Kriter > Ekonomi |

Kaybolan Sayfaları Yeniden Yazmak Türkiye'nin Ekonomik Arayışı


Önümüzdeki aylarda ekonominin önceliği makro istikrarı sağlamak olacak. Bu kapsamda enflasyon beklentilerinin ve cari açığın düşürülmesi ve döviz piyasasındaki dalgalanmaların önüne geçilmesi için para politikasının sıkılaştırılması gerekecek. Bu sefer tam sonuç alana kadar -bir başka ifadeyle, enflasyonda tek haneli rakamlar kalıcı olarak yakalanana kadar- bu sıkılaşmadan taviz vermemeliyiz.

Kaybolan Sayfaları Yeniden Yazmak Türkiye'nin Ekonomik Arayışı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TOBB Türkiye Ekonomi Şurası’na katılarak konuşma yaptı, 18 Kasım 2020

AK Parti 18 yıldır iktidarda. Ekonomide doğrusal bir büyüme patikasında sürekli ilerlemenin mümkün olamayacağı kadar uzun bir süre bu. Hele ki modern ekonomi tarihinin en yıkıcı üç krizinden ikisinin (küresel finans krizi ve koronavirüs krizi) bu döneme denk geldiğini düşünecek olursak. Bu 18 yılda Türkiye ekonomisinin çok güçlü performans gösterdiği dönemler olduğu gibi tökezlediği anlar da oldu. Şu sıralar Türkiye’nin iç ve dış kaynaklı ekonomik sorunlarla mücadele ettiği bir dönemdeyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kasım ayı boyunca ekonomiye yönelik yaptığı açıklamalar, bu mücadelenin ne derece hayati olduğunu gözler önüne serdi.

AK Parti hükümetlerinin ilk yıllarında ekonomide yakaladığı başarılar yerli ve yabancı birçok uzman tarafından takdir edilir. Bu süreçte Türkiye uzun yıllar sırtına yük olan birçok ekonomik sorunu çözmeyi başarmıştı. Enflasyon canavarı ölmüş, bütçe açığı azalmış ve bankacılık sektörü daha düzgün işler hale gelmişti. AK Parti birinci nesil reformları başarıyla hayata geçirerek makro ekonomik istikrarı sağlamıştı. Bu sayede ekonomi hızlı ve sağlam biçimde büyümüştü. Kişi başına düşen gelir 3 bin 500 dolardan 12 bin dolara kadar çıkmıştı.

Birinci nesil reformlar Türkiye’yi bu noktaya taşımayı başarsa da yüksek gelir ligine çıkmak için daha fazlasını yapmaya ihtiyaç vardı. Siyasi karışıklıkların, dış müdahalelerin ve savaşların cirit attığı Ortadoğu gibi zor bir coğrafyada mukimseniz, ekonomik kalkınma merdivenin üst basamaklarına tırmanmak için diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla efor sarf etmelisiniz. Sanayi ve teknoloji politikalarını daha hedef odaklı ve seçici hale dönüştürecek, eğitimde kalite odaklı gelişimi besleyecek, kurumsal sistemi ekonomin yeni ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde daha kapsayıcı hale getirecek, sermaye piyasalarının gelişimini teşvik edecek tarzda reformlarla yola devam edilmesi gerekiyordu. Bunları ikinci nesil reformlar diye adlandırabiliriz.

 

İkinci Nesil Reform İhtiyacı

2008’deki küresel finans krizi bu dönüşüm için uygun bir milat olmaya adaydı. O güne kadar yapılanlar Türkiye ekonomisini belli bir noktaya getirmişti. Ancak daha ilerisi için yeni reformlar gerekiyordu. Kitabın giriş kısmı başarılı bir şekilde yazılmış, artık kitabı gerçek kimliğine kavuşturacak bölümlerin yazılmasına sıra gelmişti.

Burada önemli bir detaya ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Birinci nesil reformlar oldukça ortodoks (genel kabul görmüş uygulamalar) ve liberal politikalardı. Ancak ikinci nesil reformların da benzer bir ruha sahip olması bir şart değildir. Ülkenin ekonomik yapısına, kültürel normlarına ve kurumsal altyapısına uygun olacak biçimde daha heterodoks (geleneksel yaklaşım dışındaki) bir politika anlayışı da pek ala sergilenebilir. Burada kritik olan husus, ortaya koyacağınız politikaların hedef odaklı, seçici, kapsayıcı, şeffaf ve öngörülebilir olması ve bununla birlikte kurumlarınızın koordineli bir şekilde hareket etmesidir. Bu özelliklere sahip olan bir ekonomik anlayış sizi başarıya taşıyacaktır. Politikaların illa Batı’dan devşirilmesine ve liberal tandanslı olmasına lüzum yoktur. Hatta birçok gelişmiş ülkenin yukarıda saydığım sanayi, teknoloji veya finans gibi alanlardaki başarılarını vakti zamanında oldukça heterodoks politikalarla sağladıkları unutulmamalıdır. Örnek olarak Almanya, Japonya ve Güney Kore’ye bakılabilir. Hatta ABD’ye bile.

Ana konuya dönelim. 2008 sonrasında Türkiye için önemli bir fırsat penceresi açılabilirdi; ancak yakın tarihte yaşananlar, ekonomide yeni başarı hikayesinin bütüncül bir şekilde yazılmasına fırsat vermedi. Aslında politika yapıcılar hangi adımların atılması gerektiğinin bilincindeydiler. Peki, ne oldu da bu adımlar atılamadı? Küresel finans kriziyle mücadele kapsamında gelişmiş ülke merkez bankaları 14 trilyon doları aşan ilave likiditeyi piyasalara pompaladılar. Parasal genişleme sayesinde bollaşan küresel likiditenin bir kısmı, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere aktı. Bol ve ucuz para başımızı döndürdü. Ekonomiyi kolay yoldan büyütebilecek bir kaynak bulunmuştu. Bu sayede ekonomi 2010 ve 2011’de hızlı büyüdü. Nasıl olsa ekonomide işler yolunda diye ikinci nesil reformlar için ağırdan alındı. Doğru dürüst döviz geliri olmayan özel şirketlerin döviz cinsinden yüksek meblağlarda borçlanmasının önüne geçilemedi. O dönemde TL aşırı değerli olduğu için yerli üretim ve ihracat cazibesini yitirdi. İthal ürün sevdası toplumun geneline yayıldı. Cari açık patladı. Gerçekte bizim olmayan bir refah yaşadık. 2010-2013 arasında şartlar müsaitken atmadığımız reform adımlarının acısını ilerleyen yıllarda çekmek durumunda kaldık.

Sonraki yıllarda yapısal reformlar yeniden gündeme geldi. Hatta bazı önemli politikalar hayata geçti. Ancak 17-25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi, Suriye İç Savaşı, Rahip Brunson hadisesi gibi iç ve dış şoklar, 2013 sonrasında politika yapıcıların enerjilerini ekonomik reformlara ihtiyaç duyulduğu ölçüde yönlendirmelerine fırsat vermedi. Reformlar bütüncül ve koordineli biçimde tasarlanamadı. Parçalı bir yapıda yürüyen reformlardan da beklenen verim alınamadı.

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) yönetimi ile bir araya geldi, 27 Kasım 2020

 

Koronavirüs Şoku

2018’de devreye giren Yeni Ekonomi Programı, “dengelenme-disiplin-değişim” mottosuyla belli bir heyecan yarattı. 2019’da ekonomiyi yeniden rayına sokma noktasında belli bir başarı da sağlandı. Ancak koronavirüs ve çeşitli sebeplerden ötürü program kapsamında uygulamaya sokulan bazı politikalardan erken vazgeçildi (sıkı para politikası gibi) veya bazıları (hal yasası ve vergi reformu gibi) devreye giremedi. Mart itibariyle tüm dünyada etkisini gösteren koronavirüs salgını, ekonomiyi ayakta tutmaya yönelik genişletici ekonomi politikalarını zorunlu kıldı. Reel sektörü, istihdamı ve dar gelirli vatandaşları korumak için GSYH’nin yüzde 10’una denk gelen geniş kapsamlı bir destek paketi ortaya kondu. Ekonomik aktivite beklenenden hızlı toparlandı. Ancak kredi bazlı teşvik politikalarının bazı yan etkileri oldu. Hızlı talep artışı enflasyonu körükledi. İhracat ve turizm gelirlerindeki düşüşten kaynaklı olarak artan cari açık da resme eklenince döviz piyasası üzerindeki baskı arttı, TL değer kaybetti.

Son 7 yıllık zorlu süreç makro istikrarda erimeye neden oldu. Şoklar arka arkaya gelince ekonomik göstergeler bozuldu. Enflasyon yeniden çift haneli rakamlara yükseldi. Kişi başına düşen gelir 9 bin dolar seviyelerine indi. Başarı hikayesinin giriş bölümünde yer alan bazı sayfalar kayboldu. Onları yeniden yazıp güçlü bir temel oluşturmadan kitabın can alıcı bölümlerini yazmak ve kurguyu tamamlamak artık mümkün değil. O yüzden de tarım, sanayi, teknoloji, inovasyon ve enerji gibi alanlarda yeni atılımlar gerçekleştirerek Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulabilmesi için geri dönüp bazı temel meselelere eğilmesi gerekiyor.

 

Bundan Sonrasında Bizi Bekleyenler

Koronavirüs sonrası değişmesi muhtemel olan uluslararası üretim ve ticaret ağlarından Türkiye’nin daha fazla yararlanması için bu ekonomik rehabilitasyon şart. Zayıf yönlerimizi güçlendirip mevcut avantajlarımızı daha cazip hale getirerek bu rekabette daha fazla ön plana çıkarabiliriz. Amerikan seçimleri sonrası dünya genelinde jeopolitik dengeler yeniden gözden geçirilecek. Jeopolitik mücadelelerin ekonomi üzerinden neden olabileceği stresleri hesap ederek ekonominin şoklara kaşı bağışıklığını güçlendirmek gerekiyor. Türkiye’nin ekonomideki yeni yön arayışını bütün bu hususları dikkate alarak değerlendirmeliyiz.

Gelinen son noktanın siyasetçiler ve politika yapıcılar için kolay olmadığını kabul etmek lazım. Birçok ülkenin koronavirüsün ekonomik etkilerini asgari düzeyde tutmak için faizleri tarihi düşük seviyelerde tuttuğu bir dönemde Türkiye’nin faizleri arttırmak zorunda kalması üzücü bir durum. Ama günün sonunda çift haneli enflasyonun ve cari açıktan kaynaklı döviz ihtiyacının daha büyük problemlere dönüşmemesi için bazı tedbirlerin alınması kaçınılmaz. Kaybedilecek çok fazla vakit kalmadı. Önümüzdeki aylarda ekonominin önceliği makro istikrarı sağlamak olacak. Bu kapsamda enflasyon beklentilerinin ve cari açığın düşürülmesi ve döviz piyasasındaki dalgalanmaların önüne geçilmesi için para politikasının sıkılaştırılması gerekecek. Bu sefer tam sonuç alana kadar -bir başka ifadeyle, enflasyonda tek haneli rakamlar kalıcı olarak yakalanana kadar- bu sıkılaşmadan taviz vermemeliyiz. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) enflasyonun düşeceğine piyasaları ve vatandaşları inandırmalı. Şeffaf iletişim teknikleri ve öngörülebilir politika tercihleri çok önemli. Ama günün sonunda tek başına para politikası araçlarıyla enflasyon ve cari açık problemlerini yapısal olarak çözemeyeceğimizi unutmayalım. TCMB’nin elinde sihirli bir değnek yok. Bu sorunların kökten çözümü için finansman, teknoloji ve enerji alanlarındaki dışa bağımlılığımızı azaltacak yapısal politikaları hayata geçirmeye büyük bir kararlılık ve sabırla devam etmeliyiz. Maliyet enflasyonu, fiyat katılığı ve hizmetler sektöründeki sağlıksız fiyatlama davranışlarıyla ilgili de titiz çalışmalar yapmak gerekiyor.

Kurumsal yönetişim ve hukuk reformları ekonomik dönüşüm için elzem olan bir başka mesele. Düzenleyici ve denetleyici kurumlarımızı güçlendirmeliyiz. Hukuk sisteminin daha adil ve hızlı işlemesini sağlamak için atılacak her adım; finansmana erişimden şirketlerin ortaklık yapısına, Ar-Ge yatırımlarından ihracata kadar ekonominin neredeyse her alanına olumlu katkısı olacağını aklımızdan çıkarmayalım. Hukuk sisteminin düzgün işlemediği bir ortamda yerli şirketleri uzun vadeli yatırım yapmaya, çokuluslu şirketleri ülkenizde fabrika kurmaya ve kendi vatandaşlarınızı beşeri sermayelerini geliştirmeye ikna etmeniz çok zordur. Ekonomi ve hukuk sistemine yönelik reform arayışlarının sıkça birlikte dillendirilmesinin asıl nedeni de zaten bu.

Savunma sanayi, otomotiv, yenilenebilir enerji, makine, kimya, ilaç, tıbbi cihaz ve tarım gibi Türkiye ekonomisi açısından stratejik olan sektörlerde hedeflenen sıçramaların devam etmesi için makro ekonomik istikrar ve ikinci nesil reformlar büyük önem arz ediyor. Koronavirüs salgını sonrası dönemde Türkiye’nin önüne yeni fırsatlar gelecektir. Bunları değerlendirip orta gelir tuzağından kurtulmak bizim elimizde.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası