Kriter > Dış Politika |

Kamu Yayıncılığı: Birisinin Diplomasisi, Diğerinin Propagandası


Hakikat karşısında propaganda ve yalanın meydan okuması nasıl gerçekleşiyor? Mecraları ne kadar değişirse değişsin, her zaman bir olayla ilgili anlatıyı çerçeveleyen, algısını yöneten, hatta bazen nasıl algılanması gerektiğini manipüle eden bir ana akım bulunmakta ve bu ana akımın oluşturduğu medya hegemonyası, temel bir söylem belirlemektedir. Bu söylem, çoğu zaman Batıcı ve Avrupa merkezcidir.

Kamu Yayıncılığı Birisinin Diplomasisi Diğerinin Propagandası

Türkiye’de ve dünyada devletlerin kamusal temsilini üstlenen kamu yayıncılığı, hem anayasal bir hak olan halkın haber alma özgürlüğünü sağlaması hem de yüksek güvenilirlik kredisi ile kitleler için en önemli referans noktalarından birisi olması hasebiyle hâlâ yayıncılık açısından oldukça önemli bir noktada durmaktadır. Türkiye’de, İletişim Başkanlığı’nın belirlediği vizyonda Anadolu Ajansı ve TRT, yeni gelişen iletişim teknolojileri ile uyumlu olarak ve devletin çıkarlarını korumak, toplumun her tür faydasını gözetmek, doğru enformasyonu hızlı ve güvenilir şekilde sağlamak ve gerekli konularda toplumu bilgilendirmek gibi misyonlarla kamu yayıncılığı yapmaktadır.

Yakın geçmişte bilgi teknolojilerindeki gelişmeler, geleneksel medyayı her alanda “başka mecralar” bulmaya ve oralarda kendini koruyarak var olmaya itmektedir. İnternetin öne çıkması ile gazeteler, sosyal medyanın öne çıkması ile televizyon haberciliği, yapay zekânın devreye girmesi ile ajanslar başka bir rekabet alanına itilmişlerdir. Yine de iletişim, tıpkı seyahat gibi, barınma gibi araçları ve biçimleri değişse de insanoğlunun var olduğundan beri en temel ihtiyaçlarından birisidir ve yeni bir sistemin bir öncekini tamamen yok etmesi de zaman alan bir konudur. Mesela televizyon yayıncılığı radyoyu, internet yayıncılığı gazeteleri, sosyal medya ise bütün geleneksel medyayı etki alanı açısından sınırlandırsa da tamamen yok edememiştir. Yeni mecralarla beraber sıfırdan ortaya çıkmayan ama hızlı bir değişim gösteren; bir haberin veya görselin çok hızlı yayılabilmesi, yayıldığı mecrada insanlara çok hızlı ulaşabilmesi, insanların kendi istekleri ile her tür kaynağa erişiminin artması, merak edilenlerin teyit mekanizmasının daha hızlı işletilebilmesi, yalanlanması veya doğrulanması gibi konular, yeni etik tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Hız ve yayılma ile ilgili meseleler, medyaya pozitif bir rol yükleyebileceği gibi bir yanıyla da aslında medyanın doğasında hep var olan propaganda ve dezenformasyona konu olarak bir meydan okumaya da dönüşebilir. Hakikatin önemini kaybederek, etkileşime girilen konu üzerinden yalan veya propagandanın ikna edici bir güç kazanması, çağımızın medyada üretim biçimlerinin en tehlikelilerinden birisidir.

 

Medya Tipi Üretim Tarzı

Hakikat karşısında propaganda ve yalanın meydan okuması nasıl gerçekleşiyor? Öncelikle dünyada her alanda olduğu gibi medyada da standartları belirleyen, kuralları koyan, etik tartışmalarını açan, kendisini marjinal değil, ana akım olarak gösteren ve kabul edilen bir anlatı ve bu anlatının sahibi aktörler bulunmaktadır. Mecralar ne kadar değişirse değişsin, her zaman bir olayla ilgili anlatıyı çerçeveleyen, algısını yöneten, (hatta bazen nasıl algılanması gerektiğini manipüle eden) bir ana akım bulunmakta ve bu ana akımın oluşturduğu medya hegemonyası, temel bir söylem belirlemektedir. Bu söylem, çoğu zaman Batıcı ve Avrupa merkezcidir. Bu medya hegemonyasının dışında kalan anlatılar, “alternatifleştirilmekte” eğer ana akım anlatı ile bir çıkar çatışması oluşursa da yok sayılmakta, görülmemektedir. Hakikatlerin bazılarının göründüğü, bazılarının ise hiç üretilmemiş “içerik” muamelesi gördüğü dünyamızda, özgürlükler ülkesi zannedilen sosyal medya, aslında yalan ve propagandanın söyleyenine göre yer bulabildiği “anonim bir otoriterliğe” sahiptir. Yani neyin söylendiği kadar kimin neyi söylediği daha çok dikkat edilmesi gereken bir konudur.

Bu gizli otoriter ortam ve hakikatin muğlaklaştırılması, kamu yayıncılığının önündeki en temel tehditlerden birisi olarak durmaktadır. Zira hakikati muğlaklaştıran en temel konulardan birisi “tarafsızlık” ilkesi olarak öne sürülen ve aslında ana akımı oluşturan argümanların izi sürülebilir taraflılığına hizmet eden söylemlerdir.

Özellikle uluslararası medya söz konusu olduğunda kimsenin tarafsız olamayacağı ve güven ilişkisinin olmadığı uluslararası ilişkiler ortamında, genellikle Batılı devletlerin hakim söyleminin ve çıkar ilişkilerinin korunması “tarafsızlık” olarak özetlenebilir. Bu durum, en belirgin örneğini, en son 7 Ekim’den beri devam eden Gazze saldırılarında göstermiştir. Uluslararası medyada İsrail’in bir anlatısı bulunmaktadır. Bu anlatı, Amerika tarafından onaylanmış ve İsrail müttefiki Avrupa ülkelerinin de dış politika çizgilerini belirleyen bir anlatıdır. Uluslararası medyanın “İsrail-Filistin çatışması ve savaş” olarak tanımladığı durumu, TRT ve Anadolu Ajansı gibi kamu yayıncıları “İsrail işgali, Gazze ablukası” gibi tanımlamalarla ele almakta ve daha en başından meselenin tanınmasında uluslararası ana akımdan ayrışmaktadır. Buna karşılık Anadolu Ajansı ve TRT’nin sosyal medya içerikleri sık sık “hassas içerik” olarak işaretlenmektedir.

Gazze meselesinde “tarafsız” bir anlatı kurulamayacağının imkansızlığı kadar herhangi bir meselede üretilmiş medya içeriğinin de tarafsız olamayacağını baştan kabul etmek gerekir. Zira haberler de dahil bütün medya üretimleri kameramanın gözünden, editörün kaleminden, yöneticinin filtresinden çıkmış birer kurgudur. Bu kurgu dünyasında; hakikat sınırları içinde kalmak, dezenformasyona ve propagandaya alan açmadan “taraf” olmak ve hakim anlatılar içinde kendisine yer açabilmek, Türkiye gibi bir ülkede kamu yayıncılığı açısından başlı başına bir meydan okumadır. Zira İngiltere’nin, AB’nin, Batının çıkarlarının, hassasiyetlerinin yarım yüzyıldır insanlığın çıkarları gibi çerçevelendiği bir ortamda evrensellik iddiası Batı tarafından tamamen kuşatılmıştır ve Batılı devletlerin tezleri ile çatışacak tezlerin dile getirilmesi propaganda, dezenformasyon, taraflı yayın veya hassas içerik olarak damgalanmaktadır.

 

Uluslararası Neresidir?

Aslında uluslararası yayıncılık açısından bakıldığında her şeyden evvel “uluslararası” kelimesi de detaylı olarak incelenmeyi hak eder. Yayıncılık açısından “uluslararası” neresidir, “uluslararasılık” neye işaret eder? Bir yayını uluslararası yapan, yayının yapıldığı coğrafya mıdır yoksa yayının ulaşması istenen coğrafya mıdır? Bir devletin doğal ilişkide olduğu uluslararası atmosfer midir? Coğrafi sınırlar, hangi politik işaretlerle çizilmektedir? Bir örnekle açıklamak gerekirse, İngiltere’nin kamu yayıncısı olan BBC’nin Arapça dilinde yayın yapan kanalı BBC Arapça nasıl bir uluslararası yayıncılık izlemektedir? BBC neden Arapça yayın yapmaktadır? BBC Arapça için öncelik Arap dünyasının kendi hedefleri midir? BBC Arapça için İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını korumak yayıncılık açısından nerede durmaktadır? Söz konusu BBC televizyonu olduğunda bu yayın organının İngiltere’nin âli menfaatlerini koruması konusu hem uluslararası kamuoyunda hem de iç tartışmalarda hiç garipsenmeden kabullenilmiş bir durumdur. Üstelik hal böyle iken BBC, her platformda yayıncılık açısından tarafsızlık ve objektiflik gibi kriterlerle parmakla gösterilmektedir. BBC için kabullenilmiş bu durum ise söz konusu TRT olduğunda ciddi anlamda objektiflik/tarafsızlık eleştirilerine maruz kalmaktadır. Bu durumun iki sebebi olabilir. Bunlardan birincisi İngiltere gibi sömürgecilikte lider olan bir ülkenin kendi çıkarlarını müdafaa ederken bu durumu, diğer toplumlar nazarında rıza üreterek adeta onların da çıkarları gibi gösterebilmesi, bir diğeri de Türkiye gibi ülkelerin öne sürdüğü tezlerin uluslararası alanda bir dirençle karşılaşması sebebiyle meselenin bir taraf konusu olarak ele alınmasıdır. TRT’nin kanalları olan TRT World, TRT Arabi gibi televizyon kanallarının uluslararası alanda var olma motivasyonu, Türkiye’deki elitlerce dahi tam anlaşılamamıştır.

Halbuki her yayının muhakkak bir hedefi, hedef kitlesi, mesajı, ulaşmak istediği etki alanı, yaymak istediği bir dünya görüşü, muhatapları ile kurmak istediği bir ilişki vardır. Bu minvalde yayıncılık, çoğu zaman neyi içeri aldığımızdan ziyade neyi dışarıda bıraktığımız da önemli bir meseledir. Türkiye’de Anadolu Ajansı, TRT gibi kurumların kamu yayıncılığında bu hedefler belirlenirken, Türkiye’nin dış politikasından, iç ve dış menfaatlerinden bağımsız düşünülemez. Türkiye’nin kamu yayıncılığının gündeminde bu sebeple Balkan coğrafyası, Orta Asya Türk coğrafyası gibi stratejik olarak ele alınması gereken alanlar bulunur. Bunlarla beraber hem TRT, hem Anadolu Ajansı, Latin Amerika veya Güney Asya gibi bölgelerde de bölgesel içerikler üretebilmektedir. Türkiye’de İletişim Başkanlığı’nın öncülüğünde yayıncılık sınırları çizilen uluslararası kamu yayıncılığı, Türk elitlerinin iki yüzyıldan fazladır önceliği olan Batıya hitap etme, kendini Batı’ya anlatma kompleksi ile yayın yapmamaktadır. Mevcut potansiyel, yayın politikasının bir kısmını Güney Asya’ya ayırırken, Balkanlar’da veya Ortadoğu’da “haberi ilk veren medya organı” statüsünü koruyabilecek durumdadır. Yakın zamanda dünyanın gözünü Türkiye’ye çeviren Gazze’de 7 Ekim’den beri yaşanan süreç başta olmakla beraber, tahıl koridoru anlaşması, Ukrayna krizi (Rusya ile de konuşabilen tek uluslararası yayıncı olarak) Gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin aydınlatılması, Suriye’de yaşanan insanlık krizi gibi konularda referans noktası olmuştur.

 

Birinin Diplomasisi Diğerinin Propagandası

Uluslararası yayıncılık belli standartlar ve çeşitlilik içerisinde gerçekleştirilmekle beraber, Türkiye’nin uluslararası arenadaki konumuna ve vizyonuna uygun olarak dezenformasyonlara cevap vermek ve Türk dış politikasını dünyaya anlatmak da kamu yayıncısı kurumların temel yayın varoluş gerekçelerinden birisidir. Türkiye, yıllardır uluslararası kamuoyunda belli basmakalıp suçlamalara maruz kalmaktadır. Bu argümanlar bazen bilinçli olarak terör örgütlerinin bizzat yaydığı dezenformasyonlardır. Bu basmakalıp argümanlardan bazıları; “Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü bulunmamakta, Türkiye, neo-Osmanlıcılık gibi emperyalist gizli ajandalar gütmekte, Türkiye’de her şey sansürlenmekte, muhaliflerin hiçbir yayın organı olmadığı gibi konuşma hakkı dahi bulunmamakta, iç politikada muhalefet bulunmamakta, Türkiye radikal İslamcı örgütlerle iş birliği yapmakta…” gibi asılsız suçlamaları barındırmaktadır. Bununla beraber sosyal medya mecraları, zaman zaman Türkiye’nin terörle olan mücadelesini, Gazze ile ilgili yaptığı haberleri, sınır ötesi operasyonların haberlerini “hassas içerik” olarak işaretlemekte ve yayılımını kısıtlandırmaktadır.

ABD’de TRT World’e karşı başlatılan yasal süreç ve baskılar, diğer bazı ülkelerde başlatılmak istenen süreçler, kısıtlamalar, bu haberlerin “otoriter hükümetin medyaya müdahalesi” olarak yansıtılmaya çalışılması, propaganda olarak etiketlenmek istenmesi, Türkiye’nin kendine açtığı yeni uluslararası alanla da ilişkilidir. Kamu yayıncılığı yapan kanallar için mübah sayılan pek çok husus, Türkiye’nin kamu yayıncılığı söz konusu olduğunda sorgulanmaktadır. BBC, France 24, Al Jazeera, Voice of America, Deutsche Welle, CGTN, RT, Press TV vs. gibi birçok uluslararası kanal bir devlet tarafından desteklenmekte ve herhangi bir eleştirinin konusu olmamaktadır.

Yukarıda değindiğimiz, Türk devletinin çıkarlarını koruyan bir kamu yayıncılığı yapıldığında propaganda suçlaması ile karşı karşıya kalınması durumunda, kamu yayıncılığında ve konvansiyonel her tür yayın anlayışında manipülasyon/propaganda ve dezenformasyon meselesine açıklık getirmek gerekiyor. Batı medyası, Türkiye’nin Gazze, Libya, Doğu Akdeniz, sığınmacılar, Suriye krizi vs. gibi durumlardaki haberlerini propaganda olarak görmek eğilimindedir. Batı dışı coğrafyalarda üretilen ve temelde Batının çıkarları ile çatışan her üretimin propaganda, manipülasyon olarak adlandırılması oldukça yaygın bir tutumdur. Batının temel çıkarlarının açıkça korunduğu durumlar ise çeşitli rıza üretme mekanizmaları sebebiyle tarafsız veya objektif olarak nitelendirilebilmektedir.

Türkiye’de uluslararası kamu yayıncılığı, uluslararası yayıncılık standartlarında olmakla birlikte, bağlı olduğu ilkesel prensip açısından Türkiye’nin dış politikasından bağımsız değildir. Üstelik “alternatifleştirilmiş” bölgelerde mesela Balkanlarda, Afrika’da Batı hakimiyetindeki ana akım medyaya kıyasla daha bütüncül bir yaklaşımla yayıncılık yapmaktadır. Değişik coğrafyalara Avrupa merkezci bir tutumun aksine insani perspektifle ve bütüncül bir anlayışla yaklaşmaktadır. Kültürler arası hiyerarşi gözetmemekte ve öteki-ben ilişkisi kurmadan yayıncılık yapmaktadır.

Habercilik ve genel yayın politikası açısından propaganda ve dezenformasyon konusuna açıklık getirmek gerekirse herhangi bir yayıncılık anlayışında yalan, sahtecilik ve duygusallık asla kabul edilmemelidir. Kamu diplomasisi yayıncılığı duygusallıktan uzak, delillere ve uzman görüşlerine başvurularak yapılmalıdır. Bu ilkelere bağlı kalmakla beraber bir yayının nasıl yapıldığı sorusu ve niye yapıldığı sorusu birbirlerinden farklı alanlara işaret eder. Uluslararası kamu yayıncılığında güvenilirlik çok elzem bir husustur. Doğruluk ve güvenilirlik ilkelerine bağlı kalarak yayın yapan Anadolu Ajansı ve TRT’nin hoşlarına gitmeyen haber perspektiflerine ve yorumlara propaganda denilmesi doğru değildir. Yayınlanan bir haberin yalan olmaması, manipülasyona sebep olmaması, propaganda malzemesi olmaması yayıncılığın olmazsa olmaz esaslarındandır. Bu kuralları çiğnemeden Türkiye’nin âli menfaatlerini gözetmek, propaganda yapmak demek değildir. Nitekim uluslararası ilişkilerde “one person’s diplomacy, other’s propaganda” (birinin diplomasisi diğerinin propagandasıdır) gerçeği bütün uluslar için geçerlidir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası