Hukuk gündeminde, süresiz nafaka tartışmaları son dönemde önemli bir yer tutmaktadır. Esasen tartışılan husus, yargı uygulamasında yoksulluk nafakasına süresiz bir şekilde hükmedilmesinden kaynaklanan sorunlardır. Yoksulluk nafakası, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek tarafın geçimi için, diğer tarafın mali gücü oranında ödemesi öngörülen nafakadır. Evlilik birliğinde geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, boşanmadan sonra da devamı olduğu kabul edilen yoksulluk nafakası, ahlaki değerlere ve sosyal dayanışma düşüncesine dayanmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 175. Maddesi uyarınca, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir”. Bu şekilde, mahkemenin yoksulluk nafakası ödenmesine karar verebilmesi için; evliliğin boşanma ile sona ermiş olması, yoksulluğa düşen tarafın nafaka ödenmesini talep etmiş olması, nafaka talep eden tarafın boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması, nafaka talep eden tarafın kusurunun nafaka talep edilen tarafın kusurundan daha ağır olmaması ve nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek mali güce sahip olması gerekmektedir.
Mahkemeler, yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verebilir. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hallerinde ise nafaka mahkeme kararıyla kaldırılır (TMK - 176. Madde).
Yargıtay, yerleşik içtihatlarında, kanunda geçen “süresiz” ifadesini hakimi bağlayan bir zorunluluk olarak görmekte; nafakanın süre ile sınırlandırılamayacağını kabul etmektedir. Ancak kanunda yoksulluk nafakasının süresiz hükme bağlanacağına ilişkin herhangi bir emredici hüküm bulunmamaktadır. Mahkemelerin, nafaka taleplerini somut olayın koşullarını inceleyerek belirli süreli veya süresiz şekilde karara bağlaması mümkündür. Bu bağlamda nafakanın süresine ilişkin tartışmalar mevzuattan ziyade yargı uygulamasından kaynaklanmaktadır.
Uygulamadan Kaynaklanan Sorunlar
Uygulamada süresiz nafaka, tabiri caizse hukuki bir prangaya dönüşmüştür. Ömür boyu nafaka ödeme yükümlülüğü, taraflar arasındaki menfaatler dengesini bozmaktadır. Süresiz nafaka, boşanan bireyin ekonomik kişilik haklarını orantısız bir şekilde sınırlamakta ve çeşitli sorunlara yol açmaktadır. 14 Mayıs 2016’daki “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nda şu ifadeye yer verilmiştir:
“Çok kısa süren (birkaç gün), hatta fiili birliktelik gerçekleşmemiş ve/veya eşit kusurluluk halindeki boşanmalarda, eşlerden birinin süresiz olarak yoksulluk nafakası ödemesinin, bu nafakayı ödeyen eş için orantısız bir ceza haline geldiği ifade edilmiştir. Yoksulluk nafakasının süresiz olarak verilmesi, bir sorun olarak belirtilmiştir. Bunun aynı zamanda kadının güçlenmesinin önünde bir engel olduğu da söylenmiştir.”
Süresiz nafaka uygulamasının yol açtığı başlıca sorunlar şu şekilde sıralanabilir:
- Birkaç gün, hafta veya ay sürmüş yahut fiilen hiç gerçekleşmemiş evliliklerde, boşanma sonrası ömür boyu nafaka ödenmesi hakkaniyete aykırı bulunmaktadır.
- Ömür boyu nafaka ödemekle yükümlü olan taraf, ekonomik ve kişisel geleceğini özgürce belirleyememektedir. Çocuksuz ve kısa süreli evlilikler için süresiz nafakaya karar verilmesi, kişilerin hayatlarına yön vermelerine ve yeniden evlenmelerine mani olabilmektedir.
- Süresiz nafaka ödeme yükümlüsü, yeniden evlenmek istediğinde başta ekonomik olmak üzere çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunları aşıp yeniden evlendiğinde ise her ay ödediği nafakalar geçinme, yeni evliliği sürdürme, çocuk sahibi olma gibi konularda engel teşkil etmektedir.
- Nafakanın ödenmemesi halinde, nafaka alacaklısının ekonomik durumu daha da kötüleşmektedir. Nafaka yükümlüsü ise nafaka borçlarını ödemediğinde icra takipleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Keza, İcra ve İflas Kanunu’nun “Nafakaya İlişkin Kararlara Uymayanların Cezası” başlıklı 344. Maddesi uyarınca nafaka ödemeyen yükümlüler, alacaklının şikayeti üzerine hapis cezası ile cezalandırılmaktadır.
- Süresiz nafaka alacaklısı, nafakanın kesilmemesi için gayrı resmi birliktelikler yaşayabilmekte; evlilik dışı çocuk sahibi olabilmektedir.
- Nafaka ödeme yükümlülüğünü sona erdirmek üzere, nafaka alacaklısının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşadığı, yoksulluğunun ortadan kalktığı ya da haysiyetsiz hayat sürdüğü iddiaları ileri sürülmekte, alacaklının özel hayatına müdahale edilmektedir.
- Yoksulluk nafakasının süresiz olması, ileride nafakanın artırılması, nafakanın azaltılması veya nafakanın kaldırılması davalarının açılmasına sebep olmaktadır. Taraflar boşansa da, aralarında hukuki çatışmalar devam etmektedir.
- Süresiz nafaka, nafaka alacaklısını kendi ayakları üzerinde durmak ve çalışmak yerine nafaka geliri ile geçinmeye yöneltebilmektedir. Yahut ilgili tarafın çalışma isteği olsa bile, nafaka aldığı için ailesi tarafından çalışmasına karşı çıkılabilmektedir. Keza, nafaka gelirinin kesilmemesi için, nafaka alacaklısı tarafın sosyalleşmesi, yeniden evlenmesi engellenebilmektedir.
- Süresiz nafakanın bir kazanılmış hak gibi görülmesi neticesi, evlilik kurumu hayat sigortası gibi görülerek anlam ve değer yitirmektedir. Evliliğin sona ermesi halinde kişinin karşı karşıya kalacağı yükümlülükler, evlilik kurumuna mesafeli yaklaşılmasına yok açmaktadır. Evlenme oranı azalırken, boşanma oranları artmaktadır. Bu tartışmalardan en fazla zararı görenin evlilik kurumunun bizatihi kendisi olduğu söylenebilir.
Yoksulluk nafakasının tayininde iki temel ilke rol oynamaktadır. Bu ilkeler, evlilik sonrası dayanışma ilkesi ve boşanma sonrası kendi kendini geçindirme; diğer bir ifade ile kişisel ekonomik sorumluluğunu yüklenme (clean break) ilkesidir. Türk hukukunda, evlilik sonrası dayanışma ilkesi egemen olup, bu dayanışmanın kural olarak ömür boyu sürebileceği kabul edilmektedir. Türk Medeni Hukuku’nun kaynağı olan İsviçre hukukunda ise evlilik sonrası dayanışma ilkesi, kişisel sorumluluk ilkesiyle sınırlanmış; 2000’de yürürlüğe giren kanun değişikliği çerçevesinde yoksulluk nafakasının miktar ve süresinin tayininde evliliğin süresi, müşterek çocuğun bulunup bulunmaması ve bu çocuğun bakımı, iş gücü ve iş bulma olanakları, sağlık durumu gibi kıstaslar kabul edilmiştir (ZGB Art. 125).
İsviçre hukukunda, kısa süreli (5 yıldan az), orta süreli (5-10 yıl arası) ve uzun süreli (10 yıldan uzun) evlilik ayrımı nafakanın tayininde dikkate alınan kıstaslardan biridir. Alman hukukunda, kişisel sorumluluk ilkesi asıl olup; kanundaki istisnai hallerde yoksulluk nafakasına hükmedilmesi mümkündür (BGB-1569). Yabancı hukuk sistemlerinde, yoksulluk nafakasının süresinin tayininde, hakime takdir yetkisi tanınmaktadır.
Olaya Özgü Karar
Süresiz nafaka sorununu çözmek üzere çeşitli çözüm önerileri sunulmaktadır. Bu önerilerde, evliliğin süresi ile orantılı nafaka ödenmesi ön plana çıkmaktadır. İsviçre hukukundaki gibi evlilik süreleri ile orantılı olarak kademeli nafaka sürelerinin tayini düşünülebilir. Ancak her olaya uygulanacak kesin süre sınırları koymak mevcut mağduriyetleri giderirken yeni mağduriyetlerin doğmasına yol açabilir. Zira nafaka alacaklısının iş gücü ve imkanı ile sağlığı, müşterek çocuğun yaşı, bakım ihtiyacı süreden bağımsız olarak yoksulluktan çıkmasına engel olabilir. Hakimin, somut olayın koşullarına göre tarafların yaşı ve sağlık durumları, evlilik süresi, müşterek çocukları, eşlerin evliliğe katkısı, iş gücü ve iş bulma olanakları, malvarlıkları ve gelirleri gibi hususların tamamını dikkate alarak nafakanın miktar ve süresini belirlemesi hakkaniyete uygun bir çözüm olur.
Türkiye’de boşanma sonrasında geçimini sağlayamayan taraf genellikle kadın olduğu için, süresiz nafaka tartışmaları kadın hakları ekseninde yoğunlaşmaktadır. Süresiz nafakadan kaynaklanan sorunların kadının durumunu ağırlaştırmadan, bilakis ekonomik ve sosyal varlığını daha da geliştirecek şekilde çözümlenmesi gerekir. Anayasa’nın 41. maddesi uyarınca, devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle kadının ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır. Bu hükme uygun olarak, TBMM’de oluşacak bir uzlaşıyla Yargı Reformu’nun ikinci paketinde soruna çözüm bulunması beklenmektedir.