Türkiye, siyasetten ekonomiye her alanda dinamik bir ülke. 10 yıl sonra Türkiye’yi nerede görüyorsunuz?
Öncelikle Türkiye’nin son 14 yılda her alanda büyük ilerlemeler kaydettiği tespitini yapmamız lazım. Ancak ülkemizin potansiyeli ve gücü göz önünde bulundurulduğunda bunu yeterli görmüyoruz. 2023 yılı için ekonomi, eğitim, dış politika, çevre, yargı, kültür ve daha birçok alanda önemli hedefler belirledik. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri haline gelmek, milli gelirimizi 2 trilyon dolara, kişi başına milli gelirimizi de 25 bin dolara çıkarmak, savunma sanayiinde dışa bağımlılıktan kurtulmak, ihracatımızı 500 milyar dolara, turizm gelirimizi 50 milyar dolara yükseltmek, kendi uçağımızı, uydumuzu, yüksek teknolojiye dayalı ürünlerimizi üretmek gibi hedefler ilan ettik.
Ülkemizin toplumsal, ekonomik ve siyasi standartlarının yükseltilmesine yönelik bu hedeflere ulaşmak için gayretle çalışıyoruz. Sadece kendi çocuklarımıza değil, dünyanın bütün çocuklarına daha güvenli ve müreffeh bir dünya hazırlamak istiyoruz.
Türkiye, bölgesel ve küresel sorunların ve adaletsizliklerin giderilmesinde öncülük yapmak ve mazlumların sesi olup onlara ulaşmak için güçlü olmalı. Niye “Dünya 5’ten büyüktür” dedik? Çünkü daha adil bir dünyayı tesis etmek için mücadele ediyoruz. 2023 hedeflerimize ulaşmak için istikrarlı bir şekilde yolumuza devam edeceğiz. Allah’ın izniyle bu hedeflerin hepsine ulaşacağız.
Son dönemde “yerli ve milli” kavramını sık sık kullanıyorsunuz. Türkiye’nin atlattığı badireleri göz önüne aldığımızda, bu kavram tam olarak ne anlama geliyor?
Eğer tam bağımsız olmak istiyorsanız, “yerliliği ve milliliği” her alanda hayata geçirmek zorundasınız. Türkiye’nin siyasi tarihi de aslında yerli ve milli olanlar ile kendi ülkesine ve milletine yabancılaşmış olanların mücadelesiyle geçmiştir. Burada kriter bellidir; kazanmak için her yolu mubah gören işbirlikçi anlayış milli olamaz. Anadolu’da bir sözü var; “Gavurun ekmeğini yiyen gavurun kılıcını çalar” diye... Türkiye’nin Suriye’deki Türkmenlere yardım götüren tırlarının önünü keserek, bunun görüntülerini ahlaksız bir iftirayla dünyaya servis edenler, işte bu zihniyette olanlardır.
Yaşadığı toprağın insanıyla, geçmişiyle, kültürüyle bağı kalmamış olanlara şahitlik edebiliyoruz maalesef. Bunlar bazen siyasetçi, bazen akademisyen, bazen medya mensubu, bazen işadamı, bazen sanatçı, bazen yazar, bazen de başka sıfatlarla karşımıza çıkıyor. Bunlar, ülkenin ve milletin hayrına olan ne varsa karşı çıkıyorlar. Köprü, yol, havalimanı, külliye, baraj, nükleer santral... Bütün projelerimizde, hepsini birden karşımızda buluyoruz. Biz yapmak için çalışıyoruz, bunlar yıkmak için uğraşıyor. Türkiye’nin vizyon projelerini daha ilk aşamasından itibaren sabote etmeye çalıştılar.
Aynı tavrın siyasette ve dış politikada da örneklerini gördük. Bir milletvekili, bu milletin askerini ve polisini şehit eden, halkı göç etmeye zorlayan, şehirleri yaşanmaz hale çeviren teröristlere destek veren, çanak tutan açıklamalar nasıl yapabilir? Bir devletin buna sessiz kalması mümkün olabilir mi? Bu anlamda teröre destek veren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını da yine bu milli tutumun gereği olarak görüyorum. Yerlilik ve millilik, siyasetten iş dünyasına, medyadan eğitime, akademiden sanata, istihbarattan savunmaya kadar her alanda kriter olmalı
Halkın yarısından fazlasının oyu ile Cumhurbaşkanı seçildiniz. Çok farklı kesimlerden oy aldınız. Bu grupların taleplerini nasıl dengeliyorsunuz?
40 yıllık siyasi hayatım boyunca türlü badireler atlattık. Ama bir gün bile “millete hizmet” düşüncesinden ve hakikat mücadelesinden vazgeçmedik. Milletimize en iyi hizmeti sunabilmeyi şiar edindik. İnsanımızı eğitimden sağlığa, ulaşımdan tarıma kadar her alanda en güzel imkanlara ulaştırmak için çalıştık. Hiçbir dönemde görülmeyen atılımları gerçekleştirdik. Merhum Neşet Ertaş’ın “Rızasız bahçenin gülü derilmez” dediği gibi, her zaman Hakk’ın ve halkın rızasını gözettik, bunun hilafına hiçbir adım atmadık. Bizim bu samimi gayretlerimiz de hamdolsun milletimiz tarafından karşılıksız kalmadı.
Milletimizin layık gördüğü her görevde olduğu gibi, Türkiye’nin doğrudan milletin oyuyla göreve gelmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak da her zaman “daha fazla hizmet etme” anlayışıyla görevimi yürütüyorum. Hangi görevde olursak olalım, bizden desteğini ve duasını eksik etmeyen milletimizle irtibatımızı hiçbir zaman koparmadık. Sırtını millete değil vesayet odaklarına dayayanlar, siyaset ve toplum mühendisliğine girişenler ya da terör örgütlerinden güç alanlar, bizim bu topraklar ile olan gönül bağımızı anlayamaz, bu duyguyu hissedemezler. Biz milletimizle bir olmaya, birlikte olmaya devam edeceğiz. Milletimizle kurduğumuz işte bu hasbi münasebet sayesinde, siyasi hayatımızda her kesimden insanımızın desteğini almayı başardık.
Türkiye, Gezi eylemleri, 17-25 Aralık darbe girişimi gibi kritik dönemler yaşadı. Bu süreçler nasıl atlatıldı?
Bu süreçlerin sebebini anlamak için, Türkiye’nin son 200 yılına bakmak, özellikle de son 14 yıldaki gelişmeleri çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Eskiden beri bu ülke ne zaman ayağa kalksa, atılıma kalkışsa mutlaka ayağına bir çelme takılmış, önüne bir engel çıkarılmıştır. Son 3 yıldır yaşanan sorunlar da bundan bağımsız değildir. Ülkemizin üzerinde oynanan oyunların arkasında, son 14 yıldır, her alanda yaşanan gelişmeden duyulan rahatsızlık vardır. Gezi olayları olsun, 17-25 Aralık darbe girişimi olsun, son terör eylemleri olsun, hatta bölgemizdeki gelişmeler olsun; hepsi bununla ilgili. Bunlar birbirinden bağımsız gibi görünse de aslında aynı filmin birbirini takip eden sahneleridir. Ama şu gerçeğin de görülmesi lazım; Türkiye, artık eski Türkiye değil. Ülkemiz, manipülasyonlarla krizlere sokulamayacak sağlam bir istikrar zeminine kavuşmuştur. “Yeni Türkiye” yolunda kararlılıkla yürüyoruz. Önümüze çıkarılan son engel ise en aşağılık, en insanlık dışı yöntem olan terörün yeniden hortlatılması oldu. Fakat Allah’ın yardımı ve milletin desteğiyle, bu saldırıların hepsini de boşa çıkardık, çıkaracağız.
Paralel Yapı ile mücadelede sizin kararlı tutumunuz oldukça etkili oldu. 2013’ten bu yana artık toplum da bu tehdidin farkına vardı. Bu mücadele nereye kadar sürecek?
Paralel Yapı ile mücadele benim şahsi mücadelem değil, bir devlet politikasıdır. Burada devletimize ve milletimize yönelik bir tehdit söz konusudur. Biliyorsunuz, bu yapı milli güvenliğimizi tehdit eden ve mücadele yürütülmesi gereken bir oluşum olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne de girdi. Geçmişte yaşadığımız birçok sorunlu olayın arkasında, özellikle devletin kritik kurumlarına sızan bu şer örgütün elemanlarının izine rastlıyoruz. Filmi başa sarıp, bu yapının milletin arkasından sinsi bir şekilde çevirdiği dolaplara tekrar baktığımızda, Türkiye’nin nasıl büyük bir tehlikeden kurtulduğunu daha net görüyoruz. Gizlilik içinde yol alan bu yapı ile ilgili daha önce de bazı çekincelerimiz olmuştu. Ancak17-25 Aralık darbe girişiminin ardından kesin ve kapsamlı bir temizlik operasyonuna başladık. Paralel Yapı, yerleştiği bütün kurumlarımızda çok büyük tahribat oluşturdu. Bu tahribatı onarmak için daha yapılacak çok iş olduğunun farkındayız. Şu anda devletimizin tüm kurumları ve milletimiz bu yapı ile mücadeleyi sahiplenmiştir. Ama daha etkin bir mücadele sergilemek durumundayız. Bunların yurt dışında da birçok organizasyonu var. Gittiğimiz her yerde muhataplarımıza bunların nasıl tehlike arz ettiklerini belgeleriyle anlatıyoruz. Benim “tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” diye tarif ettiğim bu yapının gerçek yüzünü görüp uzaklaşan samimi kardeşlerimiz oldu. Artık bu yapı marjinalleşen bir örgüt haline dönüşmüştür. Milli güvenliğimizi tehdit eden her örgüt gibi, bunlarla da mücadeleye kararlılıkla devam edilecektir.
Özellikle uluslararası medyada Türkiye’nin DAEŞ’i desteklediğine dair dezenformasyon yapılıyor. Ancak bunun böyle olmadığı bilenen bir gerçek. Türkiye’nin DAEŞ politikası nedir?
Bizim için DAEŞ de PKK, PYD-YPG ya da DHKP-C gibi bir terör örgütüdür. Türkiye doğrudan DAEŞ terör örgütünün saldırılarına maruz kalan bir ülke. Şu anda bu örgüte karşı da kapsamlı bir mücadele yürütüyoruz. Açıkçası bu mücadeleyi Türkiye kadar sonuç alıcı şekilde gerçekleştiren başka bir ülke de yok. Bazı ülkeler DAEŞ’le mücadele bahanesiyle Suriye’de kendi bölgesel projelerini hayata geçirmeye çalışıyor. Türkiye ise doğrudan bu örgütün saldırılarıyla karşı karşıya kalsa da mazlum kardeşlerinin yanında yer almıştır. Bölgemizdeki kardeşlerimizin yanında olurken, terörün karşısında da en etkin şekilde mücadele etme kararlılığımızı sonuna kadar sürdüreceğiz.
Türkiye, DAEŞ’le mücadelede uluslararası koalisyonun bir parçasıdır. Bu açık gerçeklere rağmen DAEŞ’i desteklediği şeklindeki asılsız iftiraları Türkiye’ye atanların niyeti farklıdır. Türkiye, yabancı terörist savaşçıların çatışma bölgesine geçişinin engellenmesi noktasında hiçbir ülkenin göstermediği çabayı gösteriyor. Sadece bu yılın ilk üç ayında Türkiye genelinde DAEŞ’e yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda yaklaşık 700 şüpheli gözaltına alındı, 160 kişi de tutuklandı. Silahlı Kuvvetlerimiz Suriye ve Irak’taki DAEŞ hedeflerine yönelik çok sayıda operasyon gerçekleştirdi. Biz böylesi bir çaba göstermemize rağmen, bazı ülkelerin bir kısım terör örgütlerine karşı hareketsiz kaldığını görüyoruz. Ülkemizde alçak terör eylemleri gerçekleştiren PKK veya PYD için Avrupa’da her türlü destek ve propaganda faaliyetlerine sessiz kalınabiliyor. Bu tablo, “terörle mücadelede uluslararası dayanışma” mesajlarına gölge düşüyor. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” ikiyüzlülüğü ile bu iş çözülemez. Uluslararası kurumlar ve tüm devletler, ayrım yapmadan bütün terör örgütlerine karşı samimi bir şekilde ortak tavır almalıdır. Terör, ortak düşmanımızdır ve bütün insanlığı tehdit etmektedir. Tüm insanlık buna karşı birlikte mücadele etmelidir.
PKK ile mücadele devam ederken, sıkışan terör örgütünün dolaylı mesajlar gönderdiğini görüyoruz. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz, bu milletin sırtına yük olan terör sorununu çözmek için, bizim her türlü siyasi riski alarak yürüttüğümüz “demokratik açılım”, “milli birlik ve kardeşlik”, “çözüm süreci” girişimlerimiz oldu. Esasen, toplumda terör meselesinin kalıcı olarak çözüleceği konusunda çok ciddi bir beklenti de ortaya çıktı. Ancak özellikle çözüm sürecinin terör örgütü ve yandaşları tarafından istismar edildiğini gördük. Böyle olunca çözüm sürecini buzdolabına kaldırdık.
Şimdi operasyonlar dönemi. Kimsenin bu milletin huzuruna, birliğine, canına kastetmesine izin vermeyiz. Şu anda asker, polis, korucu, istihbaratçı, bütün güvenlik güçlerimiz dayanışma içerisinde bunların üzerine gidiyor, fedakarca bir mücadele yürütüyor. Terör örgütü ülkemizden ve bölgeden sökülüp atılana kadar da bu operasyonlar devam edecektir.
Etkin operasyonlarla geriletilen terör örgütü, zaten büyük ölçüde çökmüş vaziyette. Bu operasyonlar karşısında sıkışınca, şimdi bazı yabancı devletler, aktörler, medya üzerinden “silah bırakma”, “yeniden masaya dönme” gibi çeşitli mesajlar gönderme yolunu deniyorlar.
Daha önce de ifade etmiştim: bu aşamadan sonra çözüm bellidir; terör örgütünü, en küçük bir zerresi kalmayacak şekilde topraklarımızdan temizledikten sonra birliğimizi ve kardeşliğimizi güçlü şekilde tesis ettiğimizde gerçek çözümü bulmuş olacağız.
Türkiye’de devletin terörle mücadele sürecinde güçlü bir halk desteğine sahip olması ne gibi sonuçlar doğuruyor?
Burada, beni en çok sevindiren şey, bölge halkının, Kürt kardeşlerimizin terör örgütünün karanlık amacını çok iyi görmesi ve bunların yanında yer almaması oldu. Teröristler ve siyasi destekçileri kendi kendilerine özerklikçilik oynadılar, yalnız kaldılar ve kaybettiler. Hüsranla neticelenen çukur siyasetleriyle milletimizin nefretini kazandılar. Terör eylemlerinin, halkın yararına bir yönünün olmadığı, tam tersine sadece Türkiye’nin ayağına çelme takma teşebbüsü olduğu milletimizin her kesimi tarafından görüldü. Milletimiz, diğer bütün alanlarda yürütülen mücadele gibi, bunu da bir istiklal mücadelesi olarak görüyor. Milletin desteğinin ve duasının elde edildiği her mücadele gibi, terörle mücadele de başarıyla sonuçlanacaktır.
Kamuoyunda bir taraftan da yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları yürütülüyor. Türkiye için başkanlık sistemini neden gerekli görüyorsunuz, nasıl bir başkanlık sistemi olmalı?
Türkiye büyüdükçe yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bizim yeni yöntemler bulup hayata geçirmemiz gerekiyor. Yeni anayasa tartışmaları olsun, başkanlık sistemi tartışmaları olsun işte bu çerçevede Türkiye’nin gündemine gelen konulardır. Şunu görmemiz lazım; Türkiye’nin idari yapısındaki elbise, artan imkan ve kabiliyetlerimiz düşünüldüğünde, artık dar geliyor. Bugün G20’nin en büyük ilk 10 ülkesi başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerin çoğunun başarısının arkasında başkanlık sistemi olduğunu görüyoruz. Çünkü hızlı karar alma ve hızlı icraat ortaya koyma kabiliyetine sahipler. Bizim de hızlı karar alma ve hızlı uygulama mekanizmaları açısından yeni Türkiye için yeni bir anayasaya ve başkanlık sistemine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bunu bir teklif olarak gündeme getirirken de başından beri başkanlık sisteminin milletimiz tarafından tartışılmasını dile getirdim. “Türk tipi başkanlık sistemi olmaz” diyenler oluyor. Bunlar, milletimizin iyi bir şey ortaya çıkarabileceğine hiçbir zaman inanmayanlardır. Evrensel standartları kendi tarihimiz ve kültürümüzle sentezlediğimiz bir modelde özgün bir başkanlık sistemimiz tabii ki olur. Esasen dünyada uygulanmakta olan tek bir başkanlık sistemi modeli zaten yok. Her biri kendi tarihini, kültürünü, yerel özelliklerini içeriyor. Farklı modelleri inceleyerek kendimize uygun özgün bir başkanlık sistemi tesis edeceğimizi düşünüyorum.
Türkiye’de medya-siyaset ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? Son dönemde Türkiye’de medya alanında yaşanan çok sesliliğe rağmen, ülkede basın özgürlüğü alanında bir “gerileme” yaşandığı yönündeki algının nedeni nedir?
Türkiye’nin içeriden ve dışarıdan haksız eleştirilere maruz kaldığı bir alan da basın özgürlüğü konusu. Halbuki bugün, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün zemini geçmişle karşılaştırıldığında daha sağlamdır.
Türkiye’de medya alanı 2002 sonrasında ciddi büyüme göstermiştir. Ulusal ve bölgesel düzeyde yayın yapan gazete ve dergi sayısı 7 bine, televizyon sayısı 300’e, radyo sayısı ise bine ulaşan bir medya sektörü ile karşı karşıyayız. Ciddi bir çeşitlenme, çok seslilik ve özgürlük söz konusu.
Ancak basın özgürlüğü ulusal güvenliğimizi tehdit edecek şekilde istismar edilemez. Dünyanın hiçbir ülkesi de ulusal güvenliğini tehdit eden bir unsur söz konusuysa tepkisiz kalmaz. Türkiye’de basın özgürdür. Aksini iddia edenlerin basın özgürlüğünden anladıkları, eskisi gibi hükümet kurup hükümet yıkan bir medya gücüne sahip olmaksa, bunun olmayacağı bir Türkiye’de yaşıyoruz. O günler geçti artık.
Elbette özgürlükleri daha da genişleteceğiz. Ama bugün Türkiye’de basın özgürlüğü meselesi, siyasi bir kalkana dönüşmüş durumdadır. Bunu gündeme getirenlerin aslında medya ile ilgili bir dertleri yoktur. Sadece bu argümanı bir araç olarak kullanıyorlar. Nitekim gücü ellerine geçirdiklerinde, kendilerine muhalif olan medyaya el koyma dahil, çok farklı niyetleri olduğunu da ifade ediyorlar.
Özellikle ana muhalefet partisi liderinin son günlerde kullandığı üslup çok eleştirildi. Yoğun gündemde siyaset üslubu ne olmalı?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun üslubu asla bir ana muhalefet liderine yakışacak bir üslup değil. Yanlış yaptığı eleştirildikten sonra bile o üslubu değişmedi. Bu çarpık tarzı artık bir siyaset biçimi haline getirdi. Bu çirkin dile, milletin gönlünü kazanacak siyaset üretemedikleri için başvurduklarını düşünüyorum. Kendi iç gerilimlerini, acziyetlerini bu yolla gizlemeye çalışıyorlar. Ancak milletimiz bütün bunları gayet iyi görüyor ve herkese notunu veriyor. Biz, bu üslupla siyaset yapanları “yok” saymayı tercih ediyoruz.
Siyasette “Erdoğan karşıtlığının” bir kimlik halini almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, şahsımla ilgili değil, millete karşı bir tutumdur. Asıl önemli olan, bu karşıtlığın kimleri yan yana getirdiğidir. Bakıyorsunuz terör örgütü PKK destekçileri ile Paralel Yapı üyeleri yan yana. Ya da bugüne kadar birbiriyle kavga edenler kol kola. Bu süreç aynı zamanda maskelerin düşmesini, millete cephe açanların gerçek yüzünün görülmesini de sağladı. Bu açıdan hayırlı da olmuştur.
ABD’de başkanlık seçimi yaklaşıyor. Yeni başkandan terörle mücadele ve Suriye konularında hangi adımları bekliyorsunuz? Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl bir perspektif güçlendirir?
ABD’de gerçekleştirilecek seçimler Amerikan halkının tercihini ortaya koyacak.
Çıkacak netice Türkiye ile ABD ilişkileri açısından köklü bir değişime yol açmayacaktır. Çünkü Türkiye ve ABD iki güçlü müttefik ve ortaktır. Uzun bir geçmişe ve güçlü temellere sahip olan iki ülke arasındaki ilişkiyi daha önce “stratejik ortaklık” olarak ifade ediyorduk. Sayın Obama’nın Türkiye ziyaretinde bunun çerçevesini “model ortaklık” olarak tanımladık.
Türkiye-ABD ilişkisi, ikili konuların yanı sıra, bölgesel ve küresel gelişmeler açısından da önemli. Terörle mücadeleden enerji arz güvenliğine kadar geniş bir işbirliği alanımız bulunuyor. Ortaklığımızın ve iş birliğimizin özellikle terörle mücadele ve Suriye gibi sıcak konularla ilgili daha iyi bir noktaya taşınması hususunda ayrıca çalışıyoruz.
Son olarak Kriter dergisinin yayın hayatına başlamasına ilişkin neler söylersiniz?
Düşünce geleneğinin oluşmasında dergilerin önemli bir yeri var. Kriter’in de bu anlamda kendine önemli bir yer edineceğini düşünüyorum. Bu vesileyle derginizin başarılı olmasını temenni ediyorum.