Kriter > Dosya > Dosya / Savunma ve Güvenlik |

Muhalefetin Güvenlik Paradigması


Millet İttifakı’nın hükümete karşı Doğu Akdeniz, Kafkasya, Kuzey Afrika, Irak ve Suriye konularında eleştirileri var. Her bir eleştiri, Türkiye’nin var olan pozisyonundan vazgeçmeyi önerdiği için muhalefetin yaklaşımı, Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atacak boyuttadır. Zira Recep Tayyip Erdoğan, ABD ile Rusya arasında bir denge politikası kurmuş ve bu politikanın kazananı Türkiye olmuştur. Küresel güçlerin rotasını vazgeçilmez politika olarak görenler, Türkiye’nin bölgesel güç olma stratejisini zaafa uğratacaktır.

Muhalefetin Güvenlik Paradigması

Devletlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri için güvenlik paradigmasına ihtiyaçları vardır. En küçük devletten küresel güçlere kadar bütün devletlerin irili ufaklı güvenlik yaklaşımları bulunur. Küresel güçler için güvenlik meselesi, dünyanın bütününü içerecek boyuttadır. Ulus devletlerde ise devletin ve ulusun güvenliğini ilgilendiren meselelerle sınırlıdır. Soğuk Savaş yıllarında güvenlik meselesi, Atlantik ve Varşova paktları arasında daha anlaşılır, çerçevesi belli bir sorundu. Bu dönemde müttefikler ve karşı müttefikler arasındaki sorun, bir yönüyle paktlar arası soruna dönüşüyor ve çözümleme bu denklem üzerinden şekilleniyordu.

Soğuk Savaş bittikten sonra rakipsiz kalan Atlantik İttifakı, daha anlaşılır bir tanımlama ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD), kısa süre devam eden “yeni dünya düzeni” (new world order) adında bir güvenlik paradigması oluşturmaya yöneldi. Yeni dünya düzeni rakipsiz, hukuksuz, karşı konulamayan, dünyanın tek jandarma tarafından tanzim edildiği bir sistem öneriyordu. Bu süreçte Soğuk Savaş dönemlerinde olduğu gibi bir ülkenin başka bir ülkeye saldırması için gerekli görülen “saldırmazlık prensibi” rafa kalktı. Bir yönü ile ABD, bir devleti işgal etmek istediğinde çıkarlarını ön plana koyarak, haklılık prensibini fiilen ihlal ediyordu.

Yeni dünya düzeni uluslararası politikaya bir keyfilik ve hukuksuzluk getirdi. Uluslararası ilişkilerde ve güvenlikle ilgili problemlerde Birleşmiş Milletler (BM) etkisiz hale geldi ve ABD’nin emrinde bir kurum görüntüsü vermeye başladı. Günümüzde ise meydana gelen güvenlik sorunlarında en son demeç veren ve etkisi sıfıra yakın bir kurum haline geldi. Ukrayna-Rusya-NATO krizinde sahnede olmayan tek kurum BM’dir. Suriye savaşı, bir yönüyle yeni dünya düzeninin son bulduğunun, ABD’nin güç kaybettiğinin, Çin’in ekonomik olarak Rusya’nın ise küresel askeri bir güç olarak tekrar dünya sahnesine çıktığının anlaşıldığı dönem oldu. Rusya’nın Suriye’ye asker göndermesi, Akdeniz’e donanma indirmesi, Hazar’dan Suriye’ye füze fırlatması, Suriye’de güçlü bir görüntü vermesi tam da ABD’nin seçim öncesi dağınıklığına denk gelmişti. Obama’nın politikasızlığı ise Rusya’nın sahneye çıkışını hızlandırdı. Soğuk Savaş yıllarını hatırlatırcasına Rusya, adım adım her alanda bir küresel askeri güç olarak dünya sahnesine tekrar çıkmış oldu.

Suriye iç savaşı, Türkiye’nin güvenlik paradigmasını kökten değiştirmesine sebep olan amillerden biri oldu. Suriye iç savaşı başladığında uluslararası güçler, ülkedeki otoriter rejimi değiştirmekten ve özgür ve demokratik bir ülkede yaşamaktan başka amacı olmayan Suriye halkını kurtarma adı altında kendi gizli çıkarları için Suriye’ye adım atmış oldu. Süreç içerisinde Türkiye, zaman zaman karşı karşıya geldiği güvenlik sorunlarından yola çıkarak klasik anlamda ittifakların bozulduğunun, Batılı müttefiklerinin kimin yanında, kimin karşısında olduğunun belirsizleştiğinin ayırdına vardı. NATO müttefiki Türkiye karşısında nükleer anlaşma bahanesi ile İran destekleniyor ve İran bu fırsattan istifade ederek bir Şii İmparatorluğu kurmaya yöneliyordu. ABD de Suriye sahasında adım adım Türkiye’yi zayıflatan adımlar atmaya başlamıştı.

CHP ve HDP basın açıklaması
TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen Suriye-Irak tezkeresine CHP ve HDP hayır oyu verdi. (Aytaç Ünal/AA, 28 Aralık 2021)

 

Ulus Devletin Tahkimi

Küresel ittifakların zaaflarını öngören Türkiye, radikal bir şekilde ulus devleti tahkim yolunu seçti ve jeopolitik konumundan dolayı dünyada bu açmazı ilk fark eden ülke oldu. Daha sonra birçok devlet aynı yola girecekti. Türkiye’nin bağımsız politika uygulama girişimine karşılık ilk hamle PKK’dan geldi. Türkiye ile yürütülen çözüm sürecini ABD, Avrupa Birliği (AB) ve İran’ın telkinleri ile berhava etti. Hemen ardından Türkiye’de FETÖ darbe girişimi geldi. Bu iki hamle, Türkiye’nin direncini ve gücünü sınayarak yönetim değişikliğine zemin hazırlamayı amaçlıyordu. Bu iki terör örgütü de Türkiye’de faaliyet gösteren örgütlerdi. DEAŞ’ın durduk yerde Türkiye’yi hedef alması küresel emelin kodlarını iyice belirgin hale getiriyordu.

Fırat Kalkanı Harekatı ile Türkiye, dünyada devlet düzeyinde DEAŞ’a savaş açan ilk ülke oldu. Devam eden süreçte PKK ve FETÖ'nün tasfiyesine gidildi. Terörü sınırlarının dışında karşılama doktrinin bir parçası olarak Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekatları yapıldı. Bu atılan adımlarla küresel güçlerin geri adım atması sağlanırken, Türkiye’nin manevra kabiliyeti de ortaya çıkmış oldu. Devamında Türk donanması Akdeniz’e indi ve bu iniş bir yönüyle Türklerin geleneğinde olan Ergenekon’dan çıkışı hatırlattı. Bir adım sonra Libya’da BM destekli hükümete destek verildi ve darbeci Hafter’e karşı denge sağlandı. Bu adım, münhasır ekonomik anlaşma ile Akdeniz’de tutarsız dönemsel ittifakları anlamsız hale getirdi. Azerbaycan’la kurulan dayanışma sonrasında Karabağ’ın işgalden kurtarılması, Türkiye’nin sert gücünü (hardpower) sahaya sürerek güvenlik doktrinini yeniden dizayn ettiğinin çarpıcı bir şekilde anlaşılmasına sebep oldu.

Uzun yıllar boyunca Türk ordusunun silah tedariki NATO konseptine uygun yapılmış, bu tedarik süreci bir bölgesel güç yerine bir uydu devlet modeline göre şekillenmişti. Özellikle füze savunma sistemleri konusunda ülkemiz tam bir çaresizliğe teslim edilmişti. Bu alanda bağımsız adım atmaya başlayan Türk siyaseti, ordunun ihtiyacı olan tedariklerin bir kısmını üretmeye başladığında, yeni bir savunma sanayi sektörü ortaya çıktı. Denizcilikte dev adımlar atıldı. Mühimmat ve füze sistemleri konusunda çalışmalar başlatıldı. Özellikle yeni nesil savaşlar ve hibrit savaşlar için İHA ve SİHA teknolojileri devreye alındı. Bu alanda atılan adımlar bütün dünyada yankı buldu. Meşhur “tarihin sonu” tezini ortaya atmış Francis Fukuyama, Türk SİHA’larının savaş paradigmasını kökten değiştirecek etkiye sahip olduğundan bahsetti ve birçok Batılı kaynak bu yolu takip etti.

ABD’nin Asya-Pasifik yönelişiyle paralel olarak gün geçtikçe güçlenen Türkiye, kuruluş felsefesinin bir yansıması olarak “İstiklal-i Tam” ilkesine uygun politikalar geliştirmiş ve bu gücün ortaya çıkışını kabullenemeyen her bir güç ile zaman zaman diplomatik sorunlar ve çatışmalar yaşanmıştır. ABD’nin direncine rağmen ve Rusya ile birçok bölgede çıkar çatışması olmasına karşın, S-400 füzelerinin alınması ve rasyonel bir şekilde müzakere sürecinin yürütülmesi, Türk dış politikası açısından başlı başına önemli bir başarıdır. Buna rağmen Türkiye, Kırım’ın ilhakına karşı çıkarak bir bölgesel güç olarak her bir güç ile müzakere ve mücadele konusunda esnek bir tutum sergilemeye devam etmektedir.

 

Enerji Jeopolitiği

Enerji güvenliği, ülkelerin güvenlik politikalarının vazgeçilmezidir. Türkiye, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, yenilenebilir enerji, yerli üretim ve yeni kaynakların keşfi konusunda oldukça stratejik adımlar attı. Doğu Akdeniz gazının da Türkiye üzerinden sevki ve belli alanlarda İsrail ve Güney Kıbrıs ile havza ortaklıkları, Türkiye’nin enerji güvenliği konusunda Avrupa’nın vazgeçilmez jeopolitik ortaklığını pekiştirecektir.

Adım adım ekonomik bağımsızlık için üretim ekonomisi sürecini başlatan, savunma sanayinde devrim gibi kararlar alan, bir bölgesel güç olarak Afrika’da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve Kafkasya’da varlık gösteren ve güç bulunduran büyük Türkiye, adım adım bölgesel etkisini artırıyor. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Başkanı Josep Borrell, Türkiye, Rusya ve Çin’i kastederek “üç imparatorluk geri geliyor” ifadesini kullandığı konuşmasında, “Bu üç ülkenin de eski gücüne erişme talepleri var. Türkiye, bizim doğrudan komşumuz ve sınırları değiştiremeyeceğimize göre bu süreci doğru yönetmeliyiz.” sözleriyle, büyük Türkiye’nin pozisyonunu tanımlamaya çalışmıştı.

Bir dünya lideri konumuna ulaşan Recep Tayyip Erdoğan, adım adım tam bağımsız büyük Türkiye inşası için dış politikada bir yandan Türkiye’nin sert gücünü sahaya sürmekten çekinmezken, diğer yandan da yumuşak güç, ticaret ve enerji jeopolitiği alanlarında önemli adımlar attı, dünyanın en güçlü altyapı yatırımlarını yaparak gelecek elli yılın devrimlerine zemin hazırladı. Eski hegemon güçler, Türkiye’nin yükselişini engellemek için her türlü yolu denediler; fakat bu girişimlerin tamamı, Türk halkının basiretli desteği ile akamete uğratıldı. Bu güçler için Türkiye’deki dağınık siyasal muhalefeti desteklemek tek çıkar yol olarak kalmış durumda.

 

Muhalefetin Güvenlik Politikaları

Muhalefet partileri, çok parçalı ve ideolojik olarak birbirine zıt siyasal denklemlerden oluştuğu için mümkün mertebe hiçbir konuda siyaset üretmemek gibi bir çıkmaza girdiler. Hiçbir konuda siyaset geliştirmeyen Millet İttifakı’nın zorlu ve mayınlı bir alan olan güvenlik politikaları konusunda da siyaset üretmesi mümkün görünmüyor.

Takımın liderliğini yürüten CHP’nin kuruluş kimliğinden kaynaklı mili politikalarından vazgeçtiğini partiden ayrılan ulusalcılar dillendiriyor. İttifakın ikinci büyük partisi, MHP’den ayrılan İYİ Parti’dir. Ocak Ülkücüleri ve yerli siyasal reflekslere sahip olan unsurlar, MHP’de pozisyon tutarken, daha çok küreselci ve NATO’cu kanat İYİ Parti’de saf tuttu. İttifakın üçüncü aktörü olarak da Ali Babacan’ı ele alacak olursak, bir bütün olarak Millet İttifakı’nın milli politikalar geliştirmek yerine alışılagelmiş ve Türkiye’nin büyük boy meselelerini küresel sisteme emanet etme yaklaşımında olan partilerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Siyasetin ikinci ortağı HDP’nin varlığını da hesaba kattığımızda güvenlik politikaları konusunda Millet İttifakı’nın stratejileri uygulama alanı bulamayacak kadar çelişkili hale gelmektedir.

Türkiye’nin yeni güvenlik ve dış politikası bir bölgesel güç stratejisine göre tasarlanmıştır. Bilindiği gibi PKK, Suriye ve Irak topraklarında varlık göstermektedir. ABD, Kıta Avrupası ülkeleri ve İran, doğrudan PKK’nın varlığını destekliyor. CHP’nin Türkiye’nin Irak ve Suriye tezkeresine karşı çıkması, HDP’nin bölge endişelerini paylaştığı anlamına gelir ki Suriye ve Irak topraklarındaki mücadele derinliğini bilmediklerini varsayma imkan dışı bir ihtimaldir. Bu durumu iç siyasette var olmak için küresel ortaklık arayan muhalefetin planlı bir adımı olarak görmek tek gerçekçi yaklaşım olacaktır.

Millet İttifakı’nın hükümete karşı Doğu Akdeniz, Kafkasya, Kuzey Afrika, Irak ve Suriye konularında eleştirileri vardır. Her bir eleştiri, Türkiye’nin var olan pozisyonundan vazgeçmeyi önerdiği için muhalefetin yaklaşımı, Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atacak boyuttadır. Zira Recep Tayyip Erdoğan, ABD ile Rusya arasında bir denge politikası kurmuş ve bu politikanın kazananı Türkiye olmuştur. Küresel güçlerin rotasını vazgeçilmez politika olarak görenler, Türkiye’nin bölgesel güç olma stratejisini zaafa uğratacaktır.

Hükümeti Akdeniz’de sorun çıkarmakla eleştiren muhalefetin “Mavi Vatan” doktrini nasıl şekillenecek? CHP’nin Dış Politika Başdanışmanı, “Mavi Vatan” kavramını dillendirmenin başkalarının topraklarına göz koymak ve “işgalcilik” anlamı taşıdığını iddia etmiştir ki Türkiye’nin pozisyon üstünlüğü sağladığı her bir konuda, bu şahsın Türkiye’nin rakiplerine yakın demeçler vermesi, gelecekte partisinin dış politikaları ve güvenlik yaklaşımları konusunda endişe verici ipuçları taşımaktadır.

 

Tarihi Yanılgı

Millet İttifakı’nın her bir partisi küresel güvenlik meselelerini ve jeopolitiğini okuma konusunda eski paradigmayı aşmış değiller. CHP, ABD’nin iç politikayı değiştirme kabiliyeti konusunda, Ali Babacan ekonomi alanında, İYİ Parti ise güvenlik meselesinde Batı’nın eski gücünde olduğu yanılgısındadır. Oysa ne Batılı devletler eski gücünde ne de Türkiye gibi devletler eskisi gibi zayıf durumdalar.

Bir müstemleke türü aydın ya da yönetici sınıf gözünde Batı, büyülü bir güç, erişilmez bir vasat olarak görülebilir. Edebiyat, kültür, sanat alanı bu romantizmi kaldırır. Güvenlik alanında ise böyle bir romantizm çok tehlikelidir. Türkiye’nin Libya çıkışı, Akdeniz’de denge değiştirecek stratejik bir adımdır. “Libya’nın tamamını bir Mehmetçiğin saçının teline değişmem” gibi hamasi bir söyleme sahip siyasal bir akıl, hangi güvenlik doktrinini üretme kabiliyetine sahip olabilir? Devletin ortaya koymuş olduğu güvenlik doktrini ile milletin büyüme arzusu, yabancı gözlemciler tarafından dillendirilmektedir. Millet, kendi vizyonundan vazgeçmez. Bu bir içgüdüdür ve kaderimizin çağrısıdır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası