili son açıklaması da bu açıdan önemli. Stoltenberg üye ülkelerin edinmek istediği ekipmanlar konusunda serbest olduğunu ifade ederken NATO’ya uyumu konusunda ise teknik bir açıklama yapmadı. Talep gelmesi halinde bu konunun masaya yatırılacağını ifade etmekle yetindi.

Buradan da anlaşılıyor ki tarafların iradesi bu konuda belirleyici olacak. Elbette bazı çekinceler söz konusu olabilir. Mesela ABD’li askeri uzmanlar Rusya’nın bu sistemi manipüle ederek NATO verilerine ulaşma ihtimalinden bahsediyor. Bu açıklamanın kamuoyuna yönelik olduğu ve sistemin bu anlamda henüz test edilmediğini unutmamak gerekiyor. Kaldı ki S-400’lerin Türkiye’de konuşlanması NATO’nun bütünüyle devreden çıkarılması ya da ikame edilmesi anlamına gelmiyor.

NATO’ya Entegre Edilmeyen S-400’ler

NATO'ya entegre edilmeyen S-400'ler için cüretkar bir şekilde tamamen işlevsiz kalacakları söyleniyor. Nedenini tam olarak açıklamak yerine basit bir akıl yürütme ile NATO’ya uyumu sağlanmayan S-400 savunma sisteminin balistik füzelerini tespit etmesinin mümkün olmayacağı ifade ediliyor. Halbuki S-400’lere entegre radarlar uydu kabiliyetine sahip olmasa da füzeleri tabloda ifade edilen menzilde tespit ederek imha edebiliyor. S-400’ler ayrıca savaş uçağı, yüksek irtifaya sahip bombardıman uçakları ile insansız hava araçları dahil tüm hava araçları için tehdit algılaması kapasitesine sahip. Türkiye’nin teknik düzeydeki ilk hedefi de bu tehdit algılamalarını kendi askeri doktrini ve dost-düşman tanımlamasına göre yeniden güncellemek.

Bu özellikleri ile S-400’lerin Türkiye’nin kısa vadedeki ihtiyaçlarına cevap verebilecek kapasiteye sahip olduğu açıkça görülüyor. Elbetteki uydu sistemleri ile entegre olan ve balistik saldırı füzelerini anında tespit eden çok gelişmiş sistemler tercih edilebilir. Ancak bu sisteme yalnızca ABD’nin sahip olduğu ve satışı konusunda isteksiz olduğu biliniyor. Türkiye’nin S-400’leri tercih etmesinin sebebi kısa vadede güvenliğini sağlamakla sınırlı değil. Kamuoyuna yansıyan bilgiler ortak üretim, teknoloji transferi ve insan kaynağına yönelik çalışmaların bu anlaşmanın önemli bir parçası olduğunu gösteriyor. Bu şartlar konusunda anlaşmanın detayları açıklanmadı. Ancak ilk bataryaların Rusya’dan Türkiye’ye nakledileceği ve geri kalan yüzde 50’lik kısmın Türkiye’de üretileceği üzerinde konsensüs sağlanmış durumda. Dolayısıyla bu alım süreci Türkiye’ye uzun vadede savunma sistemleri konusunda bir altyapıya kavuşma imkanı da sağlamış olacak.

Hava Savunma Sistemi Türkiye için Zorunlu

Uluslararası siyasetin dönüşümü ve ortaya çıkan tehdit potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin bir savunma sistemine duyduğu ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin tercihini S-400’lerden yana kullanması da kendi ihtiyaçları ve müttefiklerinin pozisyonları çerçevesinde oluştu. Bu ihtiyacın giderilmesi noktasında ilk tekliflerin Batılı müttefiklere yapıldığı sıkça dile getirildi. Ancak ABD ve diğer NATO müttefiklerinin bu sistemi satmaya ya da ortak üretime yanaşmamaları esasında Türkiye’nin bu aktörlere bağımlılık derecesini artırma potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bir alternatif olarak S-400’e yönelmesinin sebeplerinden biri söz konusu aktörlerin bu tavrıdır.

Esasında sorgulanması gereken nokta ise 1952’den beri NATO üyeliği ve Sovyet tehdidine en yakın konumdaki ülke olmasına rağmen Türkiye’nin hala bir savunma sisteminin bulunmayışı ve bu konuda tamamen bağımlı halde olmasıdır. Artık Soğuk Savaş şartları geride kaldı. Tehdit tek bir kaynaktan gelmiyor. Simgesel anlamda ifade edersek Türkiye ne NATO ne de Şanghay’a tamamıyla bel bağlayarak güvenliğini sağlayacak bir ülke değil. Savunma ve saldırı konusunda bağımlılığı aşamayan Türkiye’nin küresel bir aktör olması da mümkün değil. Kısacası Türkiye’nin savunma sistemi arayışı da S-400 ısrarı da bu çerçevede değerlendirilmelidir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası