27 Nisan’da bir açıklama yaparak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıklayan Abdullah Gül, bu açıklamasıyla AK Parti ile arasındaki bütün bağları attı. Önceleri Erdoğan’a karşı tavrını AK Parti aidiyeti vurgusu ile ortaya koymaya özen gösteren Gül, bu açıklamasında açık açık muhalefetin çatı adayı olmayı denediğini ancak istenen sonucun elde edilememesi sebebiyle planın akamete uğradığını açıkladı. Gül’ün açıklamaları gelecek planlarıyla ilgili ipuçlarını da barındırmaktaydı. Gül, sahip olduğu tecrübeden ve birikimden bahsederken, memleketin gidişatı ile ilgili endişelere sahip olduğunu ve arkadaşları ile birlikte bu endişelere yönelik çözüm önerileri geliştirdiklerinin altını çizdi.
Tüm bu söylemler Abdullah Gül’ün 24 Haziran sonrası döneme yönelik bir hazırlık içinde olduğunu gösterir nitelikteydi. Gül ve “arkadaşları” uzun süredir beklenen AK Parti’den kopuşu ve yeni bir siyasi hareketin ortaya konuşunu bu konuşma ile zımnen ikrar etmekteydi. Bu kopuş esas itibarıyla 15 Temmuz öncesi süreçte yoğun olarak tartışılan “Erdoğansız yeni AK Parti” projesinin akamete uğraması sebebiyle hayata geçirilmek zorunda kalınan bir B planının ortaya konması anlamına geliyor. Zira AK Parti’nin Türk siyasal skalasının orta yerinde işgal ettiği yer, kendisine alternatif olarak sunulan partiler tarafından kaplanması mümkün olmayan geniş bir sahaya tekabül etmekte. AK Parti, 1995 genel seçimlerinde yüzde 20 oy almış üç partinin kapladığı bir alana, bu partilerin tasfiyesi ve dönüşümü sonrası, tek başına talip olan ve bu alanın büyük kısmını kazanmayı başarmış bir siyasi hareket.
Bu hareketin toptan tasfiyesinin mümkün olmadığı bir hakikat olduğuna göre, malum odakların birinci dereceden amacı Erdoğansız bir AK Parti yaratarak 2007 öncesine dönmeyi mümkün kılacak bir dönüşümü sağlamaktı. AK Parti’yi 2007 öncesi makul bir parti olarak tanımlayanların en önemli vurgusu, Erdoğan’ın Köşk’e çıkışı bu planı hayata geçirmek için ellerine zaten yeterli imkanı vermişti. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller tecrübeleri, Türk sağında köşke çıkan lidere emekli muamelesi yapıldığı ve parti teşkilatları üzerindeki etkinliğinin minimize edildiği gerçeğini gözler önüne sermişti. Bu örneklerde olduğu gibi, AK Parti Erdoğansızlaştırılabilir, Erdoğan’ın amaçladığı partili cumhurbaşkanlığı sistemine engel olunabilir ve Erdoğan sembolik bir Çankaya nöbetinin akabinde siyaseten emekli edilebilirdi. Gel gelelim AK Parti’de yaşanan genel başkan değişimi, bu planı akamete uğratan bir hamle oldu.
An itibarıyla Türkiye’de kredisi en yüksek siyasetçinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğu muhakkak. Erdoğan’ın kitlesi gözünde sahip olduğu kredinin potansiyeli her vesile ile farklı bir perspektif ile karşımıza çıkmakta. Sandığa yüzde 50 bandında destek olarak yansıyan bu kredi Gezi Parkı Şiddet Eylemleri sırasında kitleyi tahriklere kapılmadan tutabilme, 15 Temmuz gecesi ise mobilize edebilme kabiliyeti olarak karşımıza çıktı. Bu kredinin AK Parti’yi sürükleyen en önemli motor olduğu aşikar. Yerel seçimlerde pek çok belediye, hizmetleri vesilesi ile değil Erdoğan potansiyeli ile AK Parti’li adaylar tarafından kazanılıyor. Genel seçimlerde önemli bir seçmen kitlesi AK Parti’ye değil Erdoğan’a oy veriyor. Bu durum partisinin çok ötesinde bir siyasal figürü karşımıza çıkarıyor: Partisini var eden, hedeflerine doğru sürükleyen bir siyasi figür.
Buna mukabil Kılıçdaroğlu gibi siyasal figürler partileri ile siyaset sahnesinde var oluyor. Aklı başında hiçbir analist, Kılıçdaroğlu gibi bir bürokratın CHP etiketi olmaksızın yüzde 25’lik bir oy potansiyeline sahip olduğunu iddia edemez. İki siyasal figür arasındaki en temel fark bu şekilde kendisini ortaya koyuyor. Kılıçdaroğlu, partisinin aldığı oyda minimum pay sahibi iken, Erdoğan partisini var ediyor, aldığı her bir oyda pay taşıyor. Evet, Erdoğan siyaseten partisinin önünde yer alıyor fakat bu öne geçiş Erdoğan ve AK Parti şeklinde iki ayrı kimliği ortaya koymuyor. Erdoğan, AK Parti’yi var eden en önemli siyasal figür olmasına karşın, AK Parti ile bütünleşmiş bir kimlik olarak AK Parti’den ayrı düşünülemiyor. Zira siyasetin doğası bir zorunluluğu beraberinde getiriyor: Erdoğan her ne kadar bir figür olarak sahnedeyse de idealleri ve siyasete yönelik görüşleri kendisini AK Parti olarak ortaya koyuyor.
Dolayısıyla AK Parti karşımıza ete kemiğe bürünmüş Erdoğan siyaseti olarak çıkıyor. Ancak yukarıda da altını çizdiğimiz üzere, bu AK Parti’ye mahsus bir özellik. Çünkü AK Parti, Cumhuriyet Halk Partisi gibi genel başkanını asırlık kutsal kalıplar içine hapsolmaya mahkum eden statik bir yapı değil aksine her dönemde Erdoğan tarafından ihtiyaç duyduğu yöne evrilen dinamik bir yapı. Bu dinamizm AK Parti’yi, Erdoğan’a ihtiyaç duyduğu siyasal hamleleri yapabilme olanağı sağlayan bir siyasal platform haline getiriyor.
Bu esneklik AK Parti kadrolarının Erdoğan’ın mutlak liderliğine olan rızası ve inancı sayesinde mümkün olabiliyor. Bu inanç, Erdoğan’ı delege endişesi ile siyasal doğrularından feragat etmek durumunda olan liderlerden ayrıştırıyor. Bu sebeple ne Erdoğan kendisini AK Parti’den bağımsız bir siyasal kişilik olarak ortaya koyuyor ne de AK Parti Erdoğan’ın haricinde bir kimlik öneriyor. Erdoğan-AK Parti birliği bu bakımdan birliktelikten öte bir bütünleşmeyi ortaya koyuyor.
Plan Aynı: Erdoğan’ı Etkisizleştirmek
Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin 24 Haziran’da düzenleneceğinin ilan edilmesi sonrası, Erdoğan muhalifi çevrelerin esas yaşam alanı sosyal medyada çeşitli kampanyalar yürütülmeye başlandı. Bu kampanyalar arasında açık muhalefeti ortaya koyan kampanya “TAMAM” kampanyası idi. Buna karşın, bir de AK Parti çevrelerinden olduğu izlenimi yaratılarak yayılan bir kampanya dikkat çekti: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyumu Reis’e vereceğim, ancak parlamento seçimlerinde AK Parti’ye vermeyeceğim!” Bu söylemin çeşitli versiyonlarının sosyal medyada sistematik bir şekilde yayılması, doğal bir reaksiyon ile karşı karşıya olmadığımızı, aksine yürütülenin bir sosyal medya manipülasyonu olduğunu ortaya koydu. Elbette 16 Nisan referandumu sonrası oluşan yeni sistemin mümkün kıldığı bir tuzak bu. Amacı ise açık: Fonksiyonsuz Çankaya’ya çıkartarak Erdoğan’ı etkisizleştirme formülü tutmayınca, fonksiyonlu Beştepe’de meclis aritmetiğinden doğan sebeplerle Erdoğan’ı etkisizleştirmek.
Hulasa, her ne olursa olsun Erdoğan’a oy vermekten vazgeçmeyecek seçmenin AK Parti’ye oy vermesine mani olmak, dört senedir süren Erdoğan’ın elini kolunu bağlama planlarının son safhası olarak karşımıza çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile meclis seçimlerinin ayrı ayrı oylanacak olması böyle bir planı devreye sokmayı mümkün kılıyor. Davulu Erdoğan’ın boynuna asacak ancak tokmağı başkasının eline verecek bir tablo her şeyden önce Türkiye’nin önünü tıkayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu tuzağa ilk günden beri dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı, manifestosunu açıkladığı büyük toplantıdan beri her vesile ile seçmenlerine parlamento aritmetiğinin önemini vurguluyor.
25 Haziran kabinesinde yer alması beklenen Berat Albayrak gibi isimlerin dahi liste başı olarak sahaya inecek olması Erdoğan'ın parlamento denklemine ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi.
Bununla birlikte Erdoğan’ın söz konusu tehlikeye karşı nasıl bir reaksiyon göstereceği merakla beklenmekteydi. 21 Mayıs günü açıklanan aday listesi, AK Parti’nin sahaya olanca gücüyle indiğini ve parlamento seçimlerine ne kadar önem verdiğini bir kere daha gözler önüne serdi. 5 bakan hariç tüm bakanları ile sahaya inen AK Parti, seçmenine parlamentoda güçlü bir şekilde yer almak istediği mesajını en direkt şekilde verdi. Listelerde yer almasına ihtimal verilmeyen ve 25 Haziran kabinesinde mutlak olarak yer alması beklenen Berat Albayrak gibi kimselerin dahi liste başı olarak sahaya inecek olması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parlamento denklemine ne kadar önem verdiğinin bir göstergesi. Erdoğan sağ kolu mesabesindeki kimseleri meclise göndererek seçmenine, kendisine verilecek en önemli desteğin parlamentoda sağlanacak kuvvetli bir çoğunluk olduğu mesajını verdi. Şu halde kendisini Erdoğan seçmeni olarak tanımlayan herkes Erdoğan’a verilecek nispi bir desteğin gerçek bir destek olmadığını ancak mutlak bir desteğin Erdoğan’a verilecek gerçek bir destek olacağını göz önünde bulundurmak durumunda.
Erdoğan Seçmeni AK Parti’den Başka Bir Partiye Yönelebilir mi?
Öte yandan cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy verecek vatandaşların AK Parti haricinde hangi partiye oy vermelerinin mümkün olduğu sorusu ise yukarıdaki denklem göz önünde bulundurulduğunda bir sorun olarak karşımızda duruyor. CHP, İP ve HDP Erdoğan seçmeni açısından zaten hiçbir şekilde bir alternatif olma özelliğine sahip değil. Saadet Partisi ise, Milli Görüş kökenli AK Parti seçmeni açısından bir tercih olmaktan çıkalı çok uzun zaman oluyor. Zira Saadet Partisi AK Parti karşıtı bloğun önemli bir paydaşı haline gelmiş durumda. Saadet Partisi’nin Millet İttifakı’na dahil olması ile birlikte karşımıza çıkan tablo partinin vekil çıkarmaya yetecek oy alamayacağı her seçim bölgesinde oylarının CHP’ye yahut İP’e kayacağı gerçeğini gözler önüne seriyor. Örneğin milletvekili çıkarmak için 10 bin oya ihtiyaç duyulan bir bölgede Saadet Partisi’nin 9 bin 900 oy alması kendi hanesine değil otomatik olarak ittifakın birinci partisinin hanesine yazılacak. Bu durum Saadet Partisi’nin pozisyonu ne olursa olsun, bu partiyi Erdoğan seçmeni açısından bir alternatif olmaktan çıkartıyor.
15 Temmuz sonrası süreçte yol birlikteliği yapılan MHP de Erdoğan seçmeni açısından bir tercih olma özelliğine sahip değil. Zira AK Parti ile MHP’nin milli menfaatler etrafında birleşmiş olması, AK Parti-MHP ortaklığının iki ayrı parti olma vasfını ortadan kaldırmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beş senelik cumhurbaşkanlığı süresince ihtiyaç duyacağı parlamento desteği MHP’ye verilecek bir destek ile ancak kısmen garanti altına alınmış oluyor. Bu bakımdan Erdoğan’a verilecek mutlak destek yalnızca AK Parti’yi meclis aritmetiğinde güçlü hale getirmek ile mümkün olacak. AK Parti’ye verilecek her oy, aynı zamanda dışarıda Erdoğan’ın zayıflamasını bekleyen odakların bu ümitlerinin yeşermesine mani olacak. Zira denklem çok açık: Güçlü Türkiye, yönetim zaafı olmayan bir cumhurbaşkanı ile 2023 hedeflerine ulaşabilir. Bunun yolu ise Erdoğan’ın yol arkadaşlarına omuz vermekten geçiyor.