31 Mart yerel seçimlerin ardından Türk siyasetinde en fazla duyulan sözcüklerden biri “yumuşama” oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sonuçlarına yönelik olarak partisi içinde özeleştiri sürecini başlatması, CHP lideri Özel’in de erken seçim çağrısı yapmayacaklarını, zira kendilerine gelen oyların bir kısmının emanet olduğunu bildiklerini söylemesi, daha en başta havayı yumuşattı. Seçimlerden hemen sonra Özel, AK Parti binasında Erdoğan’ı ziyaret etti, cumhurbaşkanı da en kısa sürede CHP Genel Merkezine iadeiziyaret gerçekleştireceğini söyledi. Aslında kampanya sürecinin de nispeten düşük bir tansiyonda geçtiği ve geçmişteki seçimlere nispeten ortamın fazla gerilmediği hatırlandığında, bu durum normal karşılanabilir. Bu faktöre 2023 cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından da 31 Mart sonrası beliren sonuçlarla önce iktidar destekçilerinin ardından da muhalif kesimin isteklerine ulaşması ve dolayısıyla biriken enerjinin boşaltılması gerçeği eklenebilir. Ancak her ne sebeple olursa olsun ortaya çıkan havanın topluma olumlu bir şekilde yansıdığı açık. Bu bakımdan, söz konusu iklim, kalıcı olursa ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlarının çözümü için katkıda bulunma potansiyeline sahip.
Normal şartlar altında Türkiye, dört yıl genel, beş yıl da yerel seçim yaşamayacak. Bu durum, merkezi iktidarın ekonomi başta olmak üzere makro ölçekli sorunlara enerjisini harcamasını sağlayacak. Hakeza hangi partiye mensup olurlarsa olsunlar, yerel yönetimler de projelerini hayata geçirmek için geniş bir hareket alanı bulacak. Dolayısıyla doğal bir istikrar ortamının ortaya çıktığını söylemek mümkün. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gündemindeki en önemli tartışmalardan biri yeni anayasa. Uzun dönemdir darbe anayasasından kurtulmak gerektiği konusunda herkes mutabık. Ancak siyasetin parçalanmış görüntüsü nedeniyle anayasa değişikliği süreci oldukça yavaş ilerledi. AK Parti döneminde yapılan kapsamlı anayasa değişiklikleri için de referanduma gidilmesi gerekti. Yapılacak bir anayasa değişikliği için iktidarla muhalefet arasında uzlaşmaya varılması, geniş bir meşruiyet zemininin oluşmasını sağlayacak. Böyle bir durumda yeni anayasa referanduma götürülse bile bu durum toplumsal mutabakat düzlemini genişletmek için başvurulan ihtiyari bir yol olacak. Bu açıdan bakıldığında, yeni anayasanın hayata geçmesi için iş birliği kanallarının güçlendirilmesinin oldukça elverişli bir araç olduğu düşünülebilir. Ancak CHP’nin gündeminde uzunca bir süredir anayasa değişikliğinin bulunmadığı hatırlandığında yumuşama politikalarının doğrudan bu amaca matuf olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. O halde burada öncelikle Özgür Özel, liderliğindeki CHP’nin neden böyle bir yumuşama yaklaşımı içine girdiği sorusunun cevabını bulmak gerekiyor.
CHP’de Geliştirilen Strateji
Özel’le birlikte ortaya çıkan yumuşama söylemi, öncelikle CHP’nin son dönemde izlediği iktidar stratejisiyle yakından ilişkili. Kılıçdaroğlu tarafından başlatılan sağa açılma politikaları CHP’nin hedef seçmen kitlesini genişletmesini beraberinde getirdi. Geçmişte sağ partilerde siyaset yapan bazı isimler CHP listelerinden milletvekili veya belediye başkan adayı olarak gösterildi. Ancak Kılıçdaroğlu döneminde, Mansur Yavaş gibi bazı istisnaların dışında, bu strateji çok da başarılı olmadı. Zira Kılıçdaroğlu, bu açılım politikasını partisinin diğer adayların genel siyasi kimliklerine veya tavrına şamil kılamadı. Daha açık bir ifadeyle, CHP adayları sağ seçmene ulaşacak bir dil kullanamadılar ya da bundan bilinçli olarak kaçındılar. Bu durum, seçmen nezdinde inandırıcılık sorunu doğurdu. Ancak her şeye rağmen CHP açısından geleneksel tabanın direncini kıracak yeni bir kapı açılmış oldu. 31 Mart seçimleri öncesinde Özel, selefi tarafından başlatılan bu stratejiyi ileri bir aşamaya taşıdı. CHP, yerel seçimlerde hem sağdan transfer ettiği isimleri aday gösterdi hem de parti içinden çıkan adaylardan da mümkün olduğunca çok rijit tavrı olmayan, farklı siyasi kesimlerden oy alabilecek isimleri tercih etti. CHP’nin seçimlerde yakaladığı ivme, elbette yalnızca aday tercihleriyle ilgili değil. Ekonomik sorunlardan AK Partili bazı yerel yöneticilerin yıpranmışlığına ve yorgunluğuna uzanan çok sayıda etmen CHP’nin çıkışında etkili oldu. Ancak CHP’nin aday belirleme sürecinde izlediği yaklaşımın seçim sonuçlarının oluşmasında belirleyici unsurlardan biri olduğu açık. Dolayısıyla CHP, yumuşama stratejisiyle özellikle geçmişte kendisine oy vermeyen seçmenlere ulaşmayı hedefliyor.
Yumuşama söyleminin CHP içindeki iktidar ilişkileriyle de yakından bağlantılı olduğu söylenebilir. CHP Genel Başkanı Özel, aslında Kılıçdaroğlu karşıtı ittifakın ortak adayı olarak, özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun desteğiyle seçildi. Daha seçildiği ilk günden itibaren de Özel’in partiye hakimiyet sağlayamayacağı, gerçek liderin İmamoğlu olduğu yönünde tezler ortaya atıldı. Bunun yanında, muhtemel bir seçim başarısızlığının Özel’in görev süresinin oldukça kısa kalması sonucunu doğuracağı iddia edildi. Hatta İmamoğlu’nun bile böyle bir tabloyu beklemeyeceği, daha ileri giderek söyleyecek olursak kendi seçilmesi dışında mevcut tabloyu çok da tercih etmeyeceğini söylemek mümkün. Ancak tahminlerin aksine Özel’in yer yer risk de alarak yaptığı tercihlerin genel başkanlık süresini uzattığı söylenebilir. Yani kısa vadede CHP’nin genel başkan değişimiyle sonuçlanacak yeni bir kurultaya gitme ihtimali kalmadı. Bu durumun parti içindeki muhalif kanatta bir rahatsızlığa yol açması muhtemel. Aynı şekilde, ortaya çıkan sonuçların İmamoğlu’nun genel merkez yönetimine nüfuz etme imkanını da azalttığı görülüyor. Bu noktada, Özel’in özellikle İmamoğlu’ndan gelebilecek hamlelere karşı ön alma operasyonunda olduğu anlaşılıyor. Özel, liderliğini tahkim edebilmek için yeni yöntemler bularak destek tabanını genişletmeye çaba harcıyor. Bu bakımdan, enerjisini parti içindeki güç mücadelesine harcayıp koltuğunu sağlama almak, Özel açısından daha gerçekçi bir yaklaşım.
Genel başkanlığı süresince Kılıçdaroğlu’nun sert ve çatışmacı bir yaklaşıma ve söyleme sahip olduğu bilinen bir durum. Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz sonrasında etkili olan Yenikapı Ruhu’nun kısa süreli etkisi istisna bırakılırsa hemen her konuda hükümetle zıtlaşmayı tercih etti. Üstelik güvenlik ve dış politika marjında gelişen ve devletin bekasını ilgilendiren sorunlar karşısında da bu anlayıştan vazgeçmedi. Mesela Suriye’de Esad yönetimine destek vermekten kaçınmadı; iç siyasette de terörle arasına mesafe koymayı reddeden HDP’yle hemen her konuda uzlaştı. Buna karşılık, Özel, büyük ölçüde yeni bir tarzla selefinden farkını ortaya koymayı amaçlıyor. Burada ilk çelişkili konuysa HDP’nin halefi DEM Parti ile konulamayan mesafe. Ancak CHP özellikle büyükşehirlerde belli bir oranın üzerinde kalabilmek için DEM Parti desteğine muhtaç. Bu nedenle, Özel, bir taraftan Kılıçdaroğlu dönemindeki yönetim anlayışından ayrılırken diğer taraftan da kapana sıkışma tehdidiyle karşı karşıya. Yumuşama politikalarından Özel’in üzerindeki bu baskıyı kaldırmak için de yararlanmak isteyeceği söylenebilir. Buna karşılık, İmamoğlu’nun da bu noktada devreye girip Özel’in boşalttığı alanı doldurmaya çalışması muhtemeldir. İmamoğlu, iktidarla mücadele açısından başlıca aktörün kendisi olduğunu göstermek ve fiilen mevcut CHP liderliğinin üzerine çıkmak için gerginliğin dozunu artırmayı tercih edecektir. Özel’in de rol kaptırmamak için dilini yeniden sertleştirmesi sürpriz olmayacak.
Kemikleşmiş Güvenlik Politikaları Mevcut
Bu noktada bir gerçeğin altını çizmek gerekir: Siyasetin yumuşaması, Türkiye’nin güvenlik anlayışının ya da dış politikada izlediği güçlüden değil haklıdan yana olma çizgisinin değişmesi anlamına gelmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugüne kadar terörle mücadele açısından sınır içinde ve ötesinde yapılan operasyonlar, FETÖ’yle mücadele, Suriye ve İsrail politikaları gibi pek çok başlıkta zaman zaman yabancı devletlerden gelen baskılara da rağmen asla taviz vermedi. Tüm bu süreçte, muhalefet Erdoğan’ın tam karşısında konumlandı. Muhalefet, herhangi bir konuda politika geliştirirken Erdoğan’ı adeta nirengi noktası gibi aldı. Bu durum, siyasetin gerilmesine ve seçmenlerin kutuplara itilmesine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, her durumda kendi kitlesini izlediği politikaların doğruluğuna ikna etti. Özellikle yerli ve milli üretim konusunda topluma ciddi anlamda özgüven aşıladı. Büyük oranda terörle mücadele kapasitesinin artırılması için geliştirilen savunma teknolojisi, Türkiye’nin temel güvenlik sorunlarını büyük oranda çözdüğü gibi dış politikada da itibarını yükseltti. Bu süreçte, Erdoğan’ın yanında partisi dışında yalnızca Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP vardı. CHP başta olmak üzere muhalefet neredeyse tüm bu politikalara karşı çıktı. Karabağ’da Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın Türkiye’nin desteğiyle yürüttüğü savaş ve ardından kazanılan zafer bile muhalefet cephesinde yankı bulmadı.
Politika Çekişmeleri Siyasetin Doğasından
Siyasette yumuşamanın gerçekten anlam ifade edebilmesi için yukarıda sayılan temel başlıklarda muhalefetin, iktidarın bugüne kadar izlediği çizgiye gelmesi gerekiyor. Bunun tersini düşünmek, yani AK Parti’nin güvenlik ve uluslararası ilişkiler politikalarında bir değişiklik olmasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil. Buna karşılık, CHP’nin temel meselelere yönelik geleneksel bakışının değişebileceğini düşünmek de iyimserlik olacak. Kaldı ki bir süre sonra Özel’in üzerinde bir baskı oluşması kaçınılmaz. İmamoğlu’nun CHP kamuoyunu ve partiyle bağlantılı medyayı yönlendirme açısından daha avantajlı olduğu gerçek. Özellikle basın mensuplarını etki alanına çekmek için CHP’nin İstanbul kanadının belediyenin imkanlarını da kullanabilmesi, doğal bir avantaj meydana getiriyor. İzlenen politikaların kendisi için tehlikeli olmaya başladığını düşündüğünde İmamoğlu’nun düğmeye basarak Özel aleyhinde propaganda makinelerini harekete geçirmesi beklenebilir. Bu durumda Özel’in geri adım atarak yeniden CHP’nin geleneksel kodlarına dönmesi sürpriz olmayacaktır. Daha açık bir ifadeyle, CHP liderliğinin iktidarla ilişki çerçevesindeki bu yaklaşımının somut politikalar söz konusu olduğunda ne ölçüde devam edebileceği şüpheli. Mesela DEM Parti (HDP) ile ilişkiler, bu bağlamda terör meselesi, dış politika sorunları, laikliğin yorumlanma şekli, Batı dünyasıyla ilişkiler, İslam ülkelerine yönelik yaklaşım gibi çok sayıda farklı konuda CHP’nin radikal bir politika değişikliğine gitmesini beklemek hayalcilik olacaktır. Zaten CHP’nin elitleri de çekirdek kitlesi de bu tür bir değişim arayışında genel başkanın yanında saf tutmayacaktır.
Elbette siyasetin nezaket kuralları çerçevesinde yapılması ve buna paralel şekilde toplumdaki kutuplaşma dinamiklerinin azalması her zaman tercihe şayandır. Siyasetteki gerilimin düşmesi, insanlar arasındaki ilişkinin de daha ılımlı bir yere oturmasını sağlayacaktır. Ancak siyasetin doğasında rekabetin, çekişmenin ve bunun uzantısı olarak gerektiğinde sert eleştirinin bulunduğunu da unutmamak gerekir. Ülkenin geleceğine yönelik politikalar açısından iktidar ve muhalefetin farklı yerlerde durmaları, siyasetin doğasının sonucu şeklinde kabul edilmeli. AK Parti ile CHP en baştan itibaren neredeyse tüm konularda farklı politikalar benimsediler. Bundan sonra da bu tercihlerin radikal bir şekilde değişmesi için sebep bulunmuyor. Kaldı ki CHP, kendi içinde iç çatışmalar ve iktidar mücadeleleri yaşarken söylem düzeyinde bir yumuşama, kısa vadeli etkileri dışında kalıcı ve gerçekçi bir sonuç üretmeyecektir. Nitekim CHP içindeki İmamoğlu başta olmak üzere çeşitli klikler bu politikanın kendileri için bir yarar sağlamadığını düşünüp tartışmaların yeniden sert bir iklime taşınması açısından gayret sarf edecektir.