Türkiye, tarihi bir dönemecin eşiğinde. 14 Mayıs’ta gerçekleşecek çifte seçim, Türkiye’nin bundan sonraki istikametini de belirleyecek nitelikte. Siyasi pozisyonlar da ittifaklar altında kampanyalarını yürüterek, seçimlerden kendi adlarına zaferle çıkmanın gayretinde. Bir yanda Cumhurbaşkanlığı diğer yanda Meclis seçimleri için sahada büyük bir mücadele söz konusu. Buraya kadar olağan şekilde tanımlanabilecek süreçte, ilginç ve üzerinde durulması gereken hususlardan biri HDP ve yedek parti olarak teşkil edilen Yeşil Sol Parti’nin (YSP) Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı ile kurduğu angajman. PKK/KCK’nın legal alandaki siyasal uzantısı olan HDP/YSP’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesi, çeşitli müzakereler sonrasında aday çıkarmama ve Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı dikkate değer. Ancak tamamlayıcı diğer bir gelişme ise PKK/KCK terör örgütünün tüm gücüyle seçim sürecine asılması.
Doğası itibarıyla meşru siyasal sistem ve seçim süreçlerine uzak kalması gereken bir terör örgütü, tüm unsurlarıyla siyasi kampanya yürütmeye başlamış durumda. Örgütün üst düzey yöneticileri hemen her gün açıklamalar yaparak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neden devrilmesi gerektiğinin, kendi adlarına izahını ve propagandasını yapmaya çalışıyor. Cemil Bayık, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Remzi Kartal, Helin Ümit ve Sabri Ok’a kadar neredeyse seçim için açıklama yayınlamayan terör örgütü lideri kalmadı. Yaptıkları açıklamalarla 14 Mayıs’taki seçimin önemini ortaya koyarak, kendilerine müzahir herkesin sandığa gidip Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi gerektiğini ancak bu şekilde “AKP-MHP faşist iktidarının” devrilebileceğine vurgu yapıyorlar.
Esasında PKK/KCK, depremden hemen sonra seçimlere kadar uzattıklarını ilan ettikleri çatışmazlık duyurusunda bulunmuştu. PKK’nın eş başkanı Bese Hozat açıkladığı bildiride, 14 Mayıs seçimlerinin hiçbir seçime benzemediğini vurgularken, HDP’nin Kemal Kılıçdaroğlu lehine aday çıkarmamasını doğru bulduğunu belirtmiş, seçimler bitene kadar “askeri eylemleri” durdurduklarını söylemişti. Hozat’a göre “Seçim süreci ile birlikte güçlü bir mücadele yürütülürse, bu faşist iktidar 14 Mayıs’ta yıkılacak.” Ardından sözde lider kadrodaki diğer isimler de benzer açıklamalar yapmaya başladılar. Ancak özellikle Duran Kalkan’ın 18 Nisan’da basına yansıyan açıklamaları, çok çarpıcı ve PKK/KCK’nın ilgili hareket tarzını da izah edecek şekildeydi.
Duran Kalkan; “Erdoğan MİT’i seferber etmiş bizi öldürmek için. Liste liste adımızı açıklamışlar, her gün öldürüyorlar, kimseden ses çıkmıyor. Medya savunma alanlarında, Bakur’da tünellerde her yerde saldırı altındayız. Kandil’de, Şengal’de, Rojova’da öldürülüyoruz. Her gün de öldürüyor. Kimseden çıt çıkmıyor. Listeler oluşturmuşlar. Yönetimimize dair. Kırmızı liste, sarı liste, yeşil liste, gri liste yani her listeye otuz-kırk isim koymuşlar. Resim koymuşlar. Bunlar böyle arananlar listesi değil. Alenen öldürülecekler listesi.” derken, aslında PKK/KCK’nın nasıl bir baskı altına olduğunu, lider kadroların hareket edemez ve örgütü yönetemez bir hale geldiğini ortaya koyuyor ve aynı zamanda açık bir şekilde tükenmişliğin fotoğrafını çekiyordu.
Peki, ABD’nin Suriye’deki himayesine, Irak’ta İran, Haşdi Şaabi ve KYB’nin desteğine, Avrupa ülkeleri ve İsrail’in verdiği tüm yardımlara rağmen örgütün sözde lider kadrosu neden bir tükenmişlik sendromunun içerisinde?
Bu sorunun cevabını, Türkiye’nin terörle mücadele doktrini ve MİT’in örgüte karşı gerçekleştirdiği operasyonlar üzerinden verebiliriz. Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin akabinde oluşturduğu yeni güvenlik doktrini ile paradigma değiştirerek, PKK terörüyle mücadelede proaktif bir tarz benimserken, gerek ülke içinde gerekse sınır ötesinde askeri harekatlar ve nokta operasyonlarla terör örgütünü elimine etme arayışına girdi. Bu doktrinin en önemli saç ayaklarından birini elbette MİT oluşturuyor. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, teşkilatın imkan ve kabiliyetlerinde önemli gelişmeler oldu. Gerek insan kaynakları gerekse teknik imkanları ciddi anlamda artan MİT’in hem Türkiye sathında hem de özellikle Irak ve Suriye’de çok önemli operasyonlara imza atmaya başladığını gördük.
Hakan Fidan liderliğinde, değişen dünya koşulları ve güvenlik tehditleri karşısında kendisini yenileyen; hukuki altyapısı, teknik, siber ve insan kapasitesini genişleterek etkinliğini artıran teşkilat, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Harekatı (FKH), Zeytin Dalı Harekatı (ZDH), Barış Pınarı Harekatı (BPH) ve Kararlılık Harekatları gibi büyük sınır ötesi harekatlarda, sahada çok önemli roller üstlendi ve aynı zamanda terör örgütü PKK’nın üst düzey isimlerinin tespiti ve etkisiz hale getirilmesi bağlamında da büyük işlere imza attı. Duran Kalkan’ın dile getirdiği “tüm bölgelerde hedef alınıyoruz, öldürülüyoruz” açıklamaları, esasında MİT’nin etkili bir stratejiyle hayata geçirdiği dekapitasyon olarak adlandırdığımız örgütün lider kadrosunun etkili bir strateji dahilinde etkisiz hale getirilmesi süreci.
MİT özellikle Irak ve Suriye sahasında PKK ve alt bileşenlerine karşı çok önemli operasyonlar yapmaya başladı. Örgütün lider kadroları tasfiye edilirken komuta kontrol yapısı zaafa uğratılıp moral motivasyon açısından da çökmesi hedeflendi ve bu bağlamda da büyük başarılar elde edildi. 2016’dan itibaren 500’den fazla isim, MİT’in operasyon birimleri sayesinde, Irak ve Suriye sahasında etkisiz hale getirildi. Diyar Garip gibi PKK/KCK merkez yürütme kurulu üyelerinden Mam Zeki Şengalli gibi Sincar sorumlularına kadar örgütte kilit konumda olan isimler birer birer tasfiye edilirken, bazı operasyonlar Türkiye sınır hattından yüzlerce kilometre derinlikte gerçekleştirildi.
SİHA’ların çok etkili bir şekilde kullanıldığı bu operasyonlar, sahadaki ajanlar tarafından yönetiliyor. Türkiye bir yandan konvansiyonel bir şekilde askeri harekatlar yaparken, diğer yandan her anlamda imkan ve kabiliyetleri geliştirilmiş ve yeni bir stratejik misyon kazanmış olan MİT ile birlikte birçok ülkede eş zamanlı operasyonlarla, ulusal güvenliğini tehdit eden unsurları elimine ediyor. Dünyada sadece birkaç ülkenin istihbarat teşkilatının ulaşabildiği bir kapasiteye erişmiş olan MİT, küresel bağlamda yükselen bir teşkilat olarak öne çıkarken, Türkiye açısından da çok önemli bir güç çarpanı haline gelmiş durumda.
PKK/KCK liderliği ise yukarıdaki saikler çerçevesinde bir tükenmişlik sendromu içerisinde hareket kabiliyetlerini büyük ölçekte yitirerek, terör üzerinden sonuç almaktan ziyade Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki siyasi iradeyi hedef alarak asıl “soruna” odaklanmış durumdalar. Seçim sürecindeki eylemsizlik kararları ve hareket tarzlarının arkasında bu güdü yatıyor. Mevcut iktidarın değişmesiyle içinde bulundukları çıkmazdan kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Bunun için de legal alanda faaliyet unsurları olan HDP/YSP gibi yapıları araçsallaştırarak, ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ın yeniden iktidar olacağı, TSK, MİT ve diğer güvenlik bürokrasisin mevcut iradeyle devam etmesinin önüne geçebilecekleri kanısındalar.
Maalesef Kemal Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının ilgili pozisyonu da bu düşüncenin oluşmasına olanak sağlıyor. HDP/YSP’nin meşruiyetine dair vurgular ve seçim pazarlıkları, PYD/YPG’nin Türkiye için tehdit olmadığına dair söylemler, Türkiye’nin Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği sınır ötesi askeri harekatlara ilişkin olumsuz bakış açısı, Selahattin Demirtaş’ın ve diğer örgüt üyelerinin serbest bırakılmasına ilişkin vaatler, terörle mücadelenin en önemli ayaklarından olan ve PKK/HDP’nin lojistik altyapısını çökerten kayyumların lağvedileceği vaadi ve nihayetinde yeni bir “çözüm sürecine” ilişkin açıklamalar; HDP/YSP’li isimlerin seçim sürecinde yapmaya başladığı açıklamalarla birlikte düşünüldüğünde, olası bir HDP/YSP destekli Kılıçdaroğlu iktidarında devam eden terörle mücadele doktrini, tamamen rafa kaldırılacak gibi görünüyor. PKK/KCK Türkiye içerisinde eylem yapamayacak duruma getirilmiş, Irak ve Suriye’de baskı altına alınmış ve lider kadroları bir bir tasfiye edilirken, örgüte yeniden can suyu verecek şekilde adım atmak, Türkiye’nin geleceğine ihanet etmek manası taşır. Hele ki yanı başımızda ABD himayesinde PKK/YPG’nin bir terör devleti kurmaya çabaladığı bir dönemde.