Kriter > Dosya > Dosya / Yeniden Trump |

Trump’ın İkinci Döneminde Türkiye-ABD İkili İlişkilerinden Ne Bekleyebiliriz?


Trump’ın İkinci Döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinden ne bekleyebiliriz, sorusuna yanıt vermek için üç faktörü; Türkiye’nin çevresinde büyük ve sıcak çatışmaya dönüşmüş iki krizi, Türkiye-ABD ilişkilerindeki uzun süreli sorunlar kümesini ve Ankara-Washington hattında işleyen zarar kontrol mekanizmalarını ve bunların hangi pozisyonlarda hangi sonuçlara yol açacağını tahmin ve hesap etmek gerekir.

Trump ın İkinci Döneminde Türkiye-ABD İkili İlişkilerinden Ne Bekleyebiliriz

ABD seçimleri, 5 Kasım’da sona erdi ve seçim öncesi anketlere de yansıyan muğlaklığın aksine Trump adına kesin bir zafer ile neticelendi. Sandık, Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre’nin de çoğunluğunu kazandığı bir şekilde noktalandı. Yasama ve yürütme üzerinde Cumhuriyetçi Parti’nin ağırlık kazanması, Cumhuriyetçi Parti içinde Trump’ın ezici bir üstünlüğünün olduğu bir döneme denk geldiğinden, iki tür bir beklenti oluştu. Gözlemciler, bir yandan iki aylık geçiş döneminin daha rahat, siyasi açıdan daha sorunsuz olarak geçeceğini düşündüler, diğer yandan da seçim kampanyası çerçevesinde Trump’ın ipuçlarını verdiği, ABD’yi yeniden büyük yapmak ile ilgili radikal dönüşümün kolaylıkla gerçekleşeceği ile ilgili yorumlar yapıldı. Eğer gidişat sadece bu iki yönelimi işaret etseydi, Trump’ın İkinci Dönemi ve Türkiye-ABD ilişkilerinden ne bekleyebiliriz sorusuna yanıt vermek, belki biraz daha kolaydı. Oysa, daha ilk haftalarda kafaları karıştıran bazı gelişmeler oldu.

ATACMS’lerin Ukrayna’da kullanılma kararı sonrası Mike Waltz’un yaptığı açıklamalar, Biden-Trump geçiş döneminde pragmatizmin etkili olacağını gösteriyor. Dolayısıyla Trump, dış ve güvenlik politikasını şekillendirirken iç dengeleri tamamıyla göz ardı edebilen radikal bir dönüşümcüden ziyade pragmatik bir pazarlıkçı olarak davranabilir. Bu Trump için kullanılan öngörülemez, ne yapacağı konusunda kesin bir şey söylenmez tanımlamalarına da uyuyor. Belirsizliğin ve tahmin edilemezliğin tek sebebi, Trump’ın benimsemiş göründüğü son derece esnek pragmatizm değil. Bu pragmatizm ile yüz yüze kalan aktörlerin cayma ya da direnme kararlarının eşiğini de bugünden tahmin etmemizin zor oluşu. Dolayısıyla Ankara-Washington ilişkilerini etkileyecek olay ve krizlerin yönünü, bugünden kestirmemiz aslında zor. Bu girişten sonra Trump dönemi, Türk-ABD ilişkilerini belirleyecek üç temel faktörü sıralayabiliriz.

 

İlk Faktör: Türkiye’nin Çevresindeki Sıcak Çatışmalar

İlk faktör, değişimi bekleyebileceğimiz en önemli gelişme hattını da gösteriyor. ABD Başkanı Trump, seçim kampanyası esnasında Türkiye’nin çevresindeki iki büyük ve sıcak çatışmaya dönüşmüş krizi bitirme sözü verdi. Bu krizlerin sona ermesi, krizlerde el yükseltme stratejisi fütursuzca uygulandığından Ankara’yı rahatlatacaktır. Bunun dışında krizlerin sona ermesi, Türkiye’nin bölgesel istikrar uygulamalarına alan açabilir ve Ankara adına fırsat oluşturabilir.

 

Ukrayna

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bitmesi, doğrudan Karadeniz güvenliği ile ilgili. Savaş sonucunda nasıl bir anlaşmaya ulaşılacağı önemli olmakla beraber, Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunda ve Kırım’da ele geçirdiği toprakların büyük kısmını elinde tuttuğu bir senaryoda, Ankara’nın endişelenmesi için büyük bir sebep yok. Türkiye, NATO caydırıcılığını haiz, Karadeniz’de donanma sahibi, Türk boğazlarının egemen kontrolüne sahip, Rusya ile de iyi geçinebilen bir aktör. Ankara ve Moskova arasında önemli iş birliği çerçeveleri var. Rusya’nın savaştan yorgun olarak çıkacağı; Ortadoğu, Kafkasya, Türk dünyası hattındaki gelişmeler için Türkiye ile görüşmek isteği içinde olacağı da unutulmamalı. Dolayısıyla savaş sona ererse “nükleer tehdidin” gün aşırı kullanıldığı ciddi bir çatışma hattının sona ermesi Türkiye’yi rahatlatacaktır.

Ukrayna’nın imarı, güvenlik yapısını inşası ve/veya Ukrayna’ya verilecek güvenlik garantileri konusunda Türkiye, Ukrayna ve ABD beraber çalışma şansını da bulabilirler. Ayrıca, olası bir barış anlaşması sonrasında üç yıllık savaşın bıraktığı tüm pürüzlerin giderilemediği bir ortamda Ankara, Kiev ve Moskova arasında daha önce başarılı olmuş arabuluculuk/kolaylaştırıcılık rolüne geri dönebilir. Daha önce, Türkiye’nin bu rolü hem Moskova hem Washington tarafından söylem düzeyinde şükran ile karşılanmıştı. Ancak bazı Batılı düşünce kuruluşlarının Rusya’nın izole edilmesi fikrini çok sert dillendirdikleri ve Rusya ile temasta olan her aktörü “eksen kayması” ile suçladıkları hatırlanacaktır. Bu tür bir suçlamanın yapılması için Trump dönemi uygun bir zemin oluşturmayacaktır. Bu çerçevenin sorunsuz işlemesi, Türkiye’ye Avrupa güvenliğine katkı açısından gri alanda (Ukrayna, AB ve NATO üyesi olmadığı ama Avrupa güvenliğini doğrudan etkilediği için) yeni bir saha açabilir. Bu saha, Türkiye ve ABD diyaloğunda bir arada çalışabilirliği gösteren bir basamak olabilir. Bunun ötesinde barış ortamından kazanç elde edebilecek sonuçların ortaya çıkması pek çok faktöre bağlı. Türkiye’nin Doğu-Batı enerji transit rejimlerinde merkez rolünü güçlendiren iş birliği imkanları çıkabilir. Türk Akımı boru hatlarının varlığı bu açıdan önemli bir örnek. Ama burada Trump’ın ilk döneminde izlediği ABD kaynaklı LNG merkezli politikası unutulmamalı. Trump, ABD LNG’sinin pazar payını düşürebilecek, rakiplerin pazar payını yükseltecek enerji projelerine soğuk bakmakla kalmamış, bu doğrultuda baskı uygulamaktan da çekinmemişti.

 

Ortadoğu

Ortadoğu’da İsrail ve çevresindeki çatışma ekseninin durulması bölgesel savaş ya da Lübnan’da olası İsrail işgali gibi senaryoları son derece rahatsız edici bulan Ankara’yı rahatlatacaktır. Bu satırlar yazılırken İsrail, Lübnan ile ateşkesi kabul etmişti dolayısıyla tansiyonun düşmesi konusunda, Trump’ın İsrail ve İran’ı ABD ile doğrudan ya da dolaylı biçimde görüşmeye/pazarlığa ikna edebileceği konusunda olumlu bir işaret olarak okundu bu durum. Fakat Ortadoğu çatışmasında esas, bölgesel bir güç dengesinin kurulması sorunu. Trump, bunun için mimarı da olduğu İbrahim Anlaşmaları modeline geri dönebilir. Türkiye, bölgesel de-eskalasyonu desteklemekle beraber bu modelin işleyeceğini üç nedenle düşünmüyordu. İlki, modelin Filistinliler yokmuş gibi davranmasıydı. Ankara’nın, aynı modelin aynı ruhla geri dönmesinin benzer sonuç üreteceği uyarısını Washington’a yapması beklenebilir. Tabii burada bir başka belirleyici de bölgedeki Arap devletlerinin (özellikle Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi aktörlerin) bu hususta nasıl bir yol izleyecekleridir.

İkinci mesele, İbrahim Anlaşmaları ile ortaya çıkan iş birliği ekseninin, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi sınırlamaya çalışan eksen ile üst üste binmesiydi. Bugün bölgede konjonktür 2017’den çok farklı ama ABD’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a yönelik desteğinin değişmesini beklememeliyiz. Hem Rusya’ya karşı hem İsrail-Lübnan hattındaki gelişmeler, ABD’nin Atina ve Güney Lefkoşa ile askeri iş birliği açısından daha sıkı fıkı olmasını beraberinde getirecektir. Türkiye, elbette Kıbrıs adasında iki toplum arasındaki dengenin bozulmasına neden olabilecek her türlü adıma karşı ve bu konuda ABD’nin bazı politikaları, Ankara tarafından eleştirilmeye devam edecek. 2017’den farklı olarak bugün Ankara-Kahire, Ankara-Atina ilişkilerinin iş birliği, tansiyon düşürme adımlarını öne çıkarttığını görüyoruz. Dolayısıyla bölgesel kutuplaşma atmosferi çok keskin olmadıkça Türkiye ve Washington arasındaki uyuşmazlıklardan doğan memnuniyetsizlik, eylem ve söylem bağlamında daha rahat yönetilebilir.

Ankara’nın İbrahim Anlaşmalarında rahatsız olduğu üçüncü husus ima edilen bir eksen siyasetine dayanmasıydı. Buna göre İran’ın sınırlandırılması için İsrail’in güvenliğinin ötesinde gücünün ve politika belirleme önceliğinin merkeze oturduğu bir çerçeve öneriliyordu. Türkiye İran’ın sınırlandırılmasından büyük bir rahatsızlık duymamakla berber İsrail’in revizyonizminin cesaretlendirilmesinin ortaya çıkaracağı komplikasyonları öngörebilmiş bir aktördü. Bugün aynı modelin aynı komplikasyonlarla geri dönüşü, Ankara adına rahatlık oluşturmayacaktır. Ankara, İran ve İsrail’in karşılıklı sınırlandığı, karşılıklı güvenlik endişeleri açısından yatışabildiği güçler dengesi fikrine yakın modelleri tercih eder. Ayrıca bir gün denge bu tür bir yatıştırma, karşılıklı sınırlama üzerinden kurulma yoluna girerse, Türkiye, İsrail-İran ve çatışmaya taraf olmuş çeşitli aktörler arasında kolaylaştırıcı bir rol de oynayabilir. Bu tür modeller, doğrudan ABD çıkarlarına aykırı değil; öyleyse ABD’nin İran ve İsrail’i nerede sınırladığı/neye ikna edebildiğine ve Washington’ın ne istediğine bağlı olarak Washington ve Ankara bölge politikalarında birbirinin işini kolaylaştırdıkları bir zemin de yakalayabilirler.

200 Komando Zeytin Dalı Harekatı için Bingöl Havalimanı'nda
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hudutlar ile bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak, Afrin bölgesinde PKK/KCK/PYD-YPG ve DEAŞ mensuplarını etkisiz hale getirmek, dost ve kardeş bölge halkını terör örgütü üyelerinin baskı ve zulmünden kurtarmak için 20 Ocak’ta başlatılan “Zeytin Dalı Harekatı” ilk gününden bu yana Anadolu Ajansı tarafından fotoğraflarla dünya kamuoyuna aktarılıyor. Bingöl'de 200 komando, Suriye'nin kuzeybatısındaki Afrin bölgesinde terör örgütlerine yönelik başlatılan Zeytin Dalı Harekatı'na katılmak üzere bölgeye gitti. Komandolar, Bingöl Havalimanı'nda düzenlenen törenle uğurlandı. (Abdullah Çelik / AA, 21 Mart 2018)

 

İkinci Faktör: Daimi Sorunlar

Trump dönemi Türkiye-ABD ilişkilerinin yönünü tahmin etmek için bakacağımız diğer bir faktör, uzun süreli sorunlar kümesi. Bu kümedeki sorunların uzun dönemli olmasının bir nedeni var. Sadece başkanlar arası diyalogla çözülemeyen, ABD’nin ve Türkiye’nin dünyayı/bölgeyi/güvenlik risklerini nasıl gördüğü ile alakalı meselelerden bahsediyoruz. İlk akla gelen elbette ABD’nin PKK’yı vekil aktör olarak kullanması ve YPG meselesi. Bu mesele bugün son derece dinamik bir zemin üzerinde bir paket gibi duruyor. PKK/PYD; İran-İsrail, İran-ABD, ABD-Rusya rekabetlerinin hâlâ bir aracı, vekil bir aktör. Üstelik ABD, hasbelkader PYD’nin patronu olmaktan çekilir ve Suriye’de risklerle mücadele etme sorumluluğunu Türkiye’ye devrederse PYD’nin başka patronlar için çalışma dönemi de başlayabilir. Bu nedenle ABD adına, PYD en önemli/en güçlü vekil araç olmasa da İran-İsrail politikasının temel kontörleri belirlenmeden kolay kolay vazgeçilecek bir aktör değil. Bu aktörün mükemmel bir vekil aktöre dönüşmesi önündeki en önemli sınırlandırıcı güç ise Ankara.

Ankara’nın PKK politikası değişmeyecek. Bu noktada Türkiye, muhtemelen farklı pek çok senaryoya hazır olmak ve fırsat yakaladığında terörle mücadeleyi bir üst seviyeye taşımak için Washington ile diyaloğun yanında Rusya ve İran ile diyalog, Suriye ile normalleşme, Kürt siyasetinde açılım, Irak ile iyi ilişkiler, Süleymaniye’ye baskı gibi dosyaları da kapatmadan yan yana açık tutuyor. ABD’nin İran politikası ve İsrail’in Suriye politikası, sahayı mutlaka etkileyecektir. O etkiye göre Türkiye pozisyon alacak ve ABD ile Türkiye birbirine destek ya da köstek olmaya devam edecek. Suriye’deki ABD varlığı, ABD’nin çıkarları için hayati değil ama bu varlık altında güçlenmeye çalışan PYD, Türkiye için gerçek bir tehdit. Bu çerçevede Türkiye, Washington dahil pek çok aktörle angajman siyaseti geliştirebilir ama stratejik amacından (Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin ortadan kalkması) hiçbir taviz vermeyecektir. Terörle mücadeleden taviz vermeme kararlılığı, FETÖ için de geçerli ve FETÖ giderek bir Amerikan sorunu haline geliyor. Bu konuda Türkiye, ABD’yi uyarmaya devam edecektir.

İkinci sırada hatırladığımız sorun yumağı, S-400-F35-F16 süreçlerinde gördüğümüz anlaşmazlıklar. Türkiye’nin stratejik otonomi arayışı, ABD’de hangi yönetim olursa olsun çok sempatik görünmüyor. Trump da Rusya ve rakiplerin sınırlanmasını önemseyen bir figür. Transatlantik dünyada bu sınırlamanın aracı NATO. Trump’ın NATO konusunda müttefiklere bir açık çek vermediği biliniyor. Müttefiklerin kendi savunmalarından ziyade NATO ortak savunmasına katkı sağlaması gerektiğini söylüyor, ABD’nin bedava kimseyi savunmayacağını söylüyor. Ankara bilindiği üzere stratejik otonomi fikrini ve NATO sorumluklarını bir arada götüren bir aktör. Bu çerçevede NATO’nun caydırıcılığı için katkı sağlayan en önemli ortaklardan biri. Trump’ın ittifak içi saldırgan söyleminin doğrudan hedefi olmayacaktır. Ankara, Washington’dan teknoloji paylaşımı, Türk savunma sanayiinin gelişmesi konusunda daha fazla destek bekliyor. Washington’ın bu hususlarda çıkarttığı engeller, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan etkiliyor. Taraflar birbirinin nabzını yoklamaya devam edecektir ama Türkiye’nin hava savunma sistemlerine ihtiyaç duyduğu, bölgede füzelerin kullanıldığı aktif çatışmalar yaşandığı müddetçe S400’ler Türkiye caydırıcılığının parçası olarak kalacaktır. Elbette F-16 satış ve modernizasyonunun nihayete erdirilmesi dahil Türkiye teknoloji transferi ile ilgili fırsat yakalamaya çalışacaktır. Bu tür fırsatlar açılabilir de. Trump, her ne kadar NATO caydırıcılığını zayıflatan söylemlerde bulunsa da Rusya’nın ve Avrupalıların sınırlanmasında NATO’yu bir araç olarak değerlendirecektir. Dolayısıyla NATO savunma ve caydırıcılığının güçlü olmasına önem verecektir, bu da müttefiklerin, Türkiye dahil, daha donanımlı olması demek. Ortadoğu’daki denklem de ABD-Türkiye savunma teknolojisi iş birliğini güçlendirebilir (ya da aksi gelişmeler bu konudaki iş birliğine çelme takabilir): Eğer ABD, terörle mücadele ya da tehdidin dengelenmesi konusunda Türkiye’ye sorumluluğu aktarmaya (buck-passing) karar verirse; İsrail, İran, Suudi Arabistan/Körfez ülkeleri arasında oluşacak olası bir dengede bir denge tutucuya ihtiyaç duyarsa ve/veya ileride yeniden gündeme gelebilecek İsrail-Türkiye normalleşmesini motive etmek isterse.

 

Üçüncü Faktör: Zarar Kontrol Mekanizmaları

Trump dönemi Türkiye-ABD ilişkilerinin yönünü tahmin etmek için bakacağımız üçüncü faktör, Ankara-Washington hattında işleyen zarar kontrol mekanizmaları. Bu mekanizmaların bir kısmı kurumsallaşmış durumda, NATO gibi. Bir kısmı kurumsallaşmakta, işleyen Stratejik Mekanizma Diyaloğu gibi. Ama Trump döneminde, zarar kontrolü açısından en etkili olmasını beklediğimiz mekanizma, Trump-Erdoğan arasında yani doğrudan liderler seviyesinde kurulmasını beklediğimiz diyalog. Birinci Trump döneminde böyle bir diyalog vardı ve seçim sonrasında taraflar arası telefon görüşmesinin rahatlıkla gerçekleşmesi, lider düzeyi bağlantı kurmakta bir sorun yaşanmayacağını bize gösteriyor.

Sonuçta Türk-Amerikan ilişkilerinde zarar kontrol mekanizmaları işleyecektir, tabii daimi sorunlar da ikili ilişkilere zarar vermeyi sürdürecektir. Ancak Türkiye’nin çevresindeki çatışmalara yönelik ABD bakışı Ankara için bazı fırsat ve kazanç alanları oluşturabilir. Bu da Ankara’yı ABD ile ilişkilerini kompartımanlaştırma, pragmatizm çerçevesinde değerlendirmek konusunda cesaretlendirecektir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası