Kriter > Siyaset |

Yükseköğretimde Milli Seferberlik


Ülkemizin zorlu bir coğrafyada zorlu bir mücadeleyi çok boyutlu olarak sürdürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Mücadelenin boyutları arttıkça resim netleşirken, ayrıymış gibi duran düğüm noktalarının aslında aynı ağ örgüsüne bağlı olduğu ve tüm bileşenleriyle bazen eş zamanlı bazen de faz farklı bir şekilde ülkemize, devletimize, milli iradeye ve yerliliğe karşı topyekun bir savaşa giriştiği daha açık bir şekilde görünmeye başladı.

Yükseköğretimde Milli Seferberlik

Ülkemizin zorlu bir coğrafyada zorlu bir mücadeleyi çok boyutlu olarak sürdürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Mücadelenin boyutları arttıkça resim netleşirken, ayrıymış gibi duran düğüm noktalarının aslında aynı ağ örgüsüne bağlı olduğu ve tüm bileşenleriyle bazen eş zamanlı bazen de faz farklı bir şekilde ülkemize, devletimize, milli iradeye ve yerliliğe karşı topyekun bir savaşa giriştiği daha açık bir şekilde görünmeye başladı. Bu uzun soluklu süreçte mücadelemizi gevşemeden kararlılıkla sürdürmeli, diğer taraftan sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirerek yeni hedeflere yelken açmak durumunda olduğumuzu unutmamalıyız. Bu bağlamda yükseköğretim kurumlarımıza da büyük sorumluluklar düşüyor.

Ülkemizin yükseköğretim alanındaki mücadelesi daha erken tarihlere rastlar. Yükseköğretime erişimin önündeki başörtüsü, katsayı, arz yetersizliği gibi engeller birer birer aşıldı. Yükseköğretim kurumlarımız maalesef talebe on yıllarca duyarsız kalarak arz üretemedi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yükseköğretimde gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamında yaşanan kitleselleşme evresine ülkemiz ancak 2000’li yılların sonunda geçebildi.

Bu süreçte yükseköğretime yönelik muazzam talebi karşılamak için siyaset kurumunun, özellikle son on yılda yeni yükseköğretim kurumları açma şeklinde tezahür eden genişleme politikası belirleyici oldu. Bu politikanın uygulanması yükseköğretim sistemimizin önemli bir eşiği aşmasını sağladı. Yükseköğretimde okullaşma oranı her geçen yıl artıyor. Yükseköğretim Kurulu (YÖK) özellikle son yıllarda yükseköğretimde kalitenin artmasından uluslararasılaşma boyutunun güçlenmesine, doktora eğitiminin nitelik ve niceliğinin yeniden ele alınmasından kurumlarda araştırma kapasitesinin yükselmesi ve misyon farklılaşmasına kadar çok sayıda önemli projeyi eş zamanlı olarak başarılı bir şekilde uygulamaya geçirdi.

Bu başarıların elde edilmesi elbette umut vericidir. Son on yıl yükseköğretim kurumlarımızın toplumsal taleplere sırt çevirmek yerine kulak verdikleri, kendilerini güncelledikleri ve geliştirdikleri yıllar oldu. Ancak bu sadece bir başlangıç adımıdır. Henüz yeni başlayan bu yolculuk, üniversitelerin toplumun her alanına sirayet ederek sorunlarına çözümler ürettiği ve hep bir adım daha önde olduğu yöne doğrudur.

Temel Sorunlar

Bu yolculukta başarılı olabilmemiz için yükseköğretim kurumlarımızla ilgili çözmemiz gereken üç temel sorun bulunmaktadır. Bunlar bizatihi bilgi üretiminin yetersizliği, yükseköğretim kurumlarının toplumla ilişki kurduğu alanların kısıtlılığı, üretilen çözümlerin ve geliştirilen yaklaşımların medeniyet ve kültürümüzle örtüşmemesidir.

Üniversitelerimizin en büyük sıkıntısı bilgi üretimindeki yetersizliktir. Yayın performansı artmış olmasına rağmen hala sürdürülebilir düzey ve nitelikte değildir. Üniversitelerin araştırma performanslarını değerlendirmede kullanılan en önemli göstergelerden birisi öğretim üyesi başına düşen doktora mezunu sayısıdır. Ülkemizde yaklaşık 13-14 öğretim üyesi başına bir doktora mezunu düşmektedir. Bu oran gelişmiş ülkeler baz alındığında oldukça düşüktür.

Diğer taraftan nitelikli yayınlar ve atıflar konusunda da sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu sorunu tek başına öğretim elemanlarının ders yükü veya öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısının yüksek olmasıyla izah etmek rasyonel değildir. Yükseköğretimde son yıllarda yaşanan büyümeden önce de bu oranların ve değinilen sorunların pek farklı olmadığını görmek aslında yapısal bir probleme işaret etmektedir. Kaldı ki özellikle son yıllarda araştırma kapasitesini artırmak ve araştırmayı teşvik etmek için son derece önemli miktarlarda kamu kaynağı tahsis edilmiştir. Öğretim elemanlarının özlük haklarında önemli iyileştirmeler yapılmış ve özellikle akademik üretkenliği ve katkıyı teşvik etmek maksadıyla Akademik Teşvik Programı 2016 yılı itibarıyla uygulamaya konulmuştur. Öğretim elemanlarının döner sermaye kapsamında yaptıkları çalışmalardan maksimum faydalanabilmeleri için önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Yani mazerete esas olabilecek sorunlar tek tek ortadan kaldırılmıştır.

Ancak tüm bu teşviklerin yükseköğretim kurumlarımızdaki bilimsel ataleti bilimsel dinamizme dönüştüremediği görülmektedir. Yükseköğretim kurumlarında güçlü bir liderlik ve yönetim takımı olsa bile tüm çalışanların katılımı ve katkısı mevcut personel rejimiyle maalesef sağlanamamaktadır. Bu konuda da düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Akademyanın sorunları dışarıda arama refleksinden kurtulması ve kendisiyle yüzleşmesi için vakit geçmiş değildir.

Diğer taraftan bilgi üretiminin yetersiz olduğu bir ortamda üretilen bilgilerin karşılık geldiği alanların kısıtlılığı da ayrı bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Ülkemizin toplumsal, kültürel, sağlık, fen ve mühendislik, sanayi gibi temel faaliyet alanlarını gözlemleyip inceleme ve bu alanlara yönelik bilgi üretiminde de sorunlar yaşanmaktadır. Maalesef üniversitelerimiz özelde bulundukları çevreyle, genelde ise ülke sorunlarıyla yeterli ilişki kuramamışlardır.

Üniversitelerimizin ülkemizin sorunlarına çözüm üretme yönünde samimi çabaları olmasına rağmen bu yetersizdir ve istenilen düzeyde değildir. Dilek, temenni ve vurgularımız üniversite-sanayi iş birliği şeklinde somutlaşmış ve öylece kalmıştır. Bu alanda da son zamanlarda önemli gelişmeler sağlanmış olmasına rağmen yeterli düzey veya ivme yakalanamamıştır. Bu boyut ülkemizin ekonomik gelişmesi için çok önemli olmasına rağmen edebiyat, tarih, sosyoloji, arkeoloji, sanat, mimarlık ve benzeri diğer alanlarda üniversitelerimizin toplumla kurabileceği organik ilişkiler ve bilgi üretimi daha az önemli değildir.

Üniversitelerimizin tüm alanlarda çok canlı, dinamik, araştıran, üreten, tartışan ve paylaşan bir davranış biçimini ve buna imkan veren iklimi yaygınlaştırmasına acil ihtiyaç vardır. Yükseköğretim sistemimizde bulunan üniversitelerin heterojenliği göz önüne alındığında her üniversitenin kendi ölçeğine göre sorumlulukları farklı olabilir ve bu doğaldır. Ancak hepsinde olması gereken hususiyet bu ilişkiler ağının varlık gösterdikleri tüm alanları kapsamasıdır. Her bir üniversite özelinde bu bağlantıların bazıları güçlü olabileceği gibi bazıları da zayıf olabilir. Ancak mutlaka bir şekilde bağ kurulmak zorundadır.

Elbette burada vurgulamak istediğimiz evrenselden kopuk yerele bağlanmış üniversiteler özlemi değildir. Zaten küreselleşen bir dünyada bu mümkün de değildir. Diğer taraftan yerele katkı yapılırken bu evrensele de yönelik olmalıdır. Aksi durum ülke sorunlarını göz önüne almayan bir akademyaya işaret eder ve bu da sorunludur. Üniversitelerimiz birbirleri, dünyadaki yükseköğretim kurumları ve toplumumuzla güçlü bağlantıları olan bir network yapısına sahip olacak şekilde bir dinamikliğe kavuşmak durumundadır. Bunun denemeleri bugünden başlamak zorundadır.

Akademi-Toplum İlişkisi

Üçüncü sorunumuz üretilen bilginin medeniyetimizin değerleriyle ne kadar örtüştüğüdür. Yani bilginin kendi medeniyetimize ait bir bütüncül bakışın parçaları olarak mı yoksa Batı medeniyetinin bir bileşeni olarak mı üretildiği konusu sorgulanmalıdır. Bilgiyi üretildiği kültür havzasının bütüncül bakışından soyutlamak oldukça zordur. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bilim insanlarımızın uzun yıllardır temas kurdukları bilgi ve kültür Batı medeniyetine aittir. Entelektüel geleneğimiz bir şekilde bu minvalde kurulmuştur. Bu bilgi ve form üretiminin uluslararası hatta ulusal meşruiyeti ve saygınlığını da göz önüne alırsak durumun yıllardır güçlü bir çevrime sahip olduğu daha da aşikar olur. Akademyanın uzun yıllardır içinde hükmeden Batıcı gelenek kendisini milli değerlerimizden uzak tutmuştur. Bu da toplumun bir şekilde akademyaya karşı kuşku ve yabancılık duygusuna ve nihayetinde bir güven problemine yol açmıştır.

Toplum ile akademya arasında bir dil farklılığı problemi söz konusudur. Hal bu iken kendi medeniyetiyle ilişkileri zaten kısıtlı veya sorunlu olan akademyanın, yaşadığı toprakların medeniyetiyle kültürüne yönelik bilgi üretimi daha da meydan okuyucu bir hal arz etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı 2016 Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada bu konunun önemini şöyle vurgulamıştır:

“Siz kendi edebiyatınızı, sinemanızı, müziğinizi üretecek zemini inşa edemezseniz, bireysel gayretlerle sınırlı, kurumsallaşamamış, dar bir alana sıkışıp kalmış bir kültür sanat ikliminin ötesine de geçemezsiniz. Maalesef bu acı gerçekler başımızı çevirdiğimiz her yerde tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor.”

Aydınlarımız, entelijansiyamız ve bilim insanlarımızın bir şekilde medeniyetimizin değerleri, kültürel mirası, bilgi üretiş biçimi ve hayatla kurduğu ilişkiye dikkatlerinin çekilmesi zaruridir. Özellikle son yıllarda geçmişi ve tarihiyle yüzleşerek medeniyeti ve değerleriyle ilişki kurmanın yollarını araştıran bir toplumsal talep söz konusudur. Üniversitelerimizin de bundan azade olması mümkün değildir. Hatta bunun için en uygun vasat olan üniversitelerin topluma öncülük etme sorumluluğu vardır. Bu çerçevede beklenti de zamanla yükselmektedir. Bu meydan okuma göze alınmadığında yerelde üretilen bilgi ve dönüştürülen formlar da medeniyetimizle tutarlı kültüre karşılık gelmediği gibi Batı medeniyetinin sürekliliğine hem evrensel hem de yerel düzeyde katkı sunar duruma düşmekte ve bizi çok ciddi bir kısır döngüye hapsetmektedir.

Sonuç olarak ülkemizin artık bölgesinde ve dünyada önemli bir aktör olduğu ve özellikle son bir yılda çok cepheli ve çok boyutlu bir milli mücadele verdiği göz önüne alındığında, hem bu mücadelede güçlü olabilmemiz hem de önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşabilmemiz için yükseköğretim kurumlarımızın sahici bir şekilde elini taşın altına koymasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Yukarıda değinilen üç temel sorun alanının çözümünde mesafeler alınmıştır ancak bunların tüm katmanlara yaygınlaştırılması gerekmektedir. Sorunlar birbirinden ayrık olmadığı gibi her birinin çözümü yönünde atılacak adımların diğer sorunların çözümüne katkı sunabilme potansiyeli de bulunmaktadır. Yükseköğretim kurumlarımız kendi özelinde bu üç sorunu aşarak bu mücadelede önemli katkılar sağlayacaktır. Yükseköğretim kurumlarımızın bunu başarabilecek kapasitesi ve potansiyeli vardır. Geçtiği süreçler, özellikle son yıllardaki katkılar ve elde ettiği deneyimler göz önüne alındığında bunu başarabileceği de görülmektedir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası