3 Ekim 2009’da imzalanan Nahçıvan Anlaşması neticesinde kurulan “Türk Keneşi” ile ruhunu edinen “birlik”, 12 Kasım 2021’de İstanbul’da imzalanan anlaşma çerçevesinde Türk Devletleri Teşkilatı’nda vücut buldu. Türk Keneşi adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmesi, Teşkilat’ın iç siyasi dinamiklerini ve birlik mefhumuna yükledikleri anlamı ortaya koyuyor. Öyle ki bu ad değişikliği, Teşkilat’ın; üye devletlerin bir potada eritilmesi yoluyla teklik kazanmasını değil, onların tek tek, eşit statüyle ortak amaçlar etrafında birlik olmasına yönelik şuurunu ifade ediyor: Her birinin halkları Türk olan devletlerin teşkilatı.
Anlaşmanın ardından 121 maddelik bir bildiri yayınlanarak, başta güvenlik ve ekonomi olmak üzere; uluslararası ilişkiler (üçüncü taraflarla ilişkiler), ortak tarih ve kültür çalışmaları, öğrenci değişimleri ve üniversiteler arası geçiş programlarını da kapsayan eğitime yönelik planlamalardan, ortak sağlık ve dijital altyapı sistemlerinin kurulmasına kadar birçok alanda atılabilecek adımlar ve mevcutta yürütülen projeler belirtildi.
Bildiride, Türk Cumhuriyetleri’nin başta bağımsız devlet anlayışlarının güçlenmesi ile sosyo-ekonomik anlamda gelişmeleri ve bölge jeopolitiğinde etkinliklerinin arttırılmasında Türk Devletleri Teşkilatı’nın önemine vurgu yapılıyor; üye devletlerin uluslararası hukuka bağlı kalarak birbirlerinin iç işlerine müdahale etmeksizin aralarındaki bazı sorunların çözülmesinde karşılıklı saygıya dayanan bir tutum sergilemeleri bekleniyor.
Yine Teşkilat ile üye devletlerin, başta bölgesel ve uluslararası konularda olmak üzere; siyasi, ekonomik ve halklar arası ilişkilerin geliştirilmesi konularında, ortak tutum ve söylem gerçekleştirmesi de hedefleniyor.
Siyasi Birlik
Üye devletlerin; “Türk Dünyası 2040 Vizyonu”nu, Türk devletlerinin ortak çıkarlarının bulunduğu muhtelif alanlarda geleceğe dönük iş birliğine rehberlik edecek stratejik bir belge olarak kabul ettiklerini ve uygulanması için “2022-2026 Türk Devletleri Teşkilatı Stratejik Yol Haritası” hazırlanması yönünde aldıkları karar, Teşkilat’ın ortak siyasi duruşuna dair resmi belge niteliğindeki ilk nüvesi sayılabilir. Çünkü belirli amaçlar ile vizyon oluşturulması ve bu çerçevede atılacak adımların planlanması tabii olarak siyasi ortak paydanın oluştuğunun göstergesidir. Aynı zamanda Aksakallar Konseyi’nin yeniden yapılandırılması, Türk devlet geleneğinin siyasal karar alma mekanizmasının tarihsel kökenlerini ortaya koymaktadır.
Son 10 yıllık dönem düşünüldüğünde üye ülkelerin (Orta Asya’da) sınır sorunlarını ciddi oranda çözmesi, ikili ve çok taraflı anlaşmalar yolu ile enerji ticaretini de kapsayan ortak adımların atılması gibi pozitif gelişmelerde Teşkilat’ın payı yadsınamaz. Bununla birlikte, Macaristan’ın Eylül 2018’de gözlemci üye statüsü ile katılım sağlaması, Ekim 2019’da Özbekistan’ın tam üye olması ve son zirvede Türkmenistan’ın gözlemci üye olarak katılması ile genişleme sürecinin devam etmesi, Teşkilat’ın siyasi bir çekim merkezi olarak düşünülmesi konusunda umut vericidir.
Macaristan'ın siyasi katılım üzerindeki yoğun çabaları, Türk dünyasının Batıya açılan tasavvurunu ön plana çıkarırken, yine Vişegrad Dörtlüsü’nün (Çekya-Macaristan-Polonya-Slovakya) Teşkilat’ın -ileri tarihteki- Budapeşte Zirvesi’ne katılması yönündeki talebi, uluslararası sistem düzeyindeki siyasi tahayyülün jeopolitik yansımasıdır. Yine Kırgızistan’ın diyalog ve iş birliği adına Orta Asya-Güney Kafkasya platformunun kurulmasına yönelik talebi bölgeselleşmenin siyasal çıktıları olarak yorumlanabilir.
Dış Politika ve Güvenlik Meseleleri: Ortak Söylem ve Tutum
Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkelerinin; devletlerin tek tek kendi dış ve güvenlik politikaları, bölgesel konular ile uluslararası sisteme sirayet eden hususlarda birbirlerini destekleyici ve ortak adımlar atması ya da en azından bunun beklenmesi, Teşkilat’ın hem sürdürülebilirliği hem de etkinliği bakımdan elzemdir. Çünkü konu odaklı ittifak yapılanmalarında ve/veya olgunlaşmış çok uluslu örgütlerde bile ortak siyasi söylemin zayıflaması doğrudan hizipleşmenin önünü açarken, bu örgütün etki kapasitesini de zayıflatmaktadır.
Üye devletlerin ortak söylemde bulunabilmeleri için bölgesel ya da konu odaklı olarak birbirlerinin sorunlarını anlamaları ve dertlenmeleri gerekmektedir. Böylelikle tek tek üye devletler için iyi olanın ve onların münhasır sorunlu alanlarının, Teşkilat’ın gündemine doğrudan alınması gerçekleşebilir. Bildiri metninde bu çerçevede atılan adımlar üç konuda ifade edilmiştir, bunlardan birincisi Karabağ sorunudur. Karabağ savaşında Azerbaycan’ın mutlak zaferi tebrik edilirken, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafının bir an önce son bulması yönünde çağrıda bulunulmuş, kurtarılmış “Azerbaycan topraklarının ihtilaf sonrasında yeniden ihyası, inşası ve entegrasyonuna katkıda bulunulması” hususu vurgulanmıştır.
İkinci konu Kıbrıs’tır. Üye devletler, Kıbrıs meselesinde çözüm arayışlarının sürdürülebilir ve adil bir şekilde sonuçlanması yönündeki istekleri ile Kıbrıs Türk halkıyla olan dayanışmalarını belirtmiş ve Türkiye’nin Kıbrıs Türk halkının Teşkilat’ın ilgili faaliyetlerine katılmaya davet edilmeleri talebini tanıdıklarını beyan etmişlerdir. Son olarak üçüncü konu ise, iki devlet arasında gerçekleşse de bölgesel düzlemde etkileri olabilecek Kırgız-Tacik çatışmasıdır. Bu kapsamda, “Kırgız-Tacik sınırındaki duruma barışçıl bir çözüm bulmak için Kırgızistan Cumhuriyeti’nin çabalarına desteklerini ifade etmişler”, karşılıklı diyaloğun sürdürülmesi ve gelecekte aynı çatışmaların yaşanamaması için gerekli önlemlerin alınmasına yönelik çağrıda bulunmuşlardır. Her üç konuda da üye devletler birbirlerinin dertleriyle dertlenmiş, bunlara yönelik desteklerini ifade etmiş, sorunlu alanlar tek tek devletlerin gündeminden, Teşkilat’ın birlik şuuruna alınmıştır.
Üye devletlerin ortak söylemde bulunabilmelerinin bir diğer gerekliliği, uluslararası sistemde ortaya çıkan gelişmelere karşı politikalarını pekiştirmeleridir. Bildiri metninde bu çerçevede atılan adımlar, dört konuda ifade edilmiştir. Bunlardan birincisi; uluslararası güvenlik tehditleri olan terör, radikalleşme, ırkçılık ile mücadelede iş birliğini geliştirmeye ve bu alanlardaki uluslararası çabalarında eşgüdüm sağlamaya karar verdiklerini ifade etmişlerdir.
İkinci konu ise tarihsel olarak uzun bir dönemi kapsayan büyük güçlerin rekabet ettiği bir alan olarak Afganistan konusudur. Afganistan’da başta temel insan haklarının korunması olmak üzere, acil insani yardım sağlanmasına, ekonomisindeki zor durumu hafifletmek ve Afganistan halkının geçim kaynaklarını korunmasına yönelik önlemler için uluslararası destek çağrısında bulunmuşlardır. Bu kapsamda Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın çabaları takdir edilmiştir.
Üçüncü konu, uluslararası sistemde etkinliği hala devam eden Covid-19 pandemisidir. Bu bağlamda üye devletler hem pandeminin kendisi hem de neden olduğu olumsuz etkilerle mücadelede ortak adımlar atmış, Türk Tıp Dünyası Kongresi’nin her yıl toplanmasında ve ortak aşı çalışmalarının devam ettirilmesine karar verilmiştir. Ayrıca Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Macaristan tarafından Türk Devletleri Teşkilatı himayesinde Afrika ülkelerine yapılan aşı bağışı, sadece üye ülkeler arası değil aynı zamanda belirli sağlık hizmetlerine ulaşamayan bölgelerde de faaliyetler gösterildiğini ortaya koymaktadır.
Son olarak dördüncü konu ise bilgi güvenliği hususudur. Diaspora Ortak Eylem Planı çerçevesinde üye devletler; “kamu kurumları, STK'lar, medya kuruluşları, akademisyenler, karar alıcılar, milletvekilleri ve kanaat önderleri arasındaki ilişkileri ve iş birliğini geliştirmeyi, uluslararası alanda dezenformasyonla etkin bir şekilde mücadele etmeyi ve küresel kamuoyunu doğru bilgilendirmeyi” taahhüt etmişlerdir. Üzerinde uzlaşılmış hususlarda ağız birliği yapılması elbette muteberdir. Aynı zamanda günümüz uluslararası sisteminde “bilgi kirliliği, karalama” oluşturmak amacıyla yüksek teknolojiyi de içeren ve özellikle sosyal medyanın silah olarak kullanıldığı yeni tehditler yükselirken, üye devletlerin bu konuya dikkat çekmeleri oldukça önemlidir.
Ekonomik Birliğe Kapı Açmak: Jeopolitik Lojistik
Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesinde Türk dünyasının birlikte kazanacağı somut ve sistemli altyapıların oluşmaya başladığı görülüyor. Daha önce adımları atılan ve gelecekte kurulacak birçok ortaklığın ifade edildiği bildiride; karşılıklı ticaret ve yatırımı kolaylaştırmak için gerekli önlemlerin alınması, üye devletlerin “Türk Yatırım Fonu'nun eşit sermaye katkısı ve eşit oy hakkı ilkesine dayanarak kurulması” gibi başlıklar ön plana çıkıyor. Bahsedilen programların "Ticareti Kolaylaştırma Strateji Belgesi” çerçevesinde bitirilmesi ve Türk Ticaret Evleri (TTE) ve Türk Ticaret ve Sanayi Odası (TTSO) kurumları aracılığıyla faaliyet alanlarının geliştirilmesi bekleniyor.
Bildiride, ortak ekonomik bölge, tarım alanında ortak girişimlerin oluşturulması ve gümrük mevzuatı gibi alanlardaki pürüzlerin ortadan kaldırılması için ortak karar ve azim deklare edilirken; Mersin, Taşkent, Andican ve Tirmiz, Surhanderya bölgelerindeki taşımacılık temelli kurumların “Türk Devletleri Teşkilatı Kardeş Limanlar” sürecine dahil edilmesi planlanıyor. Bunların yanı sıra üye devletlerin kara ve deniz limanları arasındaki iş birliğinin sağlanması adına girişimlerde de bulunuluyor.
Türk dünyasının ekonomik lojistiğinin farkında olan üye devletler, bildiride, jeopolitik mefhumuna dayanarak Hazar Geçişli Doğu-Batı Koridoru’nun hayata geçirilmesine yönelik azimlerini ifade etmişlerdir. Elbette projenin en önemli noktası Türk dünyasını birbirine bağlayacak olan Zengezur Koridoru’dur. Güzergahın doğu-batı hattındaki geçişlere alternatif sunması ve bazı yönleriyle Süveyş Kanalı’ndan daha az maliyetli olması, uluslararası çapta önem taşıyacağının göstergesidir.
Kültürel Paydaşlık ve Norm
Teşkilat’ın sağlam temeller üzerinde gelişerek geleceğe taşınması için belki de en önemli faaliyet alanı, “halklar arası iş birliği”dir. Üye devletler arası ilişkilerin toplumsal düzeyde de karşılık bulması ve ortak olan değerlerin bir paydada toplanmasının yegane yolu birbirlerini tanımalarından geçiyor. Bu tanışlık, Teşkilat’ın hem devlet hem de millet düzeyinde çift yönlü inşasını sağlayabilir. Böylelikle de birliğin özünü bulacağı normun ortaya çıkacağı umut edilebilir.
Türk Akademisi temsilcilerinden ve üye devletlerinin ilgili kuruluşlarının temsilcileri ile bilirkişilerinden oluşacak komisyonun, “Ortak Türk Tarihi”, “Türk Dünyası Coğrafyası” ve “Ortak Türk Edebiyatı” ders kitaplarının hazırlanması, tarihi oldukça eskiye dayanan, Türklerin icra ettiği sporların, kültürlerarası diyaloğun ve Türk kültürel mirasının tanıtımına katkıda bulunan Dünya Göçebe Oyunları'nın (DGO) ihdas edilmesi gibi faaliyetler hem üye devletlerin kendi aralarındaki bağı kuvvetlendirecek hem de uluslararası düzeyde tanınma sağlayacaktır. Tüm bu faaliyetlerin desteklenmesinde TÜRKPA, TÜRKSOY, Türk Akademisi ve Türk Kültür ve Miras Vakfı (TKMV) gibi kurumların özenli çalışmaları da dikkat çekmektedir.
Sonsöz
Bildirinin ayrıntılarının yorumlanmasından sonra son söz olarak, Teşkilat’ın mevcut ve geleceğe dönük ilerleyişi ile ilgili Türkiye’deki bazı değerlendirmelerin gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu nokta da son zamanlarda sıkça dile getirilen, “Türkiye’nin diğer Türk devletleri ile ilişkilerinin kazan-kazan(win-win), pragmatizm (faydacılık) ve oportünizm temelli okunması” üç nedenden dolayı sorunludur; bunlardan birincisi kullanılan kavramların teorik çıktılarıyla ilgilidir. Uluslararası ilişkilerin ana aktörü olan devletlerin temel amacı elbette ulusal çıkarlarını gözetmek ve geliştirmektir. Bu amaç çerçevesinde devletler genel olarak fırsatçı ve bencil davranabileceğinden, ilişkilerin kendisi araç haline gelebilir. Oysaki Türk Devletleri Teşkilatı, bütüncül bir paydada buluşarak politikalarını düzenlemeye çalışırken, normatif bağlamda ortak köken, tarih, din, kültür ve benzeşen dil yapıları ile de daha ulvi bir amaca yönelmektedir. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta üye devletlerin herhangi bir şey kazanmadan romantik bir ilişkide bulunduklarını iddia etmek değildir. Tersine üye devletleri bir araya getiren öz, çıkarlar temelli değil bahsedilen normatif bağlardır ve böylece birliktelik mantığıyla yekun kazanç elde edilecektir.
İkinci neden, Türk Devletleri Teşkilatı’nın jeopolitik konumlanması ile ilgilidir. Klasik jeopolitiğin ünlü isimlerinden, Halford Mackinder ve Nicholas J. Spykman’ın işaret ettiği Kalpgah ve Rimland bölgelerinin kesişimi, Türk Devletleri Teşkilatı’nın bugünkü jeopolitiğini karşılamaktadır. Aynı zamanda günümüz dünya düzensizliğinde revizyonist hevesler ile anılan Avrasyacılık ve Kuşak-Yol gibi tarihsel referansları da içinde barındıran projelerin odak noktası da yine aynı jeopolitik yapıyı merkeze alıyor. Bu haliyle, üye devletlerin ortak bir zeminde yani “Dilde, İşte, Fikirde birlik” şiarıyla politika üretebilmeleri elzemdir. Çünkü ancak böyle bir tasavvur ile edilgen ve araç olmak yerine belirli derecelerde etkin bir yapı kazanılabilir.
Son olarak üçüncü neden ise normların kurgulanması ile alakalıdır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın bugün henüz hissedilmeyen ancak oldukça uzun bir tarihsel arka plana sahip olan norm anlayışı mevcuttur. Bu norm, Türk devlet geleneğinin uluslararası sistemdeki medeniyet tasavvurunu ifade ediyor. Ancak birlik temelli oluşumların tarihsel geçmişiyle normatif bağ kurmak, reel politiğin dışına çıkılan bir durum olarak düşünülmemeli, aksine uygulamaya geçilecek politikaların özü olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda medeniyet tasavvurunu norm halinde içselleştirememiş ilişki modellemelerinin ömrü, bu devletlerin tek tek ulusal çıkarlarını ilerletebilme seviyesi ile doğru orantılıdır.