Elit teorisi incelendiğinde, birkaç temel ilke öne çıkar. Bunlardan ilki, toplumu iki katmana ayırarak incelemesidir: (i) yönetici sınıfını oluşturan elitler ve (ii) yönetilen kitleler/kalabalıklar. Türkiye’de popüler jargonla ifade edersek, ilk grubu “vatandaşlar”, ikinci grubu ise “halk” oluşturmaktadır. Bu nedenle, vatandaş – halk ayrımı, bir şekilde elit teorisine dayanmaktadır. Elitlerin kurguladığı Türkiye’deki çağdaşlaşma süreci, bu ayrımı meşrulaştırıcı bir yöntem izlemiştir. Hiçbir zaman halkın, kendisini yönetecek kadroları seçebilecek bir bilince sahip olduğuna inanmadılar. Bu nedenle, ülkenin uzun süre tek parti tarafından yönetilmesinde bir sakınca görmediler. Yönetici kadronun, yalnızca makbul gördükleri vatandaşlardan oluşmasına öncelik verdiler.
Öbür yandan, halkı referans alarak hareket ettiklerini iddia eden Türk solundaki bazı akımlar, proleterleri merkeze koymak yerine, “zinde kuvvetler”in yönetimini savunmuşlardır. Bu yaklaşım, halkın geniş kitlelerinin çıkarlarını değil, daha dar bir elit grubunun egemenliğini savunan elitist bir bakış açısına dayanmakta ve toplumsal değişim için halkın iradesini ikinci plana atmaktadır. Çünkü bu kesimler, halkın istenilen bilinç seviyesine ulaşmadığını düşünmüşlerdir.
İkinci temel ilke, birinci ilke ile bağlantılı olan elitlerin egemenliğidir. Elit teorisi, güç ve iktidarın az sayıda kişinin elinde toplanması gerektiğini savunur. Bu teoriye göre, elit olarak nitelendirilen azınlık, çoğunluğun istek ve ihtiyaçlarından bağımsız olarak kararlar alır. Çünkü elit grup, genellikle eğitimi, ekonomik gücü, kültürel sermayesi ve sosyal ilişkileriyle toplumun geniş kesimlerinden ayrılır. Bu yüzden elit grubun rasyonel bir zeminden hareket ettiği öne sürülürken; kalabalıkların daha çok pragmatist bir şekilde hareket ettiği iddia edilmiştir. Pragmatizm ise halkın geneli için faydalı değildir. Bu nedenle pragmatist olan kitleler, neyin iyi neyin kötü olduğunu kendileri belirleyemezler. Türkiye’de bazı inkılapların “halka rağmen, halk için” yapılmasının arkasında da bu düşünsel çerçeve yer almaktadır. Halkın küçümseyici bir anlamda kullanılması da bu düşünceye dayanmaktadır.
Üçüncü temel ilke, kaynakların dağılımıyla ilgilidir. Elitlere göre, kaynaklar toplumun tüm kesimlerine eşit bir şekilde dağıtılmamalıdır. Ülkenin kaynakları, sadece ülkenin “âli menfaatlerini” gözeten azınlık arasında paylaşılmalıdır. Elitler, pragmatist ve oportünist isteklerden arındıkları için, kaynakların yönetimini en uygun şekilde kullanacaklardır. Bu nedenle ekonomik, kültürel ve politik güce sahip olmayı hedeflerler. Halk ise kaynaklardan sadece elitlerin uygun gördüğü kadar faydalanmalıdır.
Elitlerin, kendilerini pragmatist ve oportünist isteklerden arındıklarına inanmalarının arka planında bir pazarlama stratejisi bulunmaktadır. Devletin ideolojik aygıtlarını, bu strateji doğrultusunda kullanmaktan asla vazgeçmezler. Çünkü iktidarlarını korumak için makyavelist bir tutum sergilemeyi göz ardı etmezler. 1960 ve 1980 darbeleri, 28 Şubat post-modern darbesi, 1971 ve 2007 muhtıraları bir bakıma bu durumun tezahürüdür. Özellikle 28 Şubat post-modern darbesinde asker, medya, yargı, iş insanları ve cumhurbaşkanlığı gibi farklı elit grupları iş birliği yapmışlardır. Bu iş birliğinin temelinde kazanımların kaybedilme ve halkın etken olma potansiyelinin ortadan kaldırılması yatmaktadır. Bu noktada 1982 Anayasası’nın şekillendirdiği Çankaya siyaseti, elit grupların temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır.
Çankaya Siyaseti
Çankaya siyaseti olarak adlandırılan siyasi tutumun kökeninde elit teorisi bulunmaktadır. Çankaya siyaseti, Çankaya’da şekillenen ve ülkenin diğer bölgeleriyle halkın taleplerini pek fazla dikkate almayan bir siyasettir. Halk, eğitimden ve bilinçten yoksun olarak görülmüş ve ona alt sınıf muamelesi yapılmıştır.
Çankaya siyaseti, bir yandan halkı çağdaşlaştırmayı hedeflemiş ve ülkenin birçok politikasını bu amaç doğrultusunda şekillendirmiştir. Ancak politikalarını oluştururken halkın isteklerini dikkate almak pek de önemsenmemiştir. Bu nedenle, halka rağmen siyaset yapmayı bir sorun olarak görmemiştir. Sonuç olarak bu durum, devletin halktan kopuk siyasi politikalar üretmesine yol açmıştır.
Çankaya siyaseti, devletin temel ideolojisini hem halka dayatmak hem de uluslararası arenada önemli roller üstlenmek konusunda etkili olmuştur. Makbul vatandaş profili, Çankaya siyaseti aracılığıyla halka empoze edilmeye çalışılmıştır. Böylece, Çankaya, çağdaş devletin istediği toplumu inşa etme sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir.
Çankaya siyasetinin somutlaşmış hali, Ahmet Necdet Sezer’dir. Sezer, Çankaya siyasetinin “âli menfaatlerini” korumak amacıyla dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlatmaktan çekinmemiştir. Çankaya’nın talepleri, halkın taleplerinden daha öncelikli hale gelmiştir. Sezer’in halkla fazla iletişim kurmaması ve Ankara dışında yalnızca açılışlar, resmi törenler, kültürel etkinlikler ve yüksek yargı ziyaretleri gibi etkinliklerle yer alması, Çankaya siyasetinin halktan kopukluğunu pekiştirmiştir. Cumhurbaşkanı, bir yandan cumhurla iletişim kurmaktan uzak durmuş, diğer yandan elit grupların çıkarlarını temsil eden bir konumda kalmıştır. Tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı, elitlerin safında yer almıştır.
Çankaya siyasetinin elitlerle olan ilişkisine popülist siyasetçi Süleyman Demirel dönemi de misal verilebilir. Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde gerçekleşen 28 Şubat post-modern darbesi sırasında elit gruplarla iş birliği yapmaktan çekinmemiştir. Demirel, bu dönemde Çankaya siyasetini benimsemiş ve halkın oylarıyla iktidara gelmiş olan Refahyol hükümetine karşı cephe almaktan kaçınmamıştır.

Halktan Kopuk Siyaset
Elitleri merkeze alan siyaset, yalnızca Çankaya’yı etkilemekle kalmamış, birçok siyasi parti de elit reaksiyonlar sergilemiştir. Bu partilerin en önemli özelliği, partilerini Ankara’dan yönetmeye çalışmalarıdır. Ankara’dan yönetilen siyasetin en temel özelliği ise Çankaya siyasetinde olduğu gibi, halktan kopuk olmasıdır.
Siyasi partiler, doğal olarak bir kısım elit yöneticilere sahip olacaktır. Ancak asıl sorun, siyasi partinin tüm yöneticilerinin elitist tutumları benimsemesidir. Bir siyasi partinin tüm yönetici kadrosu halkla teması kesmişse bu partinin siyasi başarı kazanma olasılığı oldukça düşüktür. Elitist siyasetin cazibesi bulunsa da en nihayetinde siyaset, halkla kurulan temas üzerinden anlam kazanır.
Burada yalnızca seçim dönemlerinde kurulan temastan bahsetmiyorum. Her parti, seçim dönemlerinde ister istemez halkla temas kurmak zorunda kalmaktadır. Ancak bu temaslar yalnızca seçim dönemleriyle sınırlı kaldığında, hiçbir parti ve aday kalıcı başarı elde edemez. Türk siyasi tarihine bakıldığında hem genel seçimler hem de yerel seçimler, bu durumu gözler önüne sermektedir. Bu seçimlerde başarılı olan birçok adayın halkla olan ilişkisi, başarının bazı püf noktalarını bizlere göstermektedir.
Halkın Sesi
Siyasi partiler, enfüsi yapılarında doğal olarak halkın sesini barındırmalıdır. Ancak bu, halkın sesinin kendiliğinden siyasi partilerin genel merkezine ulaşacağı anlamına gelmez. Siyasi partiler, bu sesle buluşmadan halkın oyunu alamazlar.
Elitist siyasetçiler, halkın sesine kulak verme çabalarını çoğu zaman küçümserler. Bulundukları makam fark etmeksizin, makama erişmenin siyasetçilere verdiği rehavet, halkla aralarına görünmez dağlar inşa etmelerine neden olabilir. Bir siyasetçiyi gerçekten siyasetçi yapan en önemli noktalardan biri, bu görünmez dağları yıkabilme potansiyelidir.
Türkiye’de popülist siyasetin başarılı olmasında da bu durum önemli bir rol oynamaktadır. Birçok siyasetçinin hoş karşılamadığı popülizm, halkın sesine kulak verme imkânı sunmaktadır. Türkiye’deki elit grupların popülist siyasetten rahatsız olmalarının temel nedenlerinden biri de popülizmin bir şekilde halkın sesine kulak vermesidir.
Başlıkta yer alan soruya dönecek olursak, Türkiye’de elitist siyasetin belli bir azınlıkta karşılığı olabilir ancak başarı ihtimali oldukça zayıftır. Halka rağmen yapılan siyaset, siyasi partileri genel merkez ve il başkanlık binalarına hapseder. Bu yüzden Çankayavari bir elitist siyaset tarzı, siyasi partilerin halkla temas kurmalarının önündeki en büyük engeldir.