İsrail, HAMAS’ın Aksa Tufanı saldırısını gerekçe göstererek 7 Ekim’de Gazze’ye yönelik topyekun bir saldırı başlatmıştı. Bu kapsamda, önce yirmi gün boyunca Gazze havadan, denizden ve karadan yoğun bir şekilde bombalanmış ve ardından da sözde Gazze’nin HAMAS’tan arındırılması için 27 Ekim’de üç aşamalı bir kara harekatına geçilmişti.
İsrail’in Üç Aşamalı Harekat Planı
Harekatın birinci aşamasında yaklaşık 40 kilometre uzunluğunda olan Gazze Şeridi ortadan ikiye bölünmüş ve kuzeyde kalan kısım, taranması ve tehditlerden temizlenmesi için sektörlere ayrılmıştır. Akabinde ise bu sektörlere zırhlı birlikler sokularak süpürme harekatı icra edilmeye başlanmıştır. Gazze şehrinin de bulunduğu kuzey bölgesindeki üstyapının nerdeyse yüzde 70’ini yıkan İsrail ordusu, bu esnada bölgede yaşayan sivil halkın da kendi güvenlikleri için güneydeki Han Yunus’a gitmelerini istemiştir.
İkinci aşamada ise siviller için güvenli bölge olarak gösterilen Han Yunus şehri hedef alınmış ve buradaki üst yapıya da ağır hasar verilirken, bölgeye sığınan sivillerin de en güneydeki Refah’a gitmeleri gerektiği söylenmiştir.
Aradan geçen dört ayın sonunda İsrail ordusu; 30 bine yakın sivili katledip, 70 binini de yaralamış ve yaklaşık 1,5 milyon Filistinliyi yerlerinden ederek, önce güneye ve ardından da mümkünse üçüncü ülkelere göç etmeye zorlamıştır. Bunu mümkün kılmak için de uluslararası hukuku yok sayarak; savaş suçu, insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırım suçları işlemekten geri durmamıştır.
İsrail’in şimdiki hedefi ise artık son cephe olan Refah kenti ve buraya sığınmış olan yaklaşık 1,5 milyon Filistinlidir. İsrail, Refah’a da girip burayı da yıkmak ve insansızlaştırmak istemekte, bunun için de dünyayı değişik yalanlarla oyalamaya çalışmaktadır.
İsrail’in Refah Saldırısına Yönelik Argümanları
İsrail, 7 Ekim’de Gazze’ye yönelik saldırılarını başlatırken ana hedefinin Gazze’yi HAMAS’tan temizlemek olduğunu ileri sürmüştü. Ancak daha ilk günden aslında derdinin sadece HAMAS olmadığı, bilakis hedefinin tüm Gazze’yi yıkmak ve mümkün olduğunca çok Gazzeliyi öldürerek bölgeyi insansızlaştırmak olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Hatta bazı Yahudi düşünce kuruluşlarının raporlarından anlaşıldığı kadarıyla, tüm bunların Gazze’de yeniden 2005 önceki statüye dönmek için yapıldığı da değerlendirilmektedir.
İsrail bu hedefini mümkün kılabilmek için; hedef gözetmeksizin tüm yerleşim yerlerini, hastaneleri, okulları ve ibadet yerleriyle Birleşmiş Milletler kamplarını ve yardım tesislerini bombalamış ve on binlerce sivili katletmiştir. Bunu yaparken de HAMAS’ın binaların altına yapılan tünellerde saklandığı, sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı veya aslında sivil gibi görünenlerin HAMAS savaşçısı olduğu gibi yalanlara başvurmuştur.
İsrail ordusu, Gazze’nin kuzeyinden güneyine doğru ilerlerken ortaya attığı iddialarda; ya bölgede rehinelerin bulunduğu ya da HAMAS liderlerinin bu bölgelerde saklandığının tespit edildiği söylenmiş ve bu şekilde saldırıları ve sivil katliamlarını meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Bu döngü Gazze’den sonra Han Yunus’ta da tekrar etmiş olup, şimdi ise aynı iddialar Refah için dillendirilmektedir. Yani bölgenin altında HAMAS tünelleri olduğu, rehinelerin bu bölgede tutulduğu ve HAMAS’ın Gazze sorumlusu Yahya Sinvar ile el-Kassam Tugaylarının komutanı Muhammed el-Deif'in burada saklandıkları gibi iddialar dolaşıma sokulmuştur.
Ayrıca bu kadar bombardımana rağmen HAMAS’ın şimdiye kadar direnebilmesini ve hâlâ İsrail’e karşılık verebiliyor olmasını, muhtemelen Refah’ın altından geçerek Mısır’a açılan tünellerden sağlanan lojistikle ilişkilendiren İsrail, Refah’ın iki tarafının da güvenlik altına alınması gerektiğini ifade etmekte ve bu nedenle de Mısır ile bir gerginlik süreci yaşamaktadır.
Tüm bunlara ilave olarak, aynı zamanda savaş kabinesinin de üyesi olan eski genelkurmay başkanı ve savunma bakanı Gantz, yapmış olduğu bir konuşmada; HAMAS’a Ramazan ayına kadar rehineleri serbest bırakması için süre vermiş, eğer bu tarihe kadar tüm rehineler serbest bırakılmazsa Refah’a yönelik geniş kapsamlı bir saldırı başlatılacağı tehdidinde bulunmuştur.
Görüldüğü üzere İsrail, Refah’a saldırmak için bahaneler üretmeye çalışmakta ve saldırıdan sonra karşılaşabileceği muhtemel tepkileri azaltmaya yönelik bir algı operasyonu yürütmektedir.
Mısır’ın Refah Konusundaki Pozisyonu
Gazze’nin dünya ile tek irtibatının olduğu yer olan Refah sınır kapısı Mısır’a açılmakla birlikte, Mısır kapının kontrolünü tek başına sağlamamaktadır. Aksine kapının ne zaman açılacağı, ne kadar açık kalacağı, kimlerin ve nelerin geçirileceği hususu İsrail ile koordineli olarak belirlenmektedir.
Bunun sebebi ise İsrail’in hem 1982’de Sina’dan hem de 2005’te Gazze’den çekilirken Mısır ile yaptığı anlaşmalardır. Zira bu anlaşmalarda Mısır, İsrail’in güvenliği için Refah kapısında gerekli kontrolleri sağlayacağı garantisini vermiş ve Mursi dönemi hariç İsrail’den olur almadan kapıyı açmamıştır.
Bu son saldırılarda da kapıyı insani yardımlar için kontrollü olarak açan Mısır, İsrail’in son günlerdeki Refah’a yönelik saldırı söylemlerine en fazla karşı çıkan ülkedir. Zira muhtemel bir saldırı durumunda burada bekleyen 1,5 milyon Filistinlinin sınıra yığılacağını tahmin etmekte ve Filistinlilerin kendi topraklarına geçmesini ulusal güvenlik tehdidi olarak algılamaktadır.
Buna mukabil ortaya atılan bazı söylentilere göre Mısır’a; IMF’ye olan borçlarının ödenmesi ve yaklaşık 20-25 milyar tutarında yeni ekonomik yardımlar karşılığında Gazze’deki Filistinlileri kabul ederek Sina’ya yerleştirmesi teklif edilmiştir. Ancak Mısır yönetiminin bu teklifi kabul etmediği hatta böyle bir durumda İsrail ile 1979’da imzalanan Camp David Barış Anlaşmasını iptal edebileceği ifade edilmiştir.
Son günlerde uluslararası medyaya yansıyan haberlere göre ise, Mısır İsrail’in Refah’a saldırması durumunda sınırı geçecek Filistinlilerin geçici olarak barınabilmesi için Refah sınır kapısından 1 kilometre mesafede beton duvarlar inşa etmeye başlamıştır. Böylelikle İsrail’in göçe zorlayacağı Filistinlilerin, Mısır’ın içlerine girmeden bu ara bölgede geçici ikametleri sağlanacak ve defakto bir tampon bölge oluşturulmuş olacaktır.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Şubat 2024’de gerçekleştirdiği Mısır ziyaretinde, ikili ilişkilerin yanı sıra Gazze’deki durumun da ele alındığı ve İsrail’in Refah’a saldırması durumunda, sınıra yığılacak Filistinlilerin korunması için iki ülkenin iş birliği yapması konusunda mutabakata varıldığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin desteği görece olarak Mısır’ı rahatlatmış ve İsrail’e karşı daha dik durmasına imkan vermiştir.
Refah’taki Son Durum
Savaş öncesi 300 bin civarında olan Refah’ın nüfusu, kuzeyden kaçmak zorunda kalanların da sığınmasıyla yaklaşık 1,5 milyona çıkmıştır. Şehrin bu kadar insanı barındırması ve ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olmadığından, İsrail güçlerinin de direktifiyle bu nüfusun büyük kısmı kıyı şeridinde bulunan Mavasi bölgesine yönlendirilmiştir.
Ancak Mavasi bölgesinde herhangi bir barınma ve iaşe imkanı olmadığından, hatta burası tamamen savunmasız olduğundan, buraya sığınan yüzbinlerce insanın, eğer gerekli yardımlar ulaştırılmazsa İsrail saldırılarından önce açlık ve hastalıktan ölmesi kaçınılmazdır.
Refah şu anda Gazze’nin dünyaya açılan tek kapısı olmakla birlikte İsrail’in kısıtlamaları nedeniyle Mısır’ın Ariş limanına gelen yardımların çok az bir kısmı Gazze’ye girebilmektedir. İsrail Gazze içerisindeki BM kamplarını ve yardım depolarını da vurduğu için başta UNRWA olmak üzere BM’nin yardımları aksamakta ve bu durum, Refah’taki tabloyu her geçen gün daha da kötüleştirmektedir.
Muhtemel Saldırıya Yönelik Uluslararası Tepkiler
İsrail’in Refah’a yönelik muhtemel bir saldırısına; başta bölge ülkeleri olmak üzere, İİT, BM, AB, Rusya, Çin, Afrika Birliği ve Latin Amerika ülkeleriyle, başından beri İsrail’i destekleyen ABD yönetimi bile karşı çıkmaktadır.
Her ne kadar ABD yönetimi gelinen noktada Refah saldırısına karşı çıkıp Netanyahu yönetimine yönelik eleştirilerini yükseltse de diğer taraftan BM Güvenlik Konseyi’ndeki ateşkes kararlarını veto etmeye ve hâlâ İsrail’e silah ve mühimmat desteği sağlamaya devam etmektedir. Bu nedenle ABD’nin gösterdiği tepkinin sahada bir karşılığı olmadığı, en azından İsrail’i caydırmadığını belirtmemiz gerekir.
Bununla birlikte, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhine açtığı soykırım davasının kabul edilmesi ve 26 Ocak’ta mahkemenin açıkladığı ara kararda; derhal ateşkes kararı verilmese de İsrail’in soykırım suçu oluşturan eylemlerini sonlandırmasına ve sorumlular hakkında işlem yapmasına hükmedilmesi, uluslararası kamuoyunda İsrail’e olan bakışı negatif olarak değiştirmiştir.
Nihayetinde İsrail artık bir soykırım zanlısıdır ve artık Holokost mağduru olarak sahip olduğu imtiyazları kaybetmiştir.
Ayrıca yine Uluslararası Adalet Divanı’nda, 19-26 Şubat 2024 tarihleri arasında görülen “Kudüs'ün durumu ve İsrail’in, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkını ihlalinin ve işgalinin hukuki sonuçları dair” danışma duruşmalarında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 52 ülkenin sözlü beyanda bulunması da, İsrail’e karşı artan tepkiyi ortaya koymuştur.
Diğer taraftan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde de İsrail aleyhinde birçok soruşturma devam etmekte olup, muhtemelen UAD kararlarına göre veya daha öncesinde bile İsrail’in işlediği soykırım suçlarının sorumlularına yönelik ceza davalarının açılması mümkün olabilecektir.
Sonuç Olarak
İsrail’in yukarıda sayılan tüm tepkilere rağmen kendi planına istinaden Refah’a saldırması halinde ortaya çıkacak sonucun; İsrail için bir askeri galibiyete mi yoksa soykırım suçundan mahkumiyete mi yol açacağı belli değildir.
Sahadaki durum İsrail’in askeri üstünlüğü nedeniyle muhtemel bir saldırının askeri galibiyetle sonuçlanabileceğini düşündürse de bunun HAMAS’ın kesin olarak yenilgiye uğratıldığı anlamına gelmeyeceği ve Gazze’nin yeniden ve tamamen İsrail’in kontrolü altına geçmesini de sağlamayacağı aşikardır.
Aksine bu durum, İsrail’in soykırım suçları karnesinin daha da kabarmasına yol açacak ve hem UAD hem de UCM nezdinde devam eden soruşturmaların ve yargılamaların İsrail aleyhinde sonuçlanmasına ve İsrail’in kesin bir şekilde soykırım suçu işleyen ülke olarak damgalanmasına yol açacaktır. Dolayısıyla İsrail’in Refah’a saldırmaktan umduğu fayda, onun mahvına yol açacak bir süreci başlatabilecektir.
Hal böyleyken İsrail’in Refah’a saldırarak tüm dünyayı karşısına alması rasyonel gözükmemekle birlikte, İsrail’i yönetenlerin 7 Ekim’den sonra rasyonalitelerini kaybettikleri inkâr edilemeyecek bir vakıa olduğundan, uluslararası toplumun şimdiden gerekli tedbirleri alması ve başta Refah’takiler olmak üzere tüm Gazzelileri koruma altına alması elzem görülmektedir.