Müslümanlar için huzur ve bereket ayı olan Ramazan-ı Şerif, Türkiye’de her sene farklı tartışma konularını beraberinde getiriyor. Çünkü Türkiye’de kendini laik, seküler, Atatürkçü ya da Cumhuriyetçi olarak tanımlayan birçok kişi için iktidara muhalif olmak çoğu zaman İslami değerlere muhalif olmakla aynı anlamı ihtiva ediyor. Siyasi kültürümüzde laik ve seküler devlet anlayışı, dini gereklilikleri yasaklayan ve bireylerin dini vecibelerini ne zaman, nasıl, nerede yerine getirecekleri konusunda söz hakkına sahip otoriter bir anlayış olarak yerleşmiş durumda. Bu sebepledir ki; vaktiyle kadınların nerede ve ne şekilde başörtüsü takmaları gerektiği konusunda ahkam kesenler, bugün de kimin oruç tutup tutmayacağı ya da orucunu nerede açıp açamayacağı konusunda hüküm verme hakkını kendilerinde buluyor. Ramazan-ı Şerif’in ilk haftası sahada oruç açan futbolculara karşı yapılan saygısızlık ve Halk TV'nin eski Genel Müdürü Şaban Sevinç’in “Ramazan ertelensin” teklifi, bu zihniyetin modern yorumları olarak karşımıza çıkıyor.
Vesayet Virüsü
Bütün dini ve milli değerlerin karşısına Mustafa Kemal Atatürk ve seküler devlet inancını yerleştiren vesayetçi zihniyetin zorunlu yaptırımlarına karşı insanların verdiği tepkiler, düzen karşıtlığı ve Atatürk düşmanlığı olarak yorumlandı. Sekülerizmin, bireyleri resmi görev ve sorumluluklar dışında bütün değerlerden soyutlayan bir yönetim şekli olmayıp, bunları belirli ölçütlere göre devlet sistemi içinde düzenleyen bir mekanizma olduğu, bir türlü kabul edilmedi. Sonuç, 2021’in Türkiye’sinde futbolcuların oruç tutması ve maç esnasında oruç açmaları eleştirilere konu olmaya yetti. İnsan sormadan edemiyor; futbolcular kendilerini yalnızca futbola adamış ve dini görevlerini yerine getiremeyecek kişiler midir? Ya da biz “futbolcuların enerjiye ihtiyacı var, oruç tutmamalıdır” diyebilecek bir pozisyona sahip miyiz? Kadınlar üniversite okurken başlarını örtmesinler demekle, futbolcular maça çıkarken oruç tutmasın demek arasında ne fark var? Tüm bunlar meselenin özünü açıklayan sorular. Müslümanların hayatlarında dini ya da la-dini diye bir ayrım yoktur ve İslami yaşantı bir bütünlük içinde akıp gitmektedir. Müslüman telakkisinde, İslam tefekküründe din-dışı diye bir şey yoktur. Dine ya uygunluk vardır ya da uygunsuzluk. Din her şeye karışır, her hususta hükmü vardır. Bunun için la-dini diye bir şey yoktur. Maç yaparken oruçlu olmamak ya da üniversiteye giderken başını örtmemek gibi kısıtlamalar, bu bütünlüğü hedef alan eylemlerdir. Dolayısıyla maçta oruç açan futbolculara yönelik söylemler ve Ramazan-ı Şerif ertelensin kabilinden lakırdılar, vesayetçi zihniyetin farklı tonlarda kendini göstermeye çalışmasından başka bir şey değildir.
Vesayetçi Zihniyet Hala Baki
Bireysel ibadetlere karşı çıkmalarından sonra vesayetçi zihniyetin Ramazan karşıtlığı bu sene bir adım daha ileri taşındı. Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Şaban Sevinç, koronavirüs salgınını öne sürerek Ramazan-ı Şerif’in ertelenmesini teklif etti. Sevinç, absürt teklife gelen eleştirilere karşı ise “Atatürk zırhını” giydi. Teklifine tepki gösteren CHP Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’na “Bu bizim Mustafa Kemal Atatürk'ümüze Kefere Kemal diyen yeni CHP'li Mehmet değil mi?” sözleri ile karşılık verdi. Bu durum iki şeyi net şekilde özetliyor; (i) Türkiye’de dini değerlere düşman vesayetçi zihniyet hala bakidir, (ii) Bu zihniyetin kırmızı çizgileri dışında kalan herkes “ötekidir”.
Müslümanları Obje Edinmiş Sistematik Bir Nefret
Aslında Ramazan’ı erteleyelim diyen zihniyetle, “bu yıl da Hac mevsimi Kurban’a denk geliyor” diyen zihniyet aynı. Bastırılmış ve örtük nefret, imkan bulduğu her fırsatta ortaya çıkıyor. “Kurban keseceğinize sadaka verin, fakir-fukarayı doyurun, giydirin, yetim başı okşayın… Hacca gidip Arapları zengin etmeyin, hayvan kanı akıtacağınıza alıp et dağıtın…” zırvaları ile maç arasında oruç açan futbolculara “böyle şey olur mu, şaka herhalde, böyle şey mümkün mü, dünya futbol tarihine geçmişlerdir, ne diyelim Allah kabul etsin, bence hakeme de biraz sevap yazmıştır” zırvası arasında ne fark var? Üstelik hadise yalnızca Müslümanlar için Ramazan-ı Şerif’te farz olan oruç ibadetini yerine getirmeyi tiye almaktan ibaret değil! Hadisenin dalga geçme malzemesi haline getirilip “Türk işi çözüm” olarak adlandırılması, işin cabası... Meselenin dini perspektifini ehline bırakıp, buradaki bastırılmış nefrete odaklanmak elzem. Dini ibadetlerini yerine getiren Müslümanları obje edinmiş, sistematik bir nefret söz konusu. Kimi zaman Kurban’da, kimi zaman Ramazan-ı Şerif’te mütemadiyen yeniden üretilen ve toplumda her ne pahasına olursa olsun tedavüle sokulan bir nefret bu. Bu nefrete tepki geldiğinde ise tutunulacak tek dal; laiklik ve Atatürk. Bu durum vesayetçi zihniyetin din ile olan ilişkisine ve Atatürk’ü nasıl kalkan olarak kullandığına güzel bir örnek… Örnekler çoğaltılabilir. Hatırlayın; vesayetçi zihniyetin Mustafa Kemal Atatürk ve din arasında kurduğu çarpık ilişkinin bir başka örneğine 2018’de şahit olmuştuk. Bayramlaşma merasiminde CHP Eskişehir Milletvekili Adayı Sibel Yeşildal, Ramazan Bayramı’nın Mustafa Kemal tarafından armağan edildiğini söylemişti. Bu yorum, Türk milletinin binlerce yıllık dini, tarihi ve kültürel değerlerini kabul etmeyen ve bu milleti yalnızca tek bir yüzyıla sıkıştırmaya çalışan vesayetçi dar bakış açısının numunelerinden yalnızca biriydi. Keza, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun 2013’te “10 Kasım’da 30 saniyelik sirene dayanamayanlar Ramazan’da 30 gece davula dayanacaksın diyorsun ama! Bu nedenle inandırıcı değilsin” tweeti, vesayetçi zihniyetin toplumu dini değerler üzerinden kutuplaştıran yaklaşımına bir başka örnekti. Ramazan-ı Şerif’in karşı cephesine, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünün yerleştirilmesi ve toplumun bu iki aitlik üzere sınıflandırılması, basit bir tepkinin çok ötesinde bastırılmış bir nefretin de tezahürüydü.
Vesayetçi zihniyetin bir diğer stratejisi İslami değerleri küçümsemek ve bunlara tezat uygulamaları hayata geçirmek oldu. Hatırlayın; 2016’da CHP'li Nilüfer Belediyesi’nin Konak Kültürevi'nde iftar saatinde erotik filmler yayınlama kararı; Barbaros Şansal’ın içki sofrası fotoğrafını “Belçika Brüksel için: Okundu” metni ile paylaşması; CHP eski Milletvekili Hüseyin Aygün’ün 2015’te paylaştığı “Müslüman dünyanın kutsal Ramazan ayında cihatçı ve insan manzaraları” tweeti; Emin Çölaşan’ın bir köşe yazısında "Ben olsam Türkiye'ye Ramazan'da saldırırdım" çünkü iftar saati Türk güvenlik güçleri "mayışmış, aç, susuz ve yorgun" oluyor, "terörist olsam eylemimi iftara yakın koyarım" ifadeleri, aynı vesayetçi zihniyetin yansımalarıdır.
Örnekler çoğaltılabilir. Ancak sonuç değişmez. Türkiye’de İslam dininin ritüellerini yerine getirenler, bir güruhun sürekli gözüne batıyor. Müslümanların oruç tutması, kurban kesmesi, iftar etmesi, namaz kılması, bu kesimde büyük bir rahatsızlık meydana getiriyor. Vesayetçi zihniyet, bulduğu en küçük fırsatı dahi kaçırmıyor; tiye almalar, hakaretler, aşağılayıcı sözler… Bir yandan bastırılmış olan öfke, nefret söylemiyle patlıyor, diğer yandan toplumun bir kesimi mütemadiyen İslami yaşantıya karşı mobilize ediliyor. Türkiye’deki vesayet virüsü salgını, en az insan hayatını tehdit eden koronavirüs kadar tehlike arz ediyor.