Ah İstanbul, canım İstanbul! Üstüne şiirler yazılan, sevdası yüreklere zerk olan İstanbul!
O İstanbul ki;
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…[1]
Tarihin başkenti, geçmişin efendisi, doğası ayrı, ruhu ayrı Türkiye’nin incisi İstanbul. İstanbul işte böyle kıymetli, böyle özel Türkiye ve Türkler için. Hz. Peygamber’in müjdelediği mübarek şehir, hep mübarek hep özel.
Bu yüzden de her dönem ayrı kıymet verilmiş, üzerine titrenmiş, nakış gibi işlenmiş bir şehir İstanbul. Türkiye’de belediyecilik için de ilklerin şehri, belediyecilik tarihi için mihenk taşlarının efendisi. O yüzden Türkiye’de belediyecilik için de her zaman bir milat, İstanbul.
Osmanlı Devleti döneminde, İstanbul’un fethiyle birlikte kurulan İstanbul Kadılığı da bu sebeple ayrıca önemliydi. İstanbul Kadısı, Başşehir Kadısı unvanıyla ayrıca itibar görür, teşrifatta defterdarın önünde oturur, beylerbeylerine eşit kabul edilirdi.[2] Malum, kadılar yalnızca şehrin adli meselelerine bakmaz, beledi işlerden de sorumlu olurlardı ki şehrin ticari hayatından asayişine pek çok hususu tatbik ederlerdi.
1855’te Meclis-i Vâlâ’ya bağlı olarak kurulan İstanbul Şehremanetine kadar şehrin beledi hizmetlerinden İstanbul Kadılığı mesul olmuştu. Ancak dönemin gelişen şehir hayatı ve artan ihtiyaçlar dolayısıyla yine İstanbul’a mahsus bir düzenlemeyle yeni bir şehir yönetim sistemi getirilmiş ve İstanbul Şehreminliği makamı tesis edilmiştir. 1877’de İstanbul’un idaresi için de “Dersaȃdet Belediye Kanunu” çıkarılmış, kanun ve dolayısıyla İstanbul’un özgün statüsü, 1930’a kadar yürürlükte kalmıştır.
Büyükşehir Belediyeciliği
Görüldüğü üzere İstanbul Osmanlı Döneminde de Erken Cumhuriyet Döneminde de özel şehir yönetimi nitelikleriyle tanımlanmıştır. Bu özel yönetim geleneği, yıllar içerisinde nüfus, ekonomik, ticari, sosyal olarak gelişen diğer bazı şehirler için de geçerli hale gelmiştir.
1960’larda Kalkınma Planlarında başlayan büyükşehirlere özgü bir yönetim biçimi getirilmesine yönelik tartışmalar, önce Metropolitan Planlama Bürolarıyla, ardından Metropolitan İdare tanımlarıyla ve son olarak Metropolitan Hizmet Birliği Kanun Tasarısı’yla farklı girişimlerde öncelikli konu olmuştur.
1982 Anayasasındaki “büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimlerine yönelik kanun çıkartılabileceği” ifadesiyle anayasal bir altyapıya kavuşan büyükşehirler, 1984’teki “Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi” isimli KHK ile İstanbul, Ankara ve İzmir için büyükşehir yönetimleri oluşturulmuştur. Yani kurulan ilk büyükşehirlerin yine ilkidir İstanbul. Bu dönemde kurulan İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi ile özerk su ve kanalizasyon idarelerinin de öncüsüdür İstanbul.
Üç büyükşehri, sırasıyla; Adana, Bursa, Gaziantep, Konya, Kayseri, Eskişehir, Samsun, Antalya, Mersin, Kocaeli, Erzurum, Diyarbakır ve Sakarya takip etmiş, bu şehirler de büyükşehir haline dönüştürülmüştür.
2004’te çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir olma koşuluna en az üç ilçe belediyesine sahip olmanın yanında nüfus kriteri eklenmiş ve il merkezi nüfusunun 750 bin ve üstü olması şartı getirilmiştir. Ayrıca İstanbul ve çeperinde yer alan Kocaeli için yeniden özel bir hüküm getirilerek büyükşehir sınırları, il mülki sınırları olacak şekilde genişletilmiştir. Yine bu uygulama da belediyecilik açısından bir ilk olacaktır.
İstanbul’daki başarılı uygulamalar ve deneyimler sonrasında, İstanbul-Kocaeli modeli diğer büyükşehirlere de yaygınlaştırılmış ve yeni büyükşehirlerin kurulmasıyla birlikte Türkiye’deki büyükşehir belediyesi sayısı, 2013 itibariyle mevcut büyükşehir sayısı da olan otuza yükselmiştir.
Görüldüğü üzere ilk belediyecilik deneyiminden, ilk büyükşehir deneyimine; ilk belediyeye bağlı özel idarelerden, ilk bütünşehir modeline kadar her alanda İstanbul öncü ve öncelikli şehir olmuştur.
Belediyecilikte Eski Başlıkların Gündemi
Buna karşın 1990’ların başında yaşanılan olumsuz deneyimler, başarısız belediyecilik uygulamaları, artan gecekondulaşma, yetersiz kaynak yönetimleri İstanbul modelinde aksamalara yol açmıştır. 1994’te Sayın Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde başarılı belediyecilik uygulamalarıyla rol model olan, kaynak yönetimiyle, sosyal politikalarıyla, vatandaş odaklı hizmet anlayışıyla pek çok belediyeye ilham olan İstanbul, bugün yine en çok konuşulan başlık haline gelmiştir.
Bu tartışmaların gündemi yalnızca siyasi değildir. Bu tartışmaların gündemi beledi hizmetlerdir. Bugünün gündemi artık yığılmış çöp yığınları değil, bugün artık sıfır atık projeleri, çevreci uygulamalar olmalıdır. Bugün artık gecekonduları değil, modern yaşam alanlarına dönüştürülmüş konutlar ve depreme hazırlıklı kentsel dönüşüm konuşulmalıdır.
Bugün katılımcılık derken, dijital katılım imkanlarını ve yeni teknolojileri konuşmamız gerekir. Bugün su yönetimi dediğimizde, ulaşım dediğimizde, altyapı dediğimizde akıllı şehirler bağlamında daha iyi yönetim kapasitesi oluşturulmasını konuşmak gerekir. Ya da konuşmalıydık demeli belki de. Ancak geldiğimiz noktada yeniden temel meselelere dönüşü konuşmak zorunda kalıyoruz.
Örneğin temel atmama töreniyle gündeme gelen biyolojik arıtma tesisine ihtiyaç yok denirken, yeniden atık su yönetimiyle ilgili sorunları konuşuyoruz.
İptal edilen metro hatları, bitirilemeyen projeler derken yeniden İstanbul’da ulaşım sorununu konuşuyoruz.
Tüm risklere ve şoklara karşı dirençli şehirleri oluşturmalıyız derken, hâlâ gecekondular ve depreme hazırlıksız alanların dönüşümünü konuşuyoruz.
Faaliyet raporlarını incelediğimizde, maalesef bu temel meselelerde hâlâ sorunlar olduğunu görerek şaşırıyoruz. Hizmet bazlı olarak önceki dönemlere kıyasla ciddi düşüşlerin olması, şaşırtıcı bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Nüfusun çoğaldığı, sorunların büyüdüğü büyükşehirlerimizde hizmet başlıklarının çeşitlenmesi, hizmetlerde nicel artışların olması ve aynı zamanda hizmet kalitesinin yükseltilmesi beklenirken, düşüşlerin olması belediyecilik anlamında sorunlara işaret ediyor.
Örneğin, gecekondular meselesi devamlılık arz eden bir mesele ve dolayısıyla gecekondulaşmaya yönelik mücadelenin de devamlılık arz etmesi gerekiyor. Bu açıdan geçmiş hizmet döneminin son yılı olan 2018 verileri ve son faaliyet raporu 2022’deki verilere bakıldığında 2018’te bir yılda 518 gecekondu İBB tarafından yıkılmışken, 2022’de ancak 257 gecekondunun İBB tarafından yıkıldığı görülüyor. Yine bu çalışmalar ve riskli yapıların dönüşümü noktasında yürütülen kentsel dönüşüm çalışmalarına bakıldığında İBB ve İBB iştiraki KİPTAŞ verileri birbiriyle çelişiyor. Mevcut faaliyet raporlarında bu konudaki veriler tutarlı değilken, KİPTAŞ verilerine göre 2023’te toplam 780 bağımsız birimin (konut + ticari) dönüştürüldüğü ifade ediliyor ki bu rakam, 16 milyonluk bir şehir için denizde bir damla olarak göze çarpıyor.
Afet yönetimi kapsamında ele alınacak bir başka veri, bu konuda İBB’nin verdiği eğitimler olabilir. Bu başlıkta 2018’de İstanbul’da 55 bin 914 kişiye eğitim verilmişken, 2022’de bu sayı 22 bin 376 kişi olarak ifade edilmiş. Afetlere sosyal hazırlık bağlamında, bu düşüşleri makul olarak değerlendirmek pek mümkün gözükmüyor.
Ulaşımda Nihayete Erdirme Meselesi
Ulaşım başlığı, aynı şekilde son dönemde tekrar tekrar gündem olan bir husus. Bu alanda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın yaptığı çalışmalar ve İBB’nin yürüttüğü projeler var. Genel itibariyle bakıldığında önceki dönemdeki projelerin devam ettiği görülmekte, ancak henüz çözümlere ulaşıldığını söylemek güç.
2019’da bu alandaki bir vaat olarak yer alan deniz ulaşımının dört kat artırılması ya da yeni otoparklar gibi vaatlerin yerine getirilememiş olması da bu anlamda bir eksiklik. 2023 itibariyle bakıldığında deniz ulaşımında kayda değer bir artış olmadığı, otoparklar bağlamında da son dört yılda tamamlanan dört, yapımı devam eden 59 otoparkın olduğu faaliyet raporlarında ifade ediliyor. Bu otoparkların 2018 gerçekleşme oranlarına bakıldığında ise tamamının 2018 ve öncesinde yüzde 50 ve üzerinde hatta 16 projede yüzde 85 ve üzeri, 15 projede yüzde 70 ve üzeri gerçekleşme oranına ulaşıldığı, yani 2019 sonrasında var olan projelerin yanına yeni bir proje eklenemediği, çoğu tamamlanmış projelerin nihayete erdirildiği görülüyor.
Asfalt çalışmalarına bakıldığında 2018’de 2 milyon 200 bin ton civarında olan asfalt miktarının 2022’de 1 milyon 860 bin ton olarak gerçekleştiği ortaya çıkıyor. Büyüyen, nüfusu artan, yoğun trafiğe sahip bir şehirde dört yıl sonra aynı miktarda dahi asfalt atılmamış olması yine şaşırtıcı bir veri.
Altyapı anlamında bakıldığında 2014-2018 arasında yıllık 281,5 kilometrelik içme suyu hattı döşenmişken, bu rakam 2019-2022 arasında 201,5 kilometreye düşüyor. Yine 2014-2018 arasında 19 yeni içme suyu terfi merkezi yapılmışken, 2019-2022 arasında yalnızca iki adet yeni merkezin yapıldığı görülüyor. Yapılan çalışmalarla 2014-2018 döneminde içme suyu deposu hacminde 222 bin 500 metreküp artış yaşanmışken, 2019-2022 arasında yalnızca 100 bin metreküp artış olması da bir diğer düşündürücü veri olarak karşımıza çıkıyor.
Atık su için 2014-2018 arasında yıllık 312,5 kilometrelik kanal çalışması yapılırken 2019-2022 arasında bu mesafe 221 kilometreye düşüyor. İstanbul’da 2014’te atık su arıtma tesisi sayısı 67 iken, 2014-2018 arasında 19 adet yeni tesis, 2019-2022 arasında ise yalnızca 4 yeni tesis açılmış gözüküyor. Tabi bu keskin düşüş, ihtiyaç kalmamasıyla ilişkilendirilebilir ya da gözükmeyen altyapı yatırımları yerine bütçenin başka alanlarda kullanıldığını düşündürebilir.
Dolayısıyla maalesef veriler, vaatlerle ya da söylemlerle uyuşmuyor. İlklerin şehri, öncü belediyeciliğin şehri İstanbul, ne yazık ki; ileri doğru adımlar atamamış gözüküyor. Türkiye’mizin kıymetlisi İstanbul’un, şehircilik anlamında rol model olması, beledi hizmetlerin en iyi görüldüğü yerlerden olması gerekirken, temel meselelerin hâlâ çözülememesi maalesef hem hemşehrileri hem tüm ilgilileri üzüyor. O nedenle bu şehrin eminlerinin her zaman emanete tam tekmil sahip çıkması gerekiyor.
İstanbul’u yöneten büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarının, bu hazineye sahip çıkmanın bir sadık-ı emanet görevi olduğunun bilincinde olması gerekiyor.
İşte bu bilinç, hem tarihimize saygı hem geleceğimiz için günü gelmemiş bir borç. Tabii nasibi olana…
[1] Necip Fazıl Kısakürek, “Canım İstanbul”, Çile, Bütün Eserleri: 4, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1992, s. 164-166.
[2] Mehmet İpşirli, "İstanbul Kadılığı", TDV İslâm Ansiklopedisi, 23. Cilt, s. 305-307, https://islamansiklopedisi.org.tr/istanbul-kadiligi (19.01.2024).