Türkiye çok uzun yıllardır zor bir coğrafyada istikrarını muhafaza ederek büyük devlet olma mücadelesi verirken, son yıllarda attığı adımlarla küresel bir aktör olmaya doğru adım adım ilerliyor. Özellikle AK Parti iktidarı boyunca Türkiye, dış politikada kendi çıkarlarını merkeze alan ve tam bağımsızlığı önceleyen bir siyaset izlerken, küresel güçler arasında bir denge unsuru olarak kendini konumlandırıyor. Ancak Türkiye bu süreç boyunca büyük meydan okumalarla da karşı karşıya kaldı. 11 Eylül saldırıları, ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, DEAŞ gibi terör örgütlerinin bölgesel kaostan yararlanarak tezahürü ve elbette PKK ve FETÖ’nün Türkiye’ye karşı kullanılma çabası, belirleyici unsurlar olarak karşımızda duruyor.
Türkiye’ye karşı, Türkiye’nin küresel güç olma idealine karşı terör, her daim bir araç olarak tezahür etti. Ortadoğu’da ve Türkiye’nin hinterlandı olan yakın coğrafyada yaşanan büyük güç mücadelesi bağlamında Türkiye’yi denklem dışına itmek isteyen güçler, özellikle FETÖ ve PKK terör yapılanmalarını destekleyip, araçsallaştırıyorlar. Bu bağlamda FETÖ tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan 15 Temmuz darbe girişiminde asıl amacı; Türkiye’nin aykırı görülen ve hazmedilemeyen yeni dış politikasının tersine çevrilmesi ve Suriye’de var edilmek istenen terör devletine müdahalenin engellenmesi olarak görmek gerekir.
Darbe girişiminin öncesinde PKK hendek kalkışmasını yaparken, DEAŞ ve PKK terör örgütleri eş zamanlı terör saldırıları gerçekleştirerek, adeta darbeye zemin hazırlamaya çalışmışlardı. Türkiye’nin birçok metropolünde siviller hedef alınmış, etnik ve mezhebi fay hatlarını tetiklemeye yönelik bir strateji hayata geçirilmişti. Ancak darbe girişimi sonrasında güvenlik bürokrasinin FETÖ’den temizlenmesi ve etkili tedbirlerle, terör örgütlerinin faaliyetleri büyük ölçüde elimine edilmiştir.
Türkiye’nin 15 Temmuz’un hemen akabinde yeni bir güvenlik doktrini inşa ederek, Suriye’de sınır ötesi büyük bir askeri harekat başlatması, esasında bu çabaya karşı verilmiş bir yanıttır. 15 Temmuz, bu bağlamda büyük bir milattır. Gerek FETÖ’nün başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere sızmış olduğu stratejik kurumlardan temizlenmesi, gerekse PKK/YPG terör örgütlerine karşı başlatılan proaktif mücadele, yeni yüzyılda terörle mücadele bağlamında Türkiye’yi küresel bir güce dönüştürecek siyasetin de belirleyici paradigması olarak karşımızda duruyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü siyasal liderliği altında, her geçen gün daha profesyonel bir yapıya dönüşen Türk Silahlı Kuvvetleri, insan kaynağı ve donanım olarak güçlenen İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) terörle mücadeleyi gerek ülke sathında gerekse sınır ötesi bölgelerde başarıyla yürütmeye başlatmıştır. Yükselen Türk savunma sanayii ise tamamlayıcı bir unsur olarak kendisini göstermektedir.
Yeni Güvenlik Doktrini
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde yeni bir güvenlik doktrini benimseyerek, ulusal güvenliğine yönelik tüm tehditleri kaynağında yok etmeyi hedefleyen bir askeri/güvenlik paradigmasını hayata geçirdi. Zor bir coğrafyada, reel politik gerçekler bağlamında askeri açıdan güçlü olmaktan başka bir çaresi olmayan Türkiye, oyunu kurallarına göre oynayarak Suriye’de 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı’nı (FKH) başlattı.
2011’de başlayan Suriye’deki halk hareketleri sonrasında ülkedeki kaos artarken, PKK’nın Suriye yapılanması YPG, ilk önce Esed rejimiyle anlaşarak Afrin, Ayn el Arap ve Kamışlı’da kanton yönetimleri kurmuş, ardından DEAŞ’ın var olduğu bir denklemde sözde bu örgütle mücadele edebilmek adına ABD ile yakın bir ilişki geliştirmiştir. ABD’nin desteği ile bölgedeki etkinliğini artırırken, nihayetinde Suriye’nin kuzeyinde Doğu Akdeniz’e erişecek şekilde bir terör devleti kurarak, Türkiye’nin Arap ve İslam dünyasıyla bağını kesmeyi hedeflemiştir. Ancak Türkiye, darbe girişimin meydana getirdiği olumsuz etkilere rağmen, Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlatmıştır. TSK, eğitip donattığı Suriyeli muhaliflerden müteşekkil Milli Ordu ile birlikte Azez’den Cerablus’a, güneye doğru ise Bab’ı da içine alacak şekilde bölgeyi DEAŞ ve PKK/YPG’den temizlemeyi başarmıştır. 2 bin kilometrekarelik bir alanda güvenli bölge oluşturan Türkiye, böylece PKK/YPG’nin DEAŞ ile mücadeleyi araçsallaştırarak Afrin’e kadar uzanan bir hatta kesintisiz bir alan kontrolünü engellemiş ve Suriye sahasında askeri olarak artık “Ben de varım” demiştir. Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı hamlesi, sahadaki diğer aktörler olan ABD, Rusya ve İran’ı dengelemeye başlamıştır.
Türkiye, 20 Ocak 2018’de Afrin bölgesine yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nı (ZDH) başlatmış, PKK/YPG için çok uzun bir dönemdir kale olarak görülen ve hem Amanoslar’a hem de Doğu Akdeniz’e açılan bir kapı olarak elde tutulan bölgeyi örgütten temizlemeyi başarmıştır. Bölgede PKK/YPG ile birlikte Türk ordusuna karşı mukavemet göstermeye çalışan rejime bağlı güçler ve Şii milisler de elimine edilmiştir.
9 Ekim 2019’da ise Fırat’ın doğusunda Barış Planı Harekatı (BPH) başlatılmış, Tel Abyad ve Resulayn gibi bölgeler PKK/YPG’den temizlenerek, siviller için güvenli bölge oluşturulmuştur. Böylece terör örgütünün demografik mühendislik çabaları engellenmiştir. ABD, Türkiye’nin bölgeye harekat yapmaması için uzun süre direnç göstermiş, çeşitli ekonomik ve askeri yaptırım kararları almıştır ancak bu tehditler Türkiye’yi caydırmamış ve Türkiye’nin çıkarları bağlamında gerekli adım atılmıştır. BPH, Türkiye’nin kararlılığını ve caydırıcı askeri gücünün gösterilmesi açısından önemli bir çıkış olmuştur.
TSK, Suriye ile eş zamanlı Irak’ta da büyük kara harekatları düzenlemeye devam etmiştir. 11 Mart 2018 Kararlılık Harekatı, 2019’da icra edilen pençe harekatları, 2020’de yürütülen Pençe Kartal ve Pençe Kaplan harekatları, 2021 ve 2022’de devam eden Pençe Şimşek ve Yıldırım harekatları ile Türkiye, Suriye’dekine benzer şekilde Irak’ın kuzeyinde PKK/YPG’nin kontrolü altına bulunan bölgeleri hedeflemiş, Hakurk’tan, Zap, Avaşin Basyan’a tüm sınır hattını güvenceye almaya yönelik bir askeri stratejiyle ilk defa alan hakimiyeti amaçlamıştır. PKK büyük ölçüde bölgeden temizlenmiş, kalan bazı unsurları da güneye doğru geri çekilmiştir. Örgütün Irak’ın kuzeyindeki mobilizasyon kabiliyeti de büyük ölçüde bertaraf edilmiş, Irak-Suriye, Irak-Türkiye geçişkenliği baskılanmıştır.
TSK konvansiyonel şekilde kara ve hava harekatları yaparken, özellikle Suriye’de Suriyeli muhaliflerden oluşan Milli Ordu mensuplarıyla eşgüdüm içinde operasyonlar yapılmakta ve terörden temizlenen bölgelerin güvenliği, inşası ve istikrarı temin edilmektedir. Eğit, donat, birlikte savaş konsepti, bu bağlamda Suriye’de ortaya koyulan yeni bir hareket tarzı olarak görülmektedir.
Terörle Mücadelede MİT’in Rolü
Türkiye zor bir coğrafyada varlığını sürdürürken gerek jeopolitik derinliği gerekse iddiaları bağlamında büyük meydan okumalarla karşı karşıya geliyor. Dolayısıyla hem Türkiye içinde hem de yakın coğrafyada Türkiye’nin ulusal çıkarlarını koruyabilmek adına tüm araçların etkili şekilde kullanılması gerekiyor. Yumuşak güç araçları, diplomasi ve askeri caydırıcılığın yanı sıra istihbarat teşkilatları da büyük önem arz ediyor. Bu bağlamda MİT’in Türkiye’nin iddiaları ve ona yönelen meydan okumalarla mücadele edecek nitelikte geliştiğini görüyoruz.
Bu gelişmede, 2012’de Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığı’nın MİT bünyesine katılması ve MİT kanununda yapılan hukuki düzenlemeler etkili olmuştur. Böylece değişen dünya koşulları ve güvenlik tehditleri karşısında MİT’in hukuki altyapısı, teknik, siber ve insan kapasitesi genişletilerek etkinliğinin artırılması amaçlanmıştır. Teşkilat Başkanı Hakan Fidan’ın kişisel vizyonu ve liderliği burada önemli bir faktör olarak ön plana çıkarken, elbette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi iradesi ve kararlılığı da belirleyici oldu. Erdoğan, güçlü bir Türkiye için güçlü bir istihbarat servisinin gerekliliğinin farkındalığıyla hareket etti.
Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde yeni güvenlik doktrini bağlamında MİT’e ciddi anlamda yatırım yapılırken, teşkilatın imkan ve kabiliyetlerinde de önemli gelişmeler oldu. Gerek insan kaynakları gerekse teknik imkanları ciddi anlamda artan MİT’in hem Türkiye sathında hem de özellikle Irak ve Suriye’de çok önemli operasyonlara imza atmaya başladığını gördük. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği FKH, ZDH, BPH ve Kararlılık Harekatı gibi büyük sınır ötesi harekatlarda, sahada çok önemli roller üstlenen MİT, aynı zamanda özellikle terör örgütü PKK’nın üst düzey isimlerinin tespit ve etkisiz hale getirilmesi bağlamında da büyük işlere imza attı.
Tüm ilgili alanlarda kapasitesi artırılan MİT, özellikle Irak ve Suriye sahasında PKK ve alt bileşenlerine karşı çok önemli operasyonlar yapmaya başladı. Örgütün lider kadroları tasfiye edilirken, komuta kontrol yapısı zaafa uğratılıp, moral motivasyon açısından da çökmesi hedeflendi ve bu bağlamda büyük başarılar elde edildi. 2016’dan itibaren 400’den fazla isim MİT’in operasyon birimleri sayesinde Irak ve Suriye sahasında etkisiz hale getirildi. Diyar Garip gibi PKK/KCK merkez yürütme kurulu üyelerinden Mam Zeki Şengalli gibi Sincar sorumlularına kadar örgütte kilit konumda olan isimler birer birer tasfiye edilirken, bazı operasyonlar Türkiye sınır hattından yüzlerce kilometre derinlikte gerçekleştirildi. SİHA’ların çok etkili bir şekilde kullanıldığı bu operasyonlar, sahadaki ajanlar tarafından yönetiliyor. Türkiye bir yandan konvansiyonel bir şekilde askeri harekatlar yaparken diğer yandan her anlamda imkan ve kabiliyetleri geliştirilmiş ve yeni bir stratejik misyon kazanmış olan MİT ile birlikte birçok ülkede eş zamanlı operasyonlarla ulusal güvenliğine tehdit unsurları elimine ediyor. Dünyada sadece birkaç ülkenin istihbarat teşkilatının ulaşabildiği bir kapasiteye erişmiş olan MİT, küresel bağlamda yükselen bir teşkilat olarak öne çıkarken, Türkiye açısından da çok önemli bir güç çarpanı haline gelmiş durumda.
Akut Tehditler ve Gelecek Vizyonu
Devlet otoritelerinin zayıfladığı, devlet dışı aktörlerin yükselişe geçtiği bir coğrafyada Türkiye birçok olası tehditle karşı karşıya. Özellikle Ukrayna-Rusya Savaşı’nın oluşturduğu jeopolitik dalgaların da etkisiyle bölgesel birçok fay hattı kırılabilir. Yakın coğrafyamızda var olan Şii milislerden DEAŞ’a birçok tehdit söz konusu. Ancak Türkiye açısından önümüzde duran en temel tehdidin hala PKK ve onun alt örgütlenmelerinden oluşan ulusal güvenlik riskleri olduğu görülüyor. Bu örgütlerin özellikle de Suriye’deki kaostan yararlanıp ABD/Rusya ve rejimle girdikleri angajmanlar sonucu elde ettikleri kazanımlar, Türkiye açısından büyük bir tehdit kaynağı.
PKK/YPG şu an da halihazırda Fırat’ın batısında Tel Rıfat ve Menbic’i, Fırat’ın doğusunda ise Ayn el Arap’tan Haseki’ye, Rakka’dan Deyr ez Zor’a kadar geniş bir alanı tahakküm altına almış durumda. Her ne kadar Türkiye’nin askeri harekatlarıyla örgütün Doğu Akdeniz’e kadar ulaşan bir terör devleti kurma hayalleri bertaraf edilmiş de olsa bugün ABD himayesinde “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adı altında bir yapı kurulmuş durumda. Yaklaşık 40-50 bin kilometrekarelik geniş bir alanı ellerinde tutarlarken, Suriye’nin enerji kaynaklarının yüzde 75’ini, verimli tarım arazilerini ve su kaynaklarının önemli bir kısmını kontrol ediyorlar. SDG (Suriye Demokratik Güçleri) çatısı altında bir terör gücüne sahipler. Terör örgütü bünyesine Arap unsurları da ekleyip oluşturduğu SDG çatısı altında, ülkenin doğal kaynaklarını kontrol ederek hem kendi ekonomik sürdürülebilirliğini sağlamak hem de varlığını diğer aktörlere dayatma çabasında. ABD’nin koruması altında bölgede güçlenmeye başlayan ve ülkenin önemli ekonomik kaynaklarının kontrolünü ele geçiren PYD/YPG, önce özerk ardından tamamen bağımsız bir terör devletçiği kurma peşinde. Türkiye’nin nüfuzu altındaki bölgelere sistematik şekilde bombalı araç saldırıları düzenleyen, kontrolü altında yaşayan nüfusu şiddet ve baskı siyaseti ile itaat ettirme çabasına giren terör örgütü, gerektiğinde Rusya ve Esed rejimiyle de angajmanlarını sürdürerek hayatta kalma çabası içine girmiş durumda.
Özellikle Türkiye’nin gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekatı (BPH) sonrası bu hareket tarzı daha fazla kendisini gösteriyor. Ancak Türkiye’nin PKK’nın Suriye kolunun bir terör devletçiği kurmasına izin vermeyeceği yönündeki kararlı duruşu, terör örgütünün önündeki en büyük engel. Türkiye önümüzdeki dönemde, Irak’ın yanı sıra Suriye’de örgüte yönelik önemli askeri harekatlar düzenleyerek, örgütün gücünü ve etki alanını minimize etmeye yönelik adımlar atabilir. Bu bağlamda özellikle Tel Rıfat, Menbic, Ayn İsa ve Tel Temir gibi örgütün elinde bulunan bölgeler hedef alınabilir, örgüt baskısı altındaki Arap aşiretler ve Kürt nüfus desteklenerek örgütün zayıflaması sağlanabilir. Nihayetinde Haseki, Rakka ve Deyr ez Zor’da da örgüt tasfiye edilerek tamamen topraksızlaştırılabilir. Irak açısından da özellikle Sincar, Gara ve Kandil bu anlamda öne çıkmaktadır. Önümüzdeki dönemde örgütün buralarda hedef alınarak, bölgenin tamamen temizlenmesi amaçlanacaktır.
Sonuç olarak; Türkiye açısından, PKK ve alt örgütlenmelerinin sadece Türkiye’de değil sınır komşuları olan Suriye’de ve Irak’ta da yaşam alanı bulması kabul edilmeyecektir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın var ettiği yeni jeopolitik denklemde, savunma sanayiinde elde ettiği başarılar, güçlü siyasal liderliği, her geçen gün etkisi ve gücü artan TSK ve MİT gibi kurumlarıyla birlikte, Türkiye terörle mücadelede daha emin adımlarla ulusal güvenliğini tesis etmekte kararlı durumdadır.