Bir ülkenin diğer ülkelerde istediği değişimleri oluşturmak için sert güç araçları kullanmadan yaptığı faaliyetler yumuşak gücü ifade etmektedir. Yumuşak güç, dış politika hedeflerini gerçekleştirmek için kültür ve değerlerden oluşan güç kaynaklarını kullanarak değişim oluşturmayı hedeflemektedir. En önemli özelliği çekici yapısı dolayısıyla hedef kamuoyuna mesajların ulaştırılabilmesidir.
Yumuşak gücün oluşturduğu cazibe, kaynak ülkenin değerlerine ve mesajlarına insanların gönüllü olarak katılmasını sağlayabilmektedir. Böylelikle bu güç, tercihleri belirleme potansiyeli taşıdığından politika hedefleri doğrultusunda diğer ülkelerin, toplumların önceliklerini belirlemektedir. Öncelikleri belirlenen toplumlar, aslında büyük devletlerin ürettiği rızaya gönüllü bir katılım sergilemektedir. Yumuşak güç bu anlamda hegemonya sağlamak için rızanın üretilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. ABD merkezli küresel içerik akışı bu anlamda Batı cephesinin en önemli kozları arasındadır.
Türkiye’nin kamu diplomasisi ise değer odaklı bir yapıya sahip olduğu için Batılı ülkelerin pratiklerinden ayrışmaktadır. Bunu son yıllarda uygulanan insani politikalar net şekilde göstermektedir. Özellikle tarihsel ve kültürel değerlerin belirleyiciliği, çoğul modernite tecrübesi, vicdan ve erdem gibi değerler, Türkiye’nin kamu diplomasisinin temel özellikleri arasında yer almaktadır. Türk kamu diplomasisinin örneklerini modern diplomasinin başladığı dönemlerde görmek mümkün olsa da profesyonel anlamda 2000’lerden sonra Türkiye’nin bölgesinde artan rolü ile birlikte yumuşak güç faaliyetleri hız kazanmıştır.
Değişen Diplomasi Yaklaşımı
2000’lerden 2016’ya kadar yumuşak güç söyleminin baskın olduğu söylenebilir. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından 2016’da yapılan darbe girişiminin ardından Türkiye’nin güvenlik paradigmasında önemli bir değişim ve dönüşüm gerçekleşti. Türkiye artık önleyici güvenlik konsepti ile tehditlere karşı daha proaktif bir tutum geliştirerek bu dönemden itibaren sert ve yumuşak gücü birlikte ele alarak çok boyutlu bir diplomasi yaklaşımını benimsedi. Bir taraftan FETÖ artıklarının temizlenmesi diğer taraftan yapılan hamleler ile sert güç ve yumuşak güç eş zamanlı harekete geçirildi.
Türkiye Soğuk Savaş döneminde Batı ittifakında yer alması dolayısıyla yumuşak güç politikalarında güçlü bir açılım sağlayamamıştı. Soğuk Savaş dönemi sonrasında aşamalı bir şekilde özellikle SSCB’nin dağılmasıyla Türk Cumhuriyetlerine ve akraba topluluklara yönelik yumuşak güç faaliyetlerini yoğunlaştırdı. 1992’de kurulan Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) önemli bir varlık göstermeye başladı. Fakat Turgut Özal sonrası dönemde bu açılımlar yavaşladı. Ardından 2002’de Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde AK Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte dış politikada yürütülen aktif diplomasi ile Türkiye’nin tarihsel ve kültürel mirası bağlamında yoğun bir yumuşak güç politikası devreye girdi. Bu dönemde Batı Türkiye’yi Ortadoğu bölgesi için bir rol model olarak görüyordu.
11 Eylül olaylarının ardından ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik yürüttüğü kamu diplomasisi faaliyetleri başarısızlıkla sonuçlandı. 11 Eylül Amerikan kamu diplomasisinin kendini sorgulamasına neden olan bir dönüm noktasıdır. Çünkü Ortadoğu halklarına terörü bahane ederek neden müdahale ettiğini anlatamadı. Bu dönemde Türkiye’nin modern, laik ve Müslüman yapısı, radikalliğe karşı ılımlı bir model olarak sunulmaya başlandı. Yine bu dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) süreci ve iç politikada gerçekleştirdiği reformlar yumuşak güç ve kamu diplomasisinin en önemli itici güçleri arasında yerini aldı. Türkiye’nin rol model olarak sunulması daha çok Batı’nın güvenlik kaygıları ile ilgili bir durumu ifade ediyordu. Onlara göre ılımlı, seküler, demokratik yapısı ile Türkiye Ortadoğu’daki radikal eğilimlerin karşısında ılımlaştırıcı bir fonksiyonu yerine getirebillirdi.
Türkiye’nin yumuşak gücü, Avrupa ve ABD’nin güvenlik ihtiyaçları ile ilintili olarak görüldüğü için Batı’nın Ortadoğu’da ılımlı İslam arayışına karşılık geldiği düşünülüyordu. Ortadoğu’da hızla yayılan Arap Baharı ve ülkemizdeki Gezi parkı olayları ile birlikte devam eden süreçte Türkiye Batı için rol model olmaktan çıktı. Batılı bir çok yazar ve Türkiye’deki kimi liberaller Türkiye’nin AB perspektifinde olduğu dönemlerde yumuşak gücünün arttığını söylemişlerdir. Özellikle Türkiye’nin güvenlikçi politikaları terketmesine paralel olarak yumuşak gücünün yükseldiğini ifade edenler az değildir. Bu tek taraflı ve eksik bir okumadır. Türkiye, esasında kendi güvenlik ihtiyaçları ve demokratik değerleri çerçevesinde yakın çevresindeki risk ve krizlere karşı değer temelli bir politik tutum geliştirmiş ve bağımsız politikalar gütmeye başladığı için eleştirilmiştir. Türkiye kendi hikayesini anlamaya ve anlatmaya başladıkça Batı’nın eski korkularının da canlandığına yönelik epeyce işaret belirmiştir. Macron’un Türkiye karşıtı açıklamalarının arkasındaki en önemli gerekçelerden biri Türkiye’nin sahaya dönmesidir. Dolayısıyla Türkiye’nin bağımsız dış politika arayışının en önemli göstergelerinden birisi de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” söylemi ile Birleşmiş Milletler’de (BM) küresel adalet arayışını dillendirmesidir.
Türkiye’nin Hikayesi
Dış politika, sert ve yumuşak gücün politik bağlama göre şekillendiği bir güç mücadelesini ifade eder. Bununla birlikte enformasyon çağında uluslararası arenada sonuç almak, sadece askeri güçle değil, aynı zamanda hikayesi güçlü olan ülkelerin kazandığı bir güç mücadelesidir. Hikaye oluşturmak, anlatının kaynak ülke perspektifine göre çerçevelenerek uluslararası toplumun kabul edebileceği söylemleri geliştirmektir. Devletler uluslararası kamuoyunu ikna etmek için ilgi uyandıran hikayelere ihtiyaç duyarlar. Bu noktada hikaye ve söylem oluşturma kapasitesi ile kamu diplomasisi devreye girmektedir. Türkiye’nin hikayesi ise kendi tarih ve kültürünü merkeze alan bir kamu diplomasisi dilini içermektedir. Bu dil, dünyaya Türkiye’den bakma çabasını içerir. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu anlamda önemli hamleler yapmaktadır. Bu çabanın bir gereği olarak Türkiye, uluslararası politikada küresel bir oyuncu olarak yer almak istemektedir. Türkiye’nin bir diğer kamu diplomasi söylemi ise uluslararası arenada en az temsil edilen ülkelerin vicdanı olarak, mazlumların sesi olma ve yardımseverlikte kendisini markalaştırmaya çalışmasıdır. Küresel insani yardım raporlarına göre Türkiye, milli gelirine göre bakıldığında, üç yıl üst üste en çok insani yardım yapan ülke olmuştur. Bu çerçevede dış ve insani yardımlar Türkiye kamu diplomasisinin en önemli söylem çerçevesini oluşturmaktadır.
Türkiye yükselen bölge ve aktörlerle etkileşime girerken, eski müttefikleri ile de ilişkilerini sürdürmektedir. Bölgesel ve küresel bağlamda yumuşak güç ve stratejik iletişim kapasitesini geliştirmektedir. AK Parti ile birlikte değişen dış politika yaklaşımı ve buna paralel olarak gelişen kamu diplomasisi faaliyetleri ile Türkiye, bölgesi ile yakınlaşma politikaları izleyerek yeni gelişen bölge ve ülkelere de kendi hikayesini anlatmaktadır. Özellikle TİKA’nın yenilenerek faaliyetlerinin sistematik hale getirilmesi, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Türkiye Bursları, TRT World, TRT Arapça, TRT Rusça, TRT Kurdi gibi kurumlar önemli roller oynamaktadır. Bunların yanı sıra; THY, STK’lar, üniversiteler, düşünce kuruluşları gibi pek çok aktör kamu diplomasisi faaliyetlerine önemli katkılar sağlamaktadır.
2010’da Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün kurulması ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tesis edilmesi ile birlikte tüm iletişim faaliyetlerinin 2018’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesinde toplanması kuşkusuz çok önemli bir kilometre taşı olmuştur. İletişim Başkanlığı, Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Anadolu Ajansı, CİMER gibi yapıları bünyesine katarak iletişimin bütüncül ve stratejik bir şekilde yönetilmesini sağlamaktadır. “Türkiye markasını güçlendirmek” hedefi ile yoluna devam eden İletişim Başkanlığı, devlet kurumları ile koordineli olarak entegre bir iletişim sistemi oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, İletişim Başkanlığı’nın misyonunu şu şekilde açıklamaktadır: “Türkiye markasını güçlendirmek için devlet ve millet arasındaki iletişimi daha sağlıklı bir hale getirmek, medya sektörüne kamu adına katkıda bulunmak ve devletimizin kurumsal kimliğini ve kurumları arasındaki söylem birliğini tesis etmek için yola çıktık. Bunun yanı sıra İletişim Başkanlığı'nın, Türkiye'ye yönelik haksız ithamlar ve kara propagandaya yönelik çalışmalar yapmak gibi bir rolü var. Bu amaçları yerine getirebilmek için kamu ve özel sektörümüzün birikiminden istifade ederek süreçlerin koordinasyonunu sağlamaya çalışıyoruz. Odak noktamızı, günlük krizler, sorunlar, gelişmeler ile kısa, orta ve uzun vadeli stratejik iletişim faaliyetleri ve son olarak da stratejik aktivitelere yatırım olarak belirledik.”
İletişim Başkanlığı’nın Etkileri
Türkiye’nin uzun yıllar ihtiyaç duyduğu bütüncül iletişim strateji ve politika ihtiyacını karşılamaya çalışan İletişim Başkanlığı Türkiye’nin stratejik iletişimini yönetmektedir. Özellikle İletişim Başkanlığı’nın etkisi, Türkiye’nin terörle mücadele bağlamında yürüttüğü harekatlarda dezenformasyon ve kara propagandaya karşı uluslararası kamuoyunu bilgilendiren faaliyetlerde daha çok hissedilmiştir. İletişim Başkanlığı, terörle mücadele bağlamında gerçekleştirilen askeri harekatlarda Türkiye’nin pozisyonunun iç ve dış kamuoyuna anlatılmasında önemli bir performans ortaya koymuştur. Bununla birlikte İletişim Başkanlığı, yurt dışında Türkiye’nin tezlerini çeşitli etkinliklerle stratejik hedef kitlelere anlatmakta, yanı sıra kültürel diplomasi bağlamında Ara Güler Fotoğraf Sergisi gibi sanatsal faaliyetler göze çarpmaktadır. Bununla birlikte özellikle Cemal Kaşıkçı cinayeti krizinde İletişim Başkanlığı’nın proaktif stratejik iletişim yaklaşımı Türkiye’nin haksız suçlamalarla karşılaşmasını engellemiştir. Türkiye uluslararası yayın organlarına olayla ilgili bilgi paylaşımını etkin bir şekilde gerçekleştirerek, uluslararası toplumun dikkatini konu üzerinde tutmayı başarmıştır. Bu krizde Türkiye’nin en önemli başarısı uluslararası medyanın gündeminde Kaşıkçı olayının aydınlatılmasına katkı sağlayacak bilgi paylaşımını yaparak gündem oluşturması olmuştur. Türkiye, cinayetin ilk gününden itibaren harekete geçmiş ve olayla ilgili önemli bulguları uluslararası toplumla paylaşarak şeffaf bir hukuki süreç yürütmüştür. Türkiye bu krizde gerçekte ne olduğunu ortaya koyamasaydı, dünyaca ünlü tanınmış bir gazetecinin İstanbul’da faili meçhul bir cinayete kurban gittiği algısı ve güvensiz bir ülke imajı oluşturulacaktı. İletişimin stratejik bir konseptte ele alınması ile birlikte Türkiye kriz durumlarında daha proaktif bir yaklaşım geliştirebilmiştir.
Türkiye 2000’lerden itibaren kamu diplomasisi faaliyetlerine sürekli yatırım yaparak bu noktada önemli bir kapasite geliştirmiştir. Şüphesiz Türkiye kendi hikayesini güçlü bir şekilde anlatma yolunda önemli adımlar atsa da daha yapılacak çok işin olduğu bir gerçektir. Özellikle dış politika hedefleri doğrultusunda stratejik kamulara yönelik etkili stratejik iletişim faaliyetleri yapılmalıdır. Bunun için yeni kamu diplomasisi perspektifi ile sivil toplum, kültürel ve sanatsal araçlar, ulus markalama gibi pek çok araç stratejik bir çerçevede faaliyete geçmelidir.
Türkiye, tarihsel ve kültürel mirası, demokratik geleneği, dış politika değerleri, sivil toplum kuruluşları ve gelişen sektörleri ile önemli bir yumuşak güç potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel değişen dış politika yaklaşımı ile birlikte potansiyel değerler politikalara dönüşmeye başlamıştır. Tarihsel izlekten de anlaşılacağı üzere aktif dış politika ile paralel bir şekilde kamu diplomasisi kurum ve araçlarının gelişme gösterdiği görülmektedir. Kurumsallaşma beraberinde sorun alanları ile baş etmede önemli fırsatlar sunar. YTB’nin küresel gelişimi ayrımcılık, ırkçılık gibi konularla diasporanın haklarının daha iyi savunulmasına hizmet ederken, AFAD, Kızılay gibi kurumlar Türkiye’nin yakın ve uzak bölgelerdeki krizlere müdahalesinde önemli roller oynamaktadır. TİKA, küresel çapta Türkiye’nin yakın ilişkilerde bulunduğu bölgelerde proje bazlı faaliyetler gerçekleştirerek sorunlu bölgelerde toplumların ve devlet kurumlarının kalkınma sürecine destek vermektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin kamu diplomasisi faaliyetleri güçlü Türkiye hikayesini etkili ve ikna edici bir şekilde anlatmaya çalışırken bir taraftan da bölgesinde oluşan risk ve krizlerin yönetilmesine önemli katkılar sağlamaktadır.
Sonuçta İletişim Başkanı Prof. Altun’un “politika yapım süreçlerinde iletişimi olsa da olur aşamasından olmazsa olmaz aşamasına taşıyacağız” mealindeki yaklaşımı kamu diplomasisinin yeniden inşa edildiği bir süreçte ufuk açıcı görünüyor. Önemli bir aşama kat edildi. Fakat süreç çok dinamik. Bu yaklaşım biçimiyle kamu diplomasisi aygıtları iyice bütünleştiğinde Türkiye’nin hakkaniyetli pozisyonu küresel ölçekte daha etkili ve ikna edici bir şekilde kabul görecektir.