Türkiye 6 Şubat Pazar günü meydana gelen ve 11 ilde büyük bir yıkıma yol açan Kahramanmaraş merkezli depremler, özelde belediyelerin ve yerel yönetimlerin, deprem ve afetlerle mücadeledeki rolü ve etkisini yeniden gözler önüne serdi. Bu depremler aynı zamanda kentlerin hem fiziki hem de yönetsel anlamda yeniden yapılanmasında yeni bir paradigma değişikliğine ihtiyaç olduğunu da gösterdi.
Kentlerdeki Dönüşüm: Coğrafya Kader mi?
İbni Haldun’un “Coğrafya kaderdir.” sözünden hareketle tarihsel sürece bakıldığında dünya genelinde kentlerin kuruluşu da deprem gibi afetlerle yaşaması da ülkelerin kendi coğrafyasında herkes için bir kaderdir. İlk kentlerin inşa edildiği Mezopotamya’nın verimli ve sulak alanlarında kentleşme ile başlayan uygarlık tarihinde, kentler her dönem farklı krizlerle ya da zorluklarla karşı karşıya kaldı. Öte yandan kurulan bu ilk kentler, insanların kendisine ve içinde yaşadığı topluma karşı olduğu gibi doğaya karşı da çeşitli sorumlulukları olduğunu gösterdi. Bu durum insana, öncelikle doğanın bir nimet ve emanet olduğu bilinciyle, onu tahrip etmeden hareket etme sorumluluğu da yükledi. İnsanlara sunulan tüm yaşam olanaklarına karşı insanlar, doğa ile birlikte yaşama iradesinden çok onunla bir mücadeleye girerek birtakım koruma refleksleri geliştirdi. Sonuçta ne oldu? Doğa ve insan kaynaklı afetlerin etkilerini arttırdığı bir çağa girmiş olduk.
Türkiye bugün jeolojik yapısı, topografyası ve iklim özellikleri ile dünyada afetlerden en çok etkilenen ve yüksek risk taşıyan bir coğrafyada varlığını sürdürüyor. Türkiye’de her alanda olduğu gibi son yirmi yıldır afet yönetimi alanında da yapısal değişimler ve dönüşümler yaşanıyor. Yirmi yılda yapılan önemli hukuki düzenlemeler, imar planları, toplu konut uygulamaları, yapı denetim sistemi, riskli alanlarda rezerv yapı alanlarının tespiti, dört milyona yakın konutun kentsel dönüşüm seferberliği, kentlerin yeniden imarı için harcanan milyarlarca lira, yerleşim alanlarında nitelikli yapı stokunun oluşturulması amacıyla yapılan başarılı çalışmalar, bugün Türkiye’de en çok hasar verici etkiye sahip afet türünün deprem olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Türkiye, farklı afet türleri ile mücadele eden, deprem ve diğer afetlerle mücadele etme noktasında Cumhuriyet döneminden bugüne önemli deneyim ve gelişmeler sağlayan bir ülke. Buna rağmen 1950’lerden sonra Türkiye’de kentleşmede plansız ve uygun olmayan yer seçimi, 1980’lerden sonra bu durumun getirdiği imar ve yapılaşma, şehirlerin başta deprem olmak üzere doğal ve insan kaynaklı tehditlere karşı dirençsiz ve savunmasız bir şekilde büyüdüğünü gösteriyor.
Bugün depremlerle birlikte Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Osmaniye, Şanlıurfa, Diyarbakır, Kilis, Adana, Malatya, Elazığ ve Adıyaman dahil 11 ilimizi etkileyen büyük can kaybı ve yıkımın temel nedeni de bu olarak görülüyor. Öyle ki, Kahramanmaraş depremlerinden sonra yapılan ilk çalışmalarda yıkılan binaların çoğunun 1999’dan önce yapıldığı belirtiliyor.
Kahramanmaraş Depreminin Düşündürdükleri: Depreme Dirençli Bir Toplum ve Kentler Oluşturulabilir mi?
Dünya genelinde kentleşmenin artmasıyla birlikte deprem, sel, yangın, salgın hastalık (Covid-19 vs.), kuraklık ve kıtlık gibi afetlerin özellikle son yıllarda daha fazla görünür olması, kentlerin bu afetlere karşı koyabilme ve bu afetlerle başa çıkabilme noktasında neler yaptığı, nasıl bir mücadele ortaya koyduğu ve koyabileceği sorusunu ortaya koyuyor. Gündelik hayatımızı sıklıkla işgal eden bu afetlerin sayısı, etkilediği alan ve kişi sayısı da yıldan yıla artıyor. Bu kapsamda şehircilik yazınında kentsel dirençlilik (urban resilience) kavramı bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.
Birleşmiş Milletler dirençli kenti; kent ekosistemi dahilinde, kentler üzerinde etki oluşturan tüm afet ve şoklarla mücadele edebilen, bunlara uyum sağlayabilen, yaşanan şoklar karşısında hizmetlerini sürdürebilen ve kentte yaşanan sorun alanlarını hızla düzeltebilen kent olarak tanımlıyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye bir taraftan seller, orman yangınları ve heyelanlarla, diğer taraftan da depremlerle mücadele etmek zorunda olan bir coğrafyada varlığını sürdürdüğü için, bu tehlikelere karşı hep birlikte bir direnç geliştirmek zorundayız. Bunun için de öncelikle Türkiye’de kentlere yönelik küçük dokunuşlarla günü kurtarma adına yapılan akut operasyonların en azından bugünden sonra terk edilmesi ve kökten değişim odaklı yaklaşımların benimsenmesi gerekiyor.
Süreçte halkın deprem öncesi ve sonrası ile ilgili bilgilen(diril)mesi, beceri ve donanım kazanması, altyapının dirençli hale getirilmesi, kanalizasyondan içme suyuna, ulaşımdan sağlığa kadar kentin yapı stokunun depremlerden hasar görmeyecek şekilde geliştirilmesi ve kentin depreme dirençli hale getirilmesi bir elzem olarak karşımızda duruyor. Bugüne kadar yapılan çalışmalara rağmen deprem riskine maruz kalan tüm bu bileşenlerin, projesinden uygulamasına ve denetiminden takibine tüm aşamalarda tekraren incelenmesi ve dirençli kentler için çaba gösterilmesi gerekiyor.
Yerel yönetimlere özellikle de belediyelere burada önemli görevler düşüyor. Çalışmalara bakıldığında depremlere hazırlık ve dirençli bir kent oluşturma noktasında süreci iyi yöneten belediyeler olduğu gibi sınıfta kalan belediyelerin de olduğu görülüyor. Geçmişten günümüze belediyeler depreme dirençli kent ve depreme dirençli bir toplum oluşturmak için pek çok uygulama ve proje hayata geçirdi ve geçirmeye devam ediyor. Örneğin Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin mahalle halkı afetlere hazırlık projesi, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin risk haritası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin mikro bölgeleme çalışmaları, Bayrampaşa Belediyesi’nin kentsel dönüşüm projesi, Manisa Büyükşehir Belediyesi’nin deprem etüt merkezi ve yapı laboratuvarı, Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin deprem ve doğal afet komisyonu, Başakşehir Belediyesi’nin deprem simülasyon merkezi, Adapazarı Belediyesi’nin deprem müzesi, Sultangazi Belediyesi’nin deprem parkı, belediyelerin bünyesinde oluşturulan deprem ve zemin inceleme müdürlükleri, belediyelerin deprem tatbikatları, belediyeler tarafından hayata geçirilen deprem eylem planları ve deprem simülasyon merkezleri gibi pek çok proje ve uygulamanın belediyeler tarafından gerçekleştirildiği görülüyor. Ancak depreme dirençli kent, kentin tüm paydaşlarının katılımlarıyla deprem öncesi ve sonrası yapılacak çalışmaları içerisine alan, bilimsel görüşleri dikkate alan, şehircilik, mühendislik ve mimarlık ilkelerine sadık kalarak depreme dayanıklı yeni yaşam alanları oluşturmakla mümkündür. Bunu sağlayabilecek en önemli kuruluşlardan biri de yerel yönetimlerdir.
Belediyeler Son Depremlerde Başarılı Oldu mu?
Yerel yönetimler, dinamik yapıları sayesinde deprem anından itibaren hem araç gereç ve arama kurtarma ekipleri aracılığıyla hem gerçekleştirdikleri yardım kampanyaları ve bu yardımların deprem belgelerine ulaştırılmasıyla hem de deprem bölgelerinde gündelik hayatın devamını sağlamaya yönelik çalışmaları ile önemli görevler üstleniyor. Belediyeler ve il özel idareleri deprem bölgesine yardım ulaştırma konusunda hızlı hareket ederek depremin yaralarının sarılması konusunda başarılı çalışmalar gerçekleştiriyor.
Belediyeler afet bölgesinde enkaz kurtarma çalışmalarında kullanılmak üzere itfaiye araçlarının yanı sıra; arazöz, kazıcı-yükleyici, kepçe, ekskavatör, damperli kamyon, greyder, dozer, vidanjör, kanal açma aracı, çekici, vinç, temizlik aracı ve çöp aracı gibi çeşitli acil ihtiyaç duyulan iş makineleri ile belediyelerinde görevli başta afet konusunda uzman personel olmak üzere mimar, mühendis, tekniker, teknisyen, operatör ve şoför gibi personelini afet bölgesine sevk ederek arama kurtarma çalışması gerçekleştirme ve şehirlerin yeniden ayağa kaldırılması noktasında AFAD’a destek sağlıyor. Afet sonrası bölgede yaşanan temel insani ihtiyaçların giderilmesi için çalışmalar yürüten belediyeler, ilk günden itibaren afet bölgesine ekmek, su, muhtelif gıda, ısıtıcı, bebek bezi ve bebek maması gibi insani yardım malzemelerinin ulaştırılmasını koordine ediyor. Birçok belediye deprem bölgesinde çadır kent ve konteyner kentler inşa etti, aşevleri kurdu. Kentteki tuvalet ve banyo ihtiyacını karşılamak üzere çalışmalar gerçekleştirdi. Deprem bölgesinde temizlik, su, kanalizasyon ve ulaşım gibi yerel kamu hizmetlerinin devamı için araç, gereç ve eleman desteğinde bulundu.
Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki koordinasyon ve iş birliği Kahramanmaraş Depremlerinde ön plana çıktı. Deprem bölgesindeki dayanışma ve birliktelik ruhu zaman zaman göz ardı edilse de Türkiye’deki tüm belediyelerin deprem bölgesindeki sahaya yayılışı ve yaptığı başarılı çalışmalar bir alkışı hak etti. Bu süreç birlik ve beraberlikle ayağa kalkabileceğimizi gösterdi.
Kahramanmaraş depremleri yerel yönetimler için eksikliklerini görme fırsatı da verdi. Birçok belediyenin tam donanımlı arama kurtarma ekibinin olmadığı görüldü. Özellikle küçük il ve ilçelerde yaşanabilecek bir afette belediyelerin çadır ve konteyner gibi hazırlıklarının eksik olduğu gözlemlendi. Mobil aşevlerinin yetersiz, araç ve gereçlerinin eksik olduğu, seyyar tuvalet ve banyolarının olmadığı, acil toplanma yerlerinin altyapı olarak yetersiz kaldığı görüldü. Bugünden itibaren belediyelerin buradan çıkaracağı dersler olduğu açık. Öncelikle tüm belediyeler artık deprem eylem planları hazırlayarak muhtemel bir deprem sonucunda maddi ve manevi kayıpları azaltabilmek adına yerinden hızlı müdahale stratejilerini sağlıklı bir şekilde kurgulamalıdır. Deprem sonrası bocalayan bir mekanizma yerine daha sistemli bir şekilde deprem öncesi, deprem sırasında ve deprem sonrasında işletilecek dinamik hamleleri ortaya koyabilmelidir. Kentlerde deprem öncesi ve sonrası bilgilendirme, dirençli altyapı, yapı stokunun dirençli hale getirilmesi, etkili bir denetim mekanizması ve mikro bölgeleme gibi çalışmaların yapılarak kentlerin ve toplumun dirençli hale getirilmesi sağlanmalıdır.
Görülen o ki deprem gibi afetler bu ülke topraklarını terk etmeyecek. O zaman afetlere dirençli bir toplum ve kent oluşturabilmenin yolunu aramak zorundayız. Son depremler dahil tüm afetler yerelden merkeze ve merkezden yerele çift yönlü bir bakış açısının ortaya konulmasını gerekli kılıyor. Türkiye’de afet yönetiminin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için tüm belediyelerimiz tarafından afet hukukunun, ortak aklı ve bilimi temel alacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.