7 Ekim 2023 sabahı HAMAS’ın askeri kanadı İzzettin el-Kassam Tugayları ve Gazze’de mukim diğer silahlı grupların gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısı, İsrail’de pek çok dinamiği harekete geçirdi. İsrail’in 11 Eylül’ü olarak tanımlanan ve 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan sonraki en büyük kayıpların yaşandığı bu saldırıda, 1200 İsrailli öldürülürken 240’ı da rehin alınmıştı. Bu itibarla Aksa Tufanı saldırısını, Yahudilerin ikinci Holokostu olarak tanımlayan yorumlar da oldu.
1948’den beri “bir daha asla” mottosu nedeniyle aşırı güvenlikleştirilmiş bir siyaset takip eden İsrail devleti için maruz kalınan bu saldırı, şimdiye kadar sürdürülen bu politikanın iflası olarak kabul edildiği gibi, yıllara sâri olarak oluşturulan “yenilmez İsrail” algısının da çökmesine yol açmıştır. Keza aynı şekilde şimdiye kadar bölgenin en etkili ve tehlikeli istihbarat örgütü olarak lanse edilen “her şeyi bilen ve gören MOSSAD” miti de yerle yeksan olmuştur.
Demir Kılıçlar Harekatının Öncekilerden Farkı
İsrailli karar vericiler, HAMAS’ın bu beklenmedik ve ağır sonuçları olan saldırısına verilecek cevabın da öncekilerden çok farklı ve bir daha hiç kimsenin benzer bir saldırıya kalkışmamasını temin edecek şiddetle olması gerektiğine kanaat getirmişlerdir.
Aslına bakılırsa HAMAS ile İsrail arasında özellikle 2007’de başlatılan Gazze ablukasından beri yüksek gerilim ve zaman zaman da çatışmalar yaşanmaktaydı. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi 7 Ekim’den sonra yaşananlar; saldırının süresi, harekata katılan asker sayısı, kullanılan ateş destek elemanları, sarf edilen mühimmatlar, yıkılan bina, öldürülen/yaralanan sivil ve yerlerinden edilen kişilerin sayısı, kullanılan dezenformasyon yöntemleri, medya kullanımı ve süreç yönetimi taktikleri bakımından gerçekten de önceki saldırıların hepsinden ayrışmıştır.
Hatırlanacağı üzere İsrail muhtelif gerekçelerle; 2008-2009, 2012, 2014, 2018, 2021 ve 2022’de de Gazze’ye saldırılar düzenlemişti. Ancak Aksa Tufanı saldırısından birkaç saat sonra Başbakan Netanyahu tarafından yapılan açıklamada, daha önceki saldırılardan farklı olarak ülkenin savaş halinde olduğu belirtilerek derhal karşı saldırı başlatılacağı ifade edilmiştir. Bu kapsamda Demir Kılıçlar operasyonuna start verilmiş ve üç hedef beyan edilmiştir.
Bunlar; sınır güvenliğinin tekrar sağlanması, ardından bu bölgedeki sivil halkın güvenli bölgelere transfer edilmesi ve son olarak içeri sızmış olan HAMAS direnişçilerinin bertaraf edilerek akabinde Gazze’ye yapılacak operasyonla rehinelerin kurtarılması ve HAMAS’ın tamamen ortadan kaldırılmasıdır.
Netanyahu’nun açıkladığı hedeflere rağmen süreç içerisinde yaşanan gelişmeler, İsrail’in Aksa Tufanı’nı araçsallaştırarak aslında arka planda kotarılmakta olan farklı niyetlerini devreye soktuğunu göstermiştir. 7 Ekim’den sonra yaşananlar, İsrail’in bu süreçte yaptığı veya yapmaya çalıştığı şeyleri üç ana başlıkta açıklayabileceğimizi göstermiştir. Bunlar; öncelikle saldırının intikamının alınarak topluma yeniden güven verilmesi, kaybedilen caydırıcılığın yeniden tesis edilmesi ve muhtemel iki devletli çözüm koşullarının ortadan kaldırılmasıdır.
Aksa Tufanı Saldırısının İntikamının Alınması
Saldırıdan kısa bir süre sonra Mısır ve ABD basınında, İsrail’in 7 Ekim saldırısından haberdar olduğu ancak HAMAS’ı tamamen ortadan kaldıracak planı hayata geçirebilmek için gerekli önlemenin yapılmadığına yönelik bazı iddialar ortaya atılmıştır. Bu iddialar, sonuçlara bakarak yapılan yorumlardan ibaret olup, kısmen de İsrail’in imajını kurtarmaya yönelik girişimler olarak tahmin edilmektedir.
Nihayetinde HAMAS; İsrail’in Filistin topraklarındaki işgali sonlandırmak, Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılmasını sağlamak ve Mescid-i Aksa’nın statüsünü değiştirmeye yönelik girişimleri engellemek için Aksa Tufanı saldırısını gerçekleştirdiğini açıklamıştır. İddialardaki kastın aksine İsrail’in güvenlik ve istihbarat aygıtları, saldırıyı fark edememiş ve önleyememişlerdir.
Aksa Tufanı, İsrail toplumunun genelinde büyük bir travma doğurmuş ve başta hükümet, ordu ve istihbarat örgütleri olmak üzere devlete olan mutlak güvenlerini sarsmıştır. Dolayısıyla Gazze’ye yönelik yapılacak saldırının hem topluma yeniden güven vermesi hem de ordunun ve istihbaratın zarar gören inancını onarması gerekiyordu. Ayrıca İsrail, kurulduğu tarihten itibaren kendisine yönelik hiçbir saldırıyı karşılıksız bırakmamış, aksine misliyle karşılık vermişti. Bu sebeple HAMAS’a da misliyle karşılık verilmeli ve böyle bir saldırıya kalkıştığı için pişman edilmeliydi.
Bunun yanı sıra 2007’den beri abluka altında tutulan Gazze’den İsrail’e yönelik böyle bir saldırının gelebileceği de beklenmemekteydi. Zira şimdiye kadar ki bütün çatışmalarda, HAMAS elindeki kısıtlı imkanlarla sadece İsrail’e roketler fırlatabilmişti. Sınırı geçerek İsrail içlerine saldırı gerçekleştirebileceği, sınır karakollarına baskın düzenleyip buraları kısa süre için bile olsa ele geçirebileceği, rehineler alıp Gazze’ye götürebileceği kesinlikle tahayyül bile edilememişti. Dolayısıyla bu meydan okumanın şiddetle cezalandırılması ve intikamın alınması gerekliydi.
Caydırıcılığın Yeniden Tesisi
Kurulduğu dönemde çevresindeki bütün Arap devletleriyle düşman olan ve bir dizi savaşta onlarla yüzleşmek durumunda kalan İsrail için caydırıcılık en önemli savunma silahı olmuştu. Hatta bu kapsamda nükleer silah dahi edinmiş ve bunu caydırıcılığının merkezine oturmuştu.
Ordusundaki asker sayısı, bölgedeki diğer ülkelere göre çok fazla olmasa da hem sahip olunan yüksek teknoloji ürünü sofistike silahlar hem de ABD’den aldığı askeri ve siyasi destek sayesinde İsrail ordusu bölgenin en güçlü orduları arasında gösterilmekte ve bu yerleşik algı İsrail’e saldırmak veya sataşmak isteyenler için önemli bir caydırıcılık sağlamaktaydı.
Benzer şekilde istihbarat teşkilatları da dünya çapında gerçekleştirdikleri örtülü veya açık operasyonlarla İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturan aktörleri etkisiz hale getirerek büyük bir ün elde etmişlerdi.
Fakat İsrail, 7 Ekim sabahı tüm bu caydırıcılığını kaybetti. Belki de tarihinde ilk defa bu kadar aciz bir pozisyona düştü ve başta hasımları olmak üzere tüm dünya, İsrail’in dokunulabilir olduğunu gördü. Bu durum İsrail’e düşmanlık besleyen diğer bazı aktörlerin de harekete geçebileceğine yönelik bir izlenim bırakmış ve bu nedenle de İsrail devletinin geleceği için büyük bir tehlike oluşturmuştu.
Dolayısıyla kaybedilen caydırıcılığın derhal yeniden tesis edilmesi, başta HAMAS olmak üzere düşmanların İsrail’e bir daha saldırmayı akıllarından bile geçirmemesi gerekmekteydi. Bunu mümkün kılmak için de daha önce görülmemiş sertlikte bir karşılık vermek ve saldıranları pişman etmek gerekiyordu. Bu yüzden Demir Kılıçlar operasyonu önceki bütün operasyonlardan farklı olmak zorundaydı ve öyle de olmuştur.
İki Devletli Çözümünün Koşullarının Ortadan Kaldırılması
Netanyahu liderliğindeki mevcut İsrail hükümetini oluşturan partilerin ekseriyetinin Filistin yönetimi ile iki devletli çözüm temelinde bir barış yapılmasına karşı olduğu bilinmektedir. Her ne kadar Netanyahu daha önceki dönemlerde ABD’nin telkinleriyle de olsa iki devletli çözüme itiraz etmemiş olsa da bu konuya en az hükümet ortağı olan Ben Gvir ve Smotrich kadar karşı olduğu bilenen bir durumdur. Kaldı ki Kasım 2022’de yapılan son seçimlerde de muhtemel bir Filistin devletine asla izin vermeyeceğini söyleyerek seçmeninden oy talep etmiştir.
Demir Kılıçlar operasyonun başından beri yaşananlar, bize İsrail yönetiminin iki devletli çözüm planını kafasında bitirdiğini ve bunun konuşulmasına bile tahammül edemediklerini göstermiştir. Zira zaten Doğu Kudüs ve Batı Şeria’dan fiziki olarak kopuk olan Gazze’yi tamamen yerle bir ederek, duygusal bağlantıyı da kesmek ve geride hiçbir umut kırıntısı bırakmamak amaçlanmıştır.
Eğer bir barış olacaksa da bunun ancak tek devletli çözüm planı dahilinde olabileceğini dillendiren İsrailli yetkililer, buna da oluşturulacak yeni devlet yapısında hem nüfus hem de ideolojik olarak Yahudi karakterinin egemen olması halinde izin verilebileceğini ifade etmektedirler. Yani bırakın iki devletli çözümden bahsetmeyi, tek devletli çözümde bile Filistinlilerin azınlık veyahut ikinci sınıf vatandaş olarak görülmesi söz konusu olabilecektir.
Gazze’nin neredeyse tamamen yıkılmak istenmesinin ve burada yaşayan 2,3 milyon Gazzelinin de önce güneye akabinde ise mümkünse Mısır’a veya başka ülkelere sürülmek istenmesinin arka planında bu niyet yatmaktadır. Zira mevcut duruma göre İsrail ve işgal altındaki Filistin topraklarında yaşayan Yahudiler ile Filistinlilerin nüfusları yaklaşık olarak eşittir. Dolayısıyla oluşturulacak yeni yapıda nüfus bakımından eşitlik kabul edilemeyeceğinden, Filistinlilerin nüfusunun mümkün olduğunca azaltılması en önemli hedef olarak görülmektedir.
Ayrıca İsrail’in HAMAS’ı ortadan kaldırması için kendine açılan sözde fırsat penceresinden istifade ederek Batı Şeria’da da operasyonlara giriştiği ve önümüzdeki dönemde Batı Şeria’yı ilhak etmek istemesine mani olabilecek silahlı direniş unsurlarını ortadan kaldırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
İsrail’in 7 Ekim’den beri HAMAS’ın saldırısını bahane ederek Müslümanların Mescid-i Aksa’da Cuma namazlarını eda etmelerine izin vermemesi veya kısıtlamalar getirmesi de Aksa Tufanı’nın İsrail tarafından kendi amaçlarına ulaşmak için ziyadesiyle araçsallaştırıldığını göstermektedir. Keza Doğu Kudüs’te HAMAS bulunmamakla birlikte alınan aşırı tedbirler niyetin HAMAS olmadığını düşünmemize neden olmuştur.
Sonuç olarak, İsrail, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısına hazırlıksız yakalanmış ve büyük yara almıştır. Çok övündükleri güvenlikçi politikaları çökerken, yenilmezlik miti de yıkılmıştır. HAMAS gibi yıllardan beri abluka altında kısıtlı imkanlarla ayakta kalmaya çalışan bir örgütün bile İsrail’e bu denli bir zarar vermesi hazmedilememiş ve aşırı tepki verilmiştir. Saldırının intikamının alınması için sadece HAMAS değil tüm Gazze halkı cezalandırılmak istenmiştir.
Akabinde kaybedilen caydırıcılığın yeniden tesisi için uluslararası hukuku dahi ayaklar altına alarak insanlık dışı bir saldırı başlatmıştır. İsrail bu süreçte ABD’den aldığı koşulsuz desteği de kullanarak caydırıcılığını kaybetmediğini, bilakis eskisinden daha güçlü olduğu mesajını vermeye çalışmıştır.
Bununla birlikte, bir türlü içlerine sindiremedikleri iki devletli çözüm planını imkansız hale getirmek için Gazze’yi tamamen yıkarak, muhtemel bir Filistin devletindeki fiziki bütünlük ihtimalini tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Buradaki nüfusu da göçe zorlayarak olası tek devletli çözüm planında Yahudi hakimiyetini garanti altına almaya çalışmıştır.
İsrail şimdilik hedeflerine ulaşıyor gibi gözükse de, nihayetinde henüz HAMAS’ı yenilgiye uğratamamış, savaşarak hiçbir rehineyi kurtaramamış ve Gazze’yi tamamen ele geçirememiştir. Dolayısıyla Gazze’nin hatta tüm Filistin’in geleceğine yönelik projeksiyonları gerçeklikten uzaktır. Ayrıca şimdiye kadar işlediği savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar ile soykırım suçları kayıt altına alınmış olup eninde sonunda bunların hesabını vermek zorunda kalacaktır.