Merkez Bankası ve ekonomi yönetiminin aldığı tedbirler ve piyasalara güven veren açıklamalarıyla 15 Temmuz darbe girişimini hasarsız olarak atlatan Türkiye ekonomisi, izleyen dönemde uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının değerlendirmeleri ve not indirim kararlarıyla karşı karşıya kaldı. Birbirini takip ederek alınan not indirim kararlarının siyasi sebeplerle verildiği, kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye için izlediği politika incelendiğinde açıkça görülebilir.
Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kısa sürede toparlanması, büyük projelerin açılışlarını yapması ve yatırımların devam edeceği konusunda kararlılık göstermesi umut vermiştir. Bu kararlılık kredi derecelendirme kuruluşları ve uluslararası finans çevrelerinin yatırımcıları etkileyecek değerlendirmelerinin boşa çıkarılmasına katkı yapmıştır.
50 Yıllık Yatırım Bir Yılda Yapıldı
Kabul etmek gerekir ki yatırımcılar açısından kredi derecelendirme kuruluşlarının notları önemlidir ancak tek belirleyici de değildir. Türkiye ekonomisi son 15 yıllık AK Parti iktidarları süresince sağlam temellere oturmuş, mali disiplinden asla taviz vermemiş, yüksek ekonomik büyüme ve kalkınma performansları sergilemiştir. Makroekonomik göstergeleri güçlü olan, üstelik birçok iç ve dış girişime rağmen bu gücünü koruyan Türkiye yatırım yapılabilir seviyesinden çok daha fazlasını hak etmektedir. Türkiye’ye yalnızca 2006 yılında gelen doğrudan yabancı yatırım miktarı, 1950-2002 yıllarını kapsayan dönemden daha fazla olmuştur. 50 yıllık bir performansı bir yıl içerisinde gösterebilmiş Türkiye ekonomisi ne yazık ki bu başarılı performansının karşılığını özellikle kredi derecelendirme kuruluşlarından alamamıştır.
Türkiye son olarak Moody’s tarafından kredi notunun düşürülmesine rağmen istikrarlı duruşunu korumaya devam etmiştir. Kredi notu indirilen birçok ülkeye nazaran not değişiminden etkilenmeyen Türkiye ekonomisinin en büyük avantajı artık kendi potansiyelinin farkına varmış olmasıdır. Bu potansiyel hem insan kaynağı hem de sahip olduğu bütün imkanları ekonomik üretim sürecine katabilecek özgüvenin varlığından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yapılacak olan reel durumun farkında olarak yola kararlılıkla devam edilmesidir. Bu şekilde Türkiye ekonomisi için oluşturulmak istenen negatif algının da önüne geçilecektir.
Türkiye makroekonomik göstergelerindeki gücü devam ettirebilmek için kasıtlı bir şekilde yürütülen kriz kampanyası tuzağına düşmeden ekonomik reformlarda hızlanmalı, uluslararası yatırımcılar ve farklı alternatif piyasalarla ilişki kurmalı ve yatırım merkezi olma hedefinden asla sapmamalıdır. Böylece Türkiye uluslararası arenada hak ettiği konuma gelirken güven ortamını da sağlayacaktır. Bu bağlamda Türkiye’de yatırımların devamlılığı ve yatırım için uygun ortamın oluşturulması temel faktör olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’nin Yatırım Potansiyeli
Yatırımlar açısından İstanbul Finans Merkezi hem ekonomik hem de saygınlık açısından stratejik bir konuma yükselmektedir. İstanbul Finans Merkezi projesini bir prestij ve finansal anlamda genişleme alanı olarak konumlandırmak mümkündür. Özellikle Brexit sürecinin ardından dünyanın en önemli finans merkezi olan Londra’nın bu konumunu kaybetme ihtimali İstanbul açısından bir fırsat oluşturmaktadır.
Bu bağlamda dünyanın birçok ticaret ve finans merkezine 4-5 saatlik uçuş mesafesi uzaklığında bulunan İstanbul gerekli altyapı yatırımları ve teşviklerle gerçek manada bir finans merkezi hüviyetine kavuşabilir. İstanbul Finans Merkezi, Türkiye’nin finansal potansiyelini kullanma ve uluslararası finans potansiyelini bir araya getirme fonksiyonu olan bir platform olacaktır. İstanbul’un Türkiye açısından önemine uluslararası bir finans merkezi olması da eklenince büyük bir kültürel ve tarihsel geçmiş aynı zamanda ekonomik üretim olarak değerlendirilecektir.
Yabancı yatırımlar açısından da İstanbul Finans Merkezi hem bir alternatif hem de yeni bir başlangıcın ve yeni fırsatların oluşabileceği bir ortam sunacaktır. Bu durum Türkiye ekonomisinin yatırım çekme potansiyelini güçlendirecektir.
Yatırım İçin Tasarruf ve AR-GE
Türkiye için çok yeni olmakla birlikte kendisinden beklenti yüksek olan Türkiye Varlık Fonu ise ülke ekonomisinin geleceği açısından bir diğer stratejik uygulamadır. Türkiye Varlık Fonu’nun etkin işleyişiyle birlikte yeni yatırım alanlarının açılacağı kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca dünyadaki örneklerine bakıldığında varlık fonları dış şoklara karşı direnç sağlamakta ve dalgalanmalar karşısında istikrar fonu olarak işlev görmektedir.
Ayrıca varlık fonu uygulamasının Türkiye’de tasarrufları artırıcı bir etki sağlayacağı da göz önünde bulundurulmalıdır. Tasarruf oranlarının düşük olması ülke ekonomisinde yatırımların önündeki başlıca sorunlardan biridir. Sermaye için yurt içi tasarrufların yerine yabancılara başvurmak dışa bağımlılığı artırırken, uluslararası derecelendirme kuruluşları ve finans çevrelerinin de Türkiye ekonomisi için olumsuz algı oluşturma çabasında elini güçlendirmektedir. Bu nedenle yalnızca ekonomik bir konu olmayan tasarrufların artışı aynı zamanda güç dengesini de değiştirebilir.
Son olarak AR-GE ve inovasyon politikaları ve bu süreçlerin desteklenmesi de Türkiye’de yatırımların artışı için orta ve uzun vadede olumlu etkilerinin görüleceği paradigmalardan biridir. Olumlu etkisini görebilmek için zaman isteyen AR-GE ve inovasyon çalışmaları sabırla ve kararlılıkla devam ettirilirse yüksek katma değerli ürünlerin üretimi artacak ve bu yolla Türkiye ekonomisinin ihracat kapasitesi desteklenecektir. Bu üç politikanın etkin bir şekilde uygulanması bir taraftan Türkiye’nin yatırımların merkezi olarak nitelendirilmesini sağlarken diğer taraftan ekonomide kendi ajandasındaki başlıkları uygulaması için de ülkeye geniş bir manevra alanı oluşturacaktır.