Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın inisiyatifiyle kurulan Anadolu, BMC, Kıraça, Turkcell ve Zorlu’dan oluşan beşli konsorsiyum kolları sıvadı ve yerli otomobilin ilk prototipini 2019’da çıkaracağını kamuoyuyla paylaştı. Söz konusu yerli otomobilin 2021’de yollarda olması ve vatandaşın beğenisine sunulması bekleniyor. Ne var ki bu gelişme birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Türkiye’nin yerli otomobil projesi tartışılırken bu projeye karşı olumsuz düşünceler içerisinde olanlar dahi ortaya çıktı. Bunlardan bazıları dünyanın gittiği yönü tam olarak anlayamamakta bazıları da art niyetli düşünmektedir.
“Neden Türkiye kendi markasını üretmelidir?” sorusuna verilecek en güzel cevap “Her ülke kendi yerli üretimini artırmak ve kendi markasını oluşturmak ister” şeklindedir. Otomotiv sektöründe üretimin önemli bir kısmının gelişmekte olan ülkelere kaymasına rağmen yüksek teknolojili girdiler ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelerden temin edilmektedir. Bu durum Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde otomotiv sektöründe yüksek girdi ithalatı ve dışa bağımlılığa neden olmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerden bazıları cari denge üzerinde baskı oluşturan bu durumu tersine çevirmek adına girdilerdeki yerlilik oranını yükseltmeye ve kendi otomotiv markalarını ortaya çıkarmaya yönelik destekleri artırmaktadır. Demir-çelik, elektrik, elektronik, petro-kimya ve cam gibi sektörlerin üretimlerinden faydalanan otomobil üretimi başta ulaştırma, turizm ve savunma sanayii gibi birçok sektörün gelişmesine de katkı sağlamaktadır. Büyüyen ve güçlenen Türkiye’nin de buna duyarsız kalmaması gerekmektedir.
Peki Türkiye yerli otomobil projesini neden şimdi başlatmalı? Büyük üreticilerin yüz yıla yakın tecrübeleri varken Türkiye bu rakiplere karşı rekabet edebilir mi? Türkiye kendi arabasını yapabilir mi? Bu gibi birçok sorunun cevabı küresel otomotiv sektörünü iyi analiz etmek ve sektörü iyi anlamaktan geçmektedir. Sektör incelendiğinde gelecek yirmi-otuz yıl içinde elektrikli, otonom ve paylaşılan arabalardaki gelişmeler otomobil dünyasında kartların yeniden dağılmasına neden olacaktır. Bu değişimleri yakalayan firmaların ön plana çıkacağı ve pazar paylarını büyüteceği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin yerli otomobilinin tam da bu değişimlerin başladığı bir zamanda pazara iniyor olmasının aslında yüz yıllık tecrübeye sahip rakiplerle rekabet edilmesi noktasında bir avantaj sağlayacağı düşünülmektedir.
Çevre Hassasiyeti ve Elektrikli Arabalar
Çevre hassasiyetinin ön planda tutulduğu ve küresel ısınmaya dair bilimsel kanıtların artmasına paralel bir şekilde özellikle gelişmiş ülkeler otomobillerin emisyon değerlerini aşağı çekmeye yönelik farklı düzenlemeler ortaya koymaktadır. Örneğin Avrupa’da 2015’te 130 g/km CO2 olan emisyon limitinin 2022’de 95 g/km’ye düşürüleceği açıklanmıştır. Beklenen bu değişimin emisyonun sıfıra yakın olduğu elektrikli arabaların yollara daha fazla çıkmasını sağlayacağı, aynı şekilde batarya teknolojisinin gelişmesiyle batarya fiyatlarının daha makul seviyeye ineceği öngörülmektedir. Bu gelişmelerin otomotiv sektöründeki küresel değişim sürecini daha da hızlandırması beklenmektedir. Çevre duyarlılığının konvansiyonel araba üretimini etkilediği özellikle gelecek yirmi yıl içinde sektörün değişime ve dönüşüme uğrayacağı anlaşılmaktadır.
Öte yandan fosil yakıtlı arabalarla karşılaştırıldığında elektrikli arabaların birçok avantajının olduğu anlaşılmaktadır: Birincisi elektrikli olanlar içten yanmalı motorlara göre yaklaşık üç kat daha fazla verimlidir. Ayrıca elektrikli araçlarda hareket eden parçalar daha az bulunduğu için daha az bakım gerekmektedir. En önemlisi de elektrikli araçlar çevresel açıdan sıfır emisyon oluşturduklarından özellikle hava kalitesinin düşük olduğu büyük şehirlerde önemli avantajlar sunmaktadır. Almanya’da bazı bölgelerde dizel araçların yasaklanmaya başlanması ve özellikle araba üreticilerinin 2035’ten sonra dizel araba üretmeyeceklerini açıklamaları yerli arabanın elektrikli üretilmesinin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.
Otonom ve Paylaşılan Araba Sayısı
2017’de yaklaşık 95 milyon araba üreten dünya otomotiv sektörü önemli bir değişimin eşiğindedir. Mobilite, bağlantı hizmetleri ve versiyonların güncellenerek özelliklerinin yükseltilmesiyle oluşturulacak yeni modellerin otomotiv pazarını yüzde 30 oranında genişleteceği öngörülmektedir. Tüketicilerin yolculukla ilgili davranışının değişeceğini belirten bir araştırmada 2030’da her on araçtan birinin paylaşılan araç olacağı ifade edilmektedir. Yapılacak işin niteliğine göre araç çeşitliliğinin ön plana çıkacağı ve şimdiki gibi tek araçla değil tatil, iş veya alışveriş için farklı araç tercihlerinin kendini göstereceği düşünülmektedir. Teknolojik ve yasal düzenlemelerin imkan vermesi durumunda 2030’da otonom araç oranının da yüzde 15 olacağı öngörülmektedir. Araç paylaşım oranının 2050’de ise yüzde 28’e çıkacağı tahmin edilmektedir.
Arabaların yapısal değişiminde nesnelerin interneti önemli bir etkiye sahiptir. Arabadan arabaya (car-2-car), arabadan altyapıya (car-2-infrastructure) veya arabadan eve (car-2-home) gibi iletişim teknolojilerinin müşterilere önemli faydalar sağlayacağı anlaşılmaktadır. Ancak toplu olarak “nesnelerin interneti” şeklinde bilinen bu etkenler sadece bir metayı temsil etmemektedir. Bağlantılı araba teknolojileri yalnızca trafikte rehberlik yapmakla kalmayacak, yerel alışveriş veya dinlenme seçenekleri, kişiselleştirilmiş haber-eğlence olanakları ve başka hizmetler de sunarak önemli etkileşim sağlayan bir medya aracı olabilecektir.
Yerli Otomobille Daha Güçlü Türkiye
1950’lere uzanan yerli ve milli otomobil üretme isteği bazı kısa süreli ve rekabet gücü zayıf denemeler dışında pek gerçeğe dönüşememiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in direktifleri doğrultusunda 1961’de Eskişehir Devlet Demiryolları Fabrikası’nda tamamen Türk mühendisler tarafından tasarlanan Devrim aracı üretilmiştir. Ancak bu ilk yerli otomobil seri üretime geçememiştir.
İç pazardaki dalgalanmalar ve pazarın sınırlı olması otomobil üreticilerinin 1980 sonrasında ihracat kapasitelerini artırarak yeni iş modellerine geçmelerini tetiklemiştir. Bu dönemde otomobiller başta Avrupa olmak üzere diğer yurt dışı pazarları için tasarlanmıştır. Globalleşmenin yaygınlaşması ve Gümrük Birliği’ne de girilmesiyle Türkiye’deki üretimin yüzde 75’inden fazlası ihraç edilmeye başlanmış, böylece otomotiv sektörü en fazla ihraç gerçekleştirilen sektör haline gelmiştir. Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı sektörde kendi markasının olmaması ise ülkenin imajı bakımından uygun bir durum değildir.
Türkiye son zamanlarda katma değeri yüksek ürünler üretme stratejisinde yoluna devam etmektedir. Bu ürünlerden birisi de şüphesiz yerli otomobildir. Yerli otomobil atağının çok önceden atılmış olması gereken hatta geç kalınmış bir girişim olduğunu yakın dönem Türkiye tarihini bilenler az-çok fark edeceklerdir. Türkiye’nin gerek bu konudaki tecrübesi gerekse imkanları yerli otomobil projesini gerçekleştirecek yeterliliğe sahiptir. Türkiye’de üretilen yaklaşık iki milyon araba bunun en önemli göstergesidir. Yerli otomobil üretimine başladığında Türkiye’de rekabet daha da artacak, bu durum kaliteyi ve hizmeti daha üst seviyelere çekecektir. Diğer markaların ürettiği arabalar Türkiye açısından önemli ve değerlidir. Ama Türkiye’nin bir adım daha yukarı çıkarak araba üretim üssü olma stratejisini yerli araba sahibi olmayla kuvvetlendirmesi gerekmektedir. Kendi arabasını üreten Türkiye uluslararası alanda daha güçlü olacaktır.