İnsan, cinsel saldırı suçu işlemiş bir başkan adayına oy verebilir mi? Bu soru Linda Hirshman’ın 6 Mayıs 2020 tarihli “Tara Reade’e inanıyorum, yine de oyumu Joe Biden’a vereceğim” yazısıyla cevap buluyor. Tara Reade, bir asistan olarak yanında çalışırken Biden tarafından cinsel saldırıya maruz kaldığını iddia eden kadın. Tara Reade’ın iddiasının doğru olduğuna inanan, yine de Biden’a oy vereceğini ilan eden yazının sahibi Linda Hirshman’sa, kendi ifadesiyle 1963’ten beri kadın hakları için mücadele eden, “Büyük hesaplaşma: Cinsel Saldırı ve Tacize Karşı Destansı Savaş” kitabının yazarı avukat. Tekrarlayarak altını çizmek gerekirse, Linda Hirshman, Biden’ın cinsel saldırılarda bulunduğuna inanıyor, ancak ömrünü bu tür suçlarla savaşmaya adamış bir avukat olmasına rağmen Biden’a oy vereceğini ilan ediyor. Bu ilan, ABD’deki son anketlerde Biden’ın oyunun Trump’tan en az 5 puan önde olmasını büyük oranda izah ederken, şu soruyu da kaçınılmaz kılıyor: Feminizmin öncü isimlerinden olan, cinsel saldırılarla mücadeleyi hayatının merkezine koyan bir kadın avukatı bir tacizciye oy vermeye nasıl ikna edersiniz?
Şaşkın Sürü
Aslında bu sorunun cevabı uzun zaman önce bazı düşünürler tarafından verildi ve bu tür ikna mekanizmaları o cevaplar sayesinde hayata geçebildi. Bunun için bu mekanizmanın ifşasına ilgili düşünürlerin fikirleri takip edilerek başlanılabilir. Bu düşünürlerin öncülerinden biri olan Le Bon, kitlelerin bazı telkinler sayesinde, bütün kişilik özelliklerini yitirerek büyülenmiş bir şekilde kendi karakter ve alışkanlıklarına zıt hareketler yapabileceğini ileri sürmektedir. Le Bon’un bakış açısından kitle bir sürü gibidir ve boyun eğme içgüdüsüne sahiptir, hareket ve saldırı anında bu içgüdü kitleyi esir alır ve bilincini devre dışı bırakır.
Le Bon’un düşüncelerini daha da ileri götüren halkla ilişkilerin mucidi olan Walter Lippman ise kitlelere “şaşkın sürü” adını takar ve bu “şaşkın sürü”nün uzman elit bir sınıf tarafından kontrol edilmesi gerektiğini, bunun için de psikoloji, sosyoloji ve benzer disiplinlerden yararlanılması gerektiğini savunur. Alanın diğer etkili isimlerinden biri olan Edward Bernays da zihinleri şekillendirmeye yönelik bu tekniğin, seçkin bir azınlık tarafından kitlelerin doğru yolda tutulabilmesi için kullanılması gerektiğini savunur. Sonuçta sıradan insanlar, entelektüeller için tekinsiz yığınlar, “şaşkın sürü”dürler ve manipüle edilerek kontrol altında tutulmalıdırlar. Hirshman bütün okumuş yazmışlığıyla o “şaşkın sürü”nün bir üyesidir ve özel bir yöntemle manipüle edilerek ikna edilmiştir. Ancak başta sorduğumuz soru hala cevap bulmuş değildir, derinleştirmek için daha özel olarak sorulacak olursa; bahsi geçen düşünürlerin tavsiyeleri doğrultusunda psikoloji, sosyoloji vb. disiplinlerinden faydalanarak yaratılan bu yöntemde ikna mekanizmaları nasıl çalışır?
Şok Doktrini
Hirshman ve dahil olduğu dev kitlelerin, diğer adıyla “şaşkın sürü”nün en çağdaş manipüle yöntemlerinden biri uğratıldığı şoklarda saklıdır. Bu noktada Naomi Klein’in “şok doktrini” akla gelmektedir. Klein’e göre yapay olarak yaratılmış kolektif şoklar kitleleri paralize ederek, olağan koşullarda asla kabul etmeyecekleri fikirleri gönüllü olarak kabul etmelerini sağlar. Diğer bir deyişle, normal koşullarda asla razı olmayacakları fikirleri kitlelere kabul ettirebilmek için yapay tehditler yaratılır ve bu tehditlerle şoklanan kitleler, muhakeme kabiliyetlerini yitirerek, kendilerine sunulan çözüm önerilerini mutlak doğru olarak kabul ederler. Bu şoklar o kadar etkilidir ki, Klein gibi bu mekanizmayı bilen ve ifşa eden kişileri bile etkilerler ve sürünün bir üyesi olarak manipüle ederler.
Bu teorinin Amerikan tarihindeki en bariz örneği 11 Eylül saldırılarında gerçekleşir. Kısaca özetleyecek olursak 11 Eylül, Amerikan kamuoyu için “her şeyi değiştiren bir şey”dir. 11 Eylül saldırıları sayesinde, batı dünyası ve özelde Amerikan halkı çok ağır bir şok dalgası geçirmiş, bu şok sürekli yenilenen saldırı görüntüleriyle derinleştirilmiş ve travmatik bir hale dönüştürülmüştür. Bu sayede bu şokun tesiri altındaki “şaşkın sürü” 11 Eylül öncesi bütün kabul, inanç ve yargılarını unutarak, kendisine sunulan yeni dünya görüşünü mutlak doğru olarak benimsemiş, böylece Afganistan ve Irak’ın işgaline rahatlıkla ikna edilebilmiştir.
ABD’deki tabloya bakıldığında Hirshman’ın ve daha geniş anlamda Amerikan kamuoyunun Biden’a oy vermesi için ikna edilmesinde aynı mekanizmanın çalıştırıldığı görülüyor. 11 Eylül’ün yerini Covid-19 (koronavirüs) almıştır. Covid-19, tıpkı 11 Eylül gibi her şeyi değiştiren bir şeydir. Covid-19 öncesi Amerika’sında, ekonomik anlamda tarihin en müreffeh dönemlerinden biri yaşanmaktadır, Amerikan Borsası tarihi zirvesini görmüştür ve Amerikan Başkanı Trump’ın görev onay oranı ve güncel oy oranına dair yapılan anketlere bakıldığında ikinci dönemine kesin gözüyle bakılmaktadır. Ancak Covid-19’un ortaya çıkmasının ardından işler tam olarak tersine döner ve güncel anketlere bakıldığında Demokratların başkan adayı Biden’ın, Trump’ın en az 5 puan önünde olduğu görülmektedir. Amerikan seçmeninin bu keskin tercih değişimi ancak bahsi geçen şok doktriniyle açıklanabilir. Yöntemin mekanizmalarını daha somut bir şekilde ortaya koymak için işleyişine daha yakından bakmak gerekmektedir.
Biden’ın Kahramanlaştırılması
Amerikan halkı için en azından ekonomik anlamda her şey yolunda giderken, Covid-19’un ortaya çıkmasıyla birlikte başta Trump’un imajı olmak üzere bütün inanç, kabul ve yargılar sıfırlandı. Amerikan halkı için artık tek gerçek her gün ekranlarda ilan edilen salgın ve ölümden ibaret olan karanlıktı. Covid-19’un yarattığı bu karanlık, mevcut yönetimin temsilcisi olan Başkan Trump’un imajını ölümle eşleştirirken, yeni bir kahramana gereksinim doğurdu. Nitekim, daha önce de bahsedildiği üzere, Covid-19 salgınıyla şoka maruz bırakılan ve akli melekeleri devre dışı bırakılan “şaşkın sürü” Amerikan halkına yeni bir fikir enjekte etmek için bundan daha iyi bir zaman bulunamazdı. Ayrıca, netice itibarıyla Amerikan halkına yeni bir başkan adayını büyük kurtarıcı olarak benimsetmek için koşullar hazırlanmıştı.
Bu sebeple, tam da Covid-19’un Amerika’da baş gösterdiği günlerde, Mart başında Frank Bruni, New York Times’da yazdığı “Joe Biden Bir Mucize Gerçekleştirdi” isimli makalesinde, Biden’ın öldükten sonra tekrar dirildiğini ifade etti. Baştan sona Biden övgüsüyle dolu olan makalenin sonunda, Biden alenen bir süper kahraman ilan edildi ve Biden’ın artık pelerinini giydiği ve yükselmekte olduğu büyük bir heyecanla ifade edildi. Yine aynı tarihlerde Guardian’ın Washington temsilcisi David Smith tarafından yazılan makalede, Biden öldükten sonra İsa tarafından diriltilen Lazarus’a benzetilerek, Biden’ın dönüşü bir mucize olarak nitelendirildi. Tam da benzetildiği gibi aslında Biden’ın güçlü bir siyasi figür olarak ortaya çıkmasındaki marifet kendisinde değil, burada İsa’yla simgelenen, diriltici konumundaki ulus ötesi sermaye sahiplerine aitti. Nitekim aynı tarihlerde Biden’ın ekibine övgüler düzen CNN yorumcuları tarafından Biden, Marvel’in süper kahraman ekibi Yenilmezler takımının yöneticisine benzetildi. Yine, The Atlantic’in editörü tarafından 28 Mayıs’ta yazılan makalede Biden için bütün demokrat başkan adaylarının Trump’a karşı, Yenilmezler filmindeki süper kahramanların Thanos’a karşı birleştiği gibi birleşmesi önerildi. Buna göre mutlak kötüyü kovmayı önceleyen iyiler ortak hareket etmeliydi. Benzeri çok sayıda örnekle Covid-19’un yaydığı korku ve belirsizlik ortamından Joe Biden hayatı simgeleyen süper kahraman, Trump ise ölümü simgeleyen anti-kahraman olarak çıktı. Covid-19 sayesinde bütün kabuller, tercihler sıfırlanarak, zihinler tekrardan “tabula rasa” kılınarak, yeni yargılar ve kabuller rahatlıkla geniş kitlelere benimsetilebildi.
Sonuç olarak, bahsi geçen ikna mekanizması sayesinde ABD’de “şaşkın sürü” virüsle korkutularak paralize edildi, muhakeme kabiliyeti yok edildi ve sorgulayamadığı bir teklife mahkum edildi. Böylece demokratların Covid-19’la ilgili somut bir çözüm önerisi ya da kurtuluş reçetesi olmamasına rağmen, Demokratların adayı Biden kurtarıcı bir süper kahraman olarak kabul görmeye başladı. Çünkü her şey hayatta kalmaya indirgenmişti, korku aklı yok etmiştir. Hirshman, bu körleşmeyi bir tacizci olduğunu kabul ettiği Biden’a oy vermenin meşru mazereti sayarak makalesinde şöyle yazar: “felaket zamanlarında adalet aranmaz”. Tam da bahsi geçtiği gibi yaratılan felaket algısı, hem aklı hem de adaleti yok etmiş, muhakeme kabiliyeti askıya alınarak, içgüdüler devreye girmiştir.
Nasıl ki batıda ve özellikle Amerika’da 11 Eylül İslam’ı terörle özdeşleştirmiştir, Covid-19 salgını da Trump’ın ekonomik refahla özdeşleşen imajını silerek, Covid-19 kaynaklı 100 binden fazla Amerikalının ölümü sayesinde, Trump’ı ölümle özdeşleşmiştir. Böylece zorunlu olarak hayatta kalma (survive) seçeneği Biden’ın hanesine yazılmış ve el çabukluğuyla yapılan bu işlem sayesinde Trump-ölüm, Biden-yaşam ikilemesi demokrasi olarak Amerikalılara sunulmuştur. Psikodinamik süreçlerin hipnozvari yönetimiyle şaşkın sürüler bir tünele sokulmuştur. Görüldüğü kadarıyla senaryoya göre iradeleri ellerinden alınmış ve karanlıktan yani ölümden kaçmaktan başka seçeneği olmayan bu sürülerin tünelin diğer ucuna yerleştirilmiş olan Biden’ı bir kurtarıcı olarak görüp, ona doğru koşmak dışında başka tercih hakkı yoktur. Böylece hiçbir siyasi geleceği öngörülemeyen Biden, sonraki dönemine kesin gözüyle bakılan Trump’ın en az 5 puan önüne geçebilmiştir. Ve yine böylece bu virüs meselesi sayesinde Amerikan seçmeninin tercihleri büyük oranda değiştirilebilmiştir. Bu bağlamda ışıkların bir süreliğine söndürülerek karanlıkta el çabukluğuyla gerçekleştirilen demokrasi şöleni başarıya ulaşmaya doğru yol almaktadır.
Trump Ölümle, Biden Yaşamla Özdeşleştirildi
Devasa paralar harcanarak bütün medya organları kullanılarak faaliyete geçirilen bu mekanizmaların ne uğruna ve ne pahasına hayata geçirildiğini sorgulamak hakikate biraz daha yaklaşmaya yardımcı olabilir. Öncelikli olarak bu eşleşmeyi yapan gücün, ulus ötesi şirket ve sermaye sahipleri olduğunu ve küreselleşme yanlıları olduğunu belirtmekte fayda var. Trump’ı küreselleşme yanlısı güçler için bu denli kurtulunması gereken bir canavar kılan nedir sorusunun cevabı ise Trump’ın sık sık kullandığı “Amerika artık dünyanın jandarması olmayacak” ifadesinde saklı. Trump, Amerika’nın müdahaleci politikalarını reddederken, aslında küresel sermayenin üzerine temellendiği ve Bush’un “dünyanın neresinde olursa olsun her milletten ve kültürden demokratik hareketleri ve kurumları destekleme” sözü ve ilkesine savaş açmaktadır. Oysa küresel sermaye, dünyanın her yerindeki felaket, savaş ve yıkımları bir yardım çağrısı olarak nitelendirerek, gerekirse Amerika’nın zararına ama “insanlığın yararına” (küreselleşmenin) bu çağrıya iştirak etmektedir.
Biden tam olarak bu kamuflajı temsil etmektedir. Bunun için Nisan 2020’de Foreign Affairs için yazdığı “Neden dünyayı tekrar Amerika yönetmeli?” makalesinde, müdahaleci bir Amerikan dış politikasını savunmaktadır. Biden’a göre Trump bütün dünya siyasetini tarumar etmiştir: Amerika’nın dostlarını yüz üstü bırakmış, düşmanlarına alan açmıştır, ticaret savaşları başlatmış, ulusal güvenlik meselelerini tehlikeye atmıştır. İklim değişikliği gibi küresel tehlikeleri görmezden gelmiş, kitlesel göç ve kitlesel sağlık konularını yanlış yönetmiştir. Bütün bunların sonunda Biden, Trump’ın yanlışlarını düzelterek dünyayı tekrar yönetmeyi vaat etmektedir. Demokrasinin, tarihin en zorlu günlerini yaşadığını iddia eden Biden’ın hedeflerinden biri de küresel ajandaya tekrardan demokrasiyi yerleştirmektir. Böylece Biden demokratik ülke başkanı olan dostlarıyla dünyanın her yerindeki her tür tehdide müdahale etmeyi hedeflemektedir. Bütün bu vaatler Biden’ın ağzından küresel sermayenin dünyaya dair tasarılarının ifadesi olarak da okunabilir. Nitekim küresel sermaye her zaman kendisini devletlerin, ulusların ve insanlığın ortak çıkarı ardına gizleyerek, kendi gizli hedeflerini kovalamıştır. Bunun için siyasi geleceği bitmiş olan Biden, Covid-19’un karanlığında bir gece vakti mezarından çıkarılarak, Amerika’nın kurtarıcısı süper kahraman olarak ilan edilmiştir. Henüz seçim yapılmış değil ama Biden’ın arkasına saklanan organizasyonun, Covid-19’u tarih değiştirici bir aygıt olarak kullandığı operasyon başarıyla sürdürülüyor. Bu kampanya sayesinde Biden şu an muhtemel başkan olarak sunuluyor ve kamuoyu buna hazırlanıyor.
Ancak küresel sermaye geçen seçimde Hilary Clinton’la yaşadığı yenilgiyi tekrar yaşamamak için işi bu sefer sıkı tutuyor. Bu amaçla demokratların bütün oylarını alabilmek için Biden’ın tacizciden süper kahramana dönüşüm hikayesine inanmakta güçlük çeken kitlelere yönelik özel ikna stratejileri geliştirmeye devam ediyor. Bu amaçla kurulan “Biden’a razıyız” (settleforbiden) adındaki Instagram adresi gönülsüz kitlelerin gönüllerini değil oylarını almayı hedefliyor. İsminden de anlaşılacağı üzere tıpkı yazının başındaki Hirshman gibi Biden’a severek oy vermesi mümkün olmayan kitleler, büyük felaket olarak imlenen Trump’la korkutularak kötünün iyisi olan Biden’a razı ediliyor.
Sonuç olarak bakıldığında Covid-19’un güçlü şok dalgası ve bu dalgada sörf yapan küresel sermaye, hedeflerine ulaşmaya çok yakın. Rusya soruşturması, İran nükleer anlaşmasının iptali, Kuzey Kore’yle yapılan anlaşma, Çin’le ticaret savaşları, Almanya ve Fransa’yla yaşanan gerilimler gibi bütün büyük ve köklü politika değişimleri Trump’ın iktidarını sarsmak bir yana perçinlerken, Covid-19 birkaç ay içinde her şeyi değiştirmeye yetmiş gibi görünüyor. Ömrünü cinsel suçlarla mücadeleye adamış bir feminist avukattan tacizci olduğuna inandığı birine seçmen üreten bu hokkabazlık, Amerika’nın siyasi tarihine geçecek bir örtülü faşizm olarak herkesin gözünün önünde gerçekleşiyor. Hirshman yazısını şöyle bitiriyordu: “Ahlaki olmayabilir, ama Trump’ın batan gemisinden kaçıyorum. Mecbur kaldım, Biden’a oy vereceğim. Umarım yine de boğulmam”. Aslında bu ifadeler sadece Hirshman’ın değil Biden’a yönlendirilen Amerikalıların hissiyatını ifade ediyor. Amerikalılar Covid-19 vebasının pençesinde ölümle savaşırken, belki de boğulmam diye mevcut olan dışındaki tek tercihe mecbur ediliyor. Böylesi karmaşık bir ortamda, diğer seçenek Biden ise mevcut uygulananlar dışında hiçbir somut çözüm önerisi sunmuyor, zaten buna ihtiyacı da yok. Çünkü onu süper kahraman kılan yapıp ettikleri değil, şoka uğratılmış Amerikan halkının çaresizliği...