“Kale” adlı yeni Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) binasının açılışı için 6 Ocak 2020’nin, yani MİT’in atası olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti’nin kuruluşunun 94. yılının seçilmesi elbette rastlantı değildi. Zira “Kale”, MİT’in 2007’ye milatlandırılabilecek içeride güçlü, dışarıda aktif istihbarat sisteminin tarihsel köklerle yeniden yoğrulmasının mimari bir tezahürü. Bu büyük değişime vesile olan da, 18 yıllık iktidarı boyunca istihbarata önem vermiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diplomasi vizyonudur.
Erdoğan’ın MİT’in yeni hizmet binası Kale’nin açılışına katılması da istihbarata verdiği özel önemin göstergesiydi. Erdoğan, açılışta yaptığı konuşmada, “Devlet denilen karmaşık mekanizmanın istihbarat desteği olmadan işlemesi ve ayakta kalması mümkün değildir” diyerek MİT’in hem iç hem de dış güvenlikle ilgili sorunların çözümünde kilit rol oynadığına vurgu yapmış oldu. Erdoğan, “Ülkemizin ve dünyanın kritik bir süreçten geçtiği şu dönemde Milli İstihbarat Teşkilatımızın desteğine her zamankinden daha çok ihtiyaç bulunuyor” diyerek Teşkilat’ın, büyüyen Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak önemli kurumlardan biri olduğunun altını çizdi. Aslında Erdoğan’ın konuşması, liderliğini yaptığı Türkiye’nin 18 yıldır yürüttüğü mücadelesinin de dökümü gibiydi. Erdoğan, iktidarı boyunca iç ve dış vesayetle savaştı. Bu süre zarfında özellikle FETÖ ile mücadelede kendisine en önemli desteği sunan kurumlardan biri MİT oldu.
Kale Yerleşkesi
MİT’in Yenimahalle’deki eski binası Soğuk Savaş döneminin şartlarına göre inşa edilmişti. MİT’in, Türkiye’nin yeni dış ve iç politik vizyonunun ortaya çıkardığı ihtiyaçlara binaen yeni bir binaya geçmesi zorunlu hale gelmişti. Bilgiyi koruma, ilgilisinin dışında erişimi imkansız kılma ve bunun için yüksek maliyetli teknik altyapı kurma prensipleriyle inşa edilen “Kale” yerleşkesi, ülkemizin 21. yüzyıldaki istihbarat ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliktedir. “Kale” yerleşkesi Big Data (Büyük Veri) analizleri ile farklı uzmanlık alanlarının ilgilendiği bilgi paylaşımının önem kazandığı bir dünyada hem kompartımantasyona hem de koordinasyona imkan sağlayan ergonomik bir yapıya sahip. Selçuklu mimarisi izlerini taşıyan bina, iş yükü ve mesaisi bulunan MİT mensuplarının 24 saatlik sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak bir tasarım ile de inşa edildi.
MİT’in son yıllarda geçirdiği dönüşümü, salt bina değişimi ile anlamak, anlatmak yanlış olur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi liderliğiyle gerçekleştirdiği son on yıllık dönüşüm Türk istihbarat tarihindeki önemli dönüşümlerden biridir. Bunu anlamak için MİT’in tarihine kısaca göz atmakta fayda var.
Arap Baharı Raporu
Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti 6 Ocak 1926’da kurulmuştu. O tarihten bu yana Türkiye, İkinci Dünya Savaşı gibi tarihin en yıkıcı savaşından uzak durma, NATO’ya üyelik ve ardından gelen darbelerle sürekli deyim yerindeyse zapturapt altına alınan bir istihbarat anlayışıyla yönetildi. MİT, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolündeydi, TSK da NATO perspektifinin dışına çıkma imkanına sahip değildi.
Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından, 1990’larla birlikte yeni bir istihbarat sistemine geçmek elzem oldu. Türkiye, bu değişime sıcağı sıcağına entegre olamadı. Ancak 2007’de MİT tarafından hazırlanan ve Arap Baharı’nı da öngören rapor, Türk istihbaratının kendini deyim yerindeyse modifiye edeceğinin habercisi gibiydi. MİT’in 80. kuruluş yıldönümü vesilesiyle teşkilatın web sayfasında Arap Baharı’ndan üç yıl önce yapılan açıklamada, “Yaşadığımız bu süreç aynı zamanda parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir” denilmiştir. Bu ifadeyle bir değişimin arifesinde olunduğu öngörüsünde bulunulmuştur.
Bazı ulus devletlerin egemenliklerini yitireceği belirtilen o açıklamada ayrıca Türkiye’nin, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ‘bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip olmadığı belirtilerek, “Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır” deniliyordu.
Değişim Süreci
Bu açıklamanın yapıldığı dönemde MİT’in Müsteşarı Emre Taner’di. Taner’in görev süresinin dolmasından kısa bir süre önce, 15 Nisan 2010’da MİT müsteşar yardımcılığına getirilen Hakan Fidan, 25 Mayıs 2010’da MİT Müsteşarlığı’na atandı. MİT, o dönemden bu yana değişen ihtiyaçlara binaen hem içeride hem dışarıda proaktif istihbarat politikaları izlemeye başladı. Suriye, Irak, Libya başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika’yı, Orta Asya ile Avrupa’yı ve yer yer ABD’yi kapsayan bir coğrafyada…
Zira artık her şeyin olduğu gibi savaşların da melezleştiği (hibrit savaşları) günümüzün postmodern dünyasında gri sahalar önem kazanmaya başladı. Bu sahaların önem kazanması, istihbaratın, işin doğası gereği etkinleşmesini zorunlu kıldı. Soğuk Savaş, dünya istihbarat tarihinde istihbaratın ve casusların en fazla etkin olduğu dönemdi. Ancak yaşamakta olduğumuz “postmodern üçüncü dünya savaşı” sürecinde istihbarat ve casusluk, Soğuk Savaş’tan bile daha önemli hale geldi. 2007’de Fetullahçı Terör Örgütü’nün yönettiği Ergenekon operasyonları ile başlayan süreç, ondan sonra da özellikle 2015’ten beri Türkiye’ye karşı yürütülen kapsamlı psikolojik harp (PH) ve terör faaliyetleri göz önüne alınırsa Türkiye günümüz savaşlarında bir cephe olarak tasarlanmıştı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 24 Ağustos 2016’da başlatılan Fırat Kalkanı Harekatı Türkiye’nin cepheyi dışarı taşımasına vesile oldu.
Savaşı coğrafyamızın dışında tuttuk. 2015 hendek kalkışmalarında gördüğümüz üzere bize sıçrama riski olduğunda, 15 Temmuz 2016 ihanetinden sonra cepheyi sınırlarımızın ötesine taşımayı da yeri geldiğinde büyük güçlere meydan okuyarak becerdik. Söz konusu başarı, casuslar savaşında başka güçler arasındaki mücadelenin araftaki sahası olduğumuz gerçeğini değiştiriyor.
Biri cezaevinde kendini asan iki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) casusunun (CIA tarafından eğitildikleri biliniyor) yakalanması, İngiliz eski istihbarat subayı “Beyaz Baretli” James Gustaf Edward Le Mesurier’in şüpheli ölümü ve son olarak öldürülmüş eski İran ajanı Mesut Mevlevi’nin katillerinin yakalanması olayları Türkiye’nin casuslar arası savaşta önemli bir cephe olduğunu gösteriyor. Başka ülkelerarası bu istihbarat savaşlarının bize zarar vermemesi için gerekli tedbirleri almış durumdayız. Soğuk Savaş yıllarında, mesela tarihin en büyük hain casusu olarak bilinen Harold Adrian Russell Kim Philby’nin İstanbul’da resmiyette İngilizler hesabına çalışırken Ruslara hizmet verdiği dönemde bu tür tedbirleri almıyor, alamıyorduk. FETÖ’nün hamisi Graham Fuller’in 1960’larda genç bir CIA görevlisi olarak İstanbul’da çalıştığı ya da 1980 darbesinden sonra dönemin CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin “Bizim çocuklar başardı” dediği dönemde de maalesef bu hakikat yürürlükteydi.
Kaşıkçı Olayında Yüzyılın Başarısı
Şimdi durum değişti. Doğrudan bize yönelik bir istihbarat komplosu olarak da tasarlanmış olan Ekim 2018’deki Kaşıkçı cinayeti sürecinde tüm dünyaya gösterdiğimiz üzere Türkiye oyunu bozmayı başardı. Kaşıkçı olayı, Erdoğan’ın siyasi yetenekleri, güçlü iradesi ve politik tecrübesi ve MİT’in de gücünü artırması sayesinde tarihin bu evresinde Türkiye’nin en iyi istihbarat diplomasisi yürüten ülkeler arasında ilk sıralarda yer aldığını tüm dünyaya gösterdi.
ABD’nin, terör örgütü PYD’ye kurdurduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) sözcüsü Talal Sülo’nun Kasım 2017’de Türkiye’ye teslim olması bu başarılı istihbarat diplomasisinin bir ürünüydü. Reyhanlı saldırısının faillerinden Yusuf Nazik’in, Eylül 2018’de Hançer Operasyonu adı verilen bir istihbarat operasyonu ile Esed rejiminin kalesi Lazkiye’den alınıp getirilmesi de başarılı istihbarat operasyonlarından biriydi. Yusuf Nazik, yaklaşık sekiz ay boyunca muhtelif yöntemlerle izlendi, defalarca fotoğraflandı, gün boyunca ne yaptığı gözlemlendi. Buna göre sıklıkla Suriye istihbaratı El Muhaberat’ın binasına gidip geliyordu mesela. Oradan güncel talimatlar almak için… Ve Muhaberat’ın sağladığı iki telefonla haberleşiyordu. Nazik, aylar süren bu takibin ardından Lazkiye’nin 1,5 kilometre dışındaki bir villadan alınıp Türkiye’ye getirildi.
Türkiye, FETÖ ile mücadelenin de sürdüğü 2014’te değişen istihbarat ihtiyaçlarına binaen MİT Yasası’nı yenilemişti. Yasa, yurtdışı operasyonları için güncellenmişti. 2014’te yapılan değişiklikle istihbarat teşkilatının kabine tarafından verilen görevlerle yurtdışında operasyon icra etmesinin önü açılmıştı. Aynı yasanın siber istihbarat olgusuyla ilgili olarak da MİT’e geniş yetkiler tanıdığının altını çizerek yazıyı tamamlayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kale’nin açılışında siber istihbarata yaptığı vurguyu da anımsatalım: “Mücadelemizi sanal ortamda da yürütmemiz gerekiyor. İnternetin teröristlerce ve casuslarca oldukça etkin şekilde kullanıldığı günümüzde teşkilatın da siber istihbarata eğilmesi kaçınılmazdır.”
Hakikaten siber istihbarat, teknolojinin ve Elektronik İstihbarat’ın (Elektronik Intelligence-ELINT) önem kazandığı günümüzde MİT’in önemli çalışma sahalarından biri olmak zorundadır. Siber istihbaratın önemini, MİT’in ByLock sayesinde FETÖ’nün mahrem yapılanmasını çökerttiği süreçte gördük. Siber istihbarat, teknolojik avantaja sahip ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya gibi ülkelerle yarışta ilerlememiz gereken alanlardan biridir. MİT, yeni binası Kale’nin fiziki varlığı ile kelimenin yalnızca literal manasıyla değil, mecazi manada da insana dayalı istihbarat ve teknik istihbaratın bölgesindeki en önemli kalesi olma yolundadır. Yüzyılın sonunda Türkiye’nin yeniden sahaya inmesinin zorunlu bir sonucudur bu. Ve bu yol, bütün engellere rağmen tamamlanacaktır.