ABD seçimleri sonrası iki başkan adayının taban tabana zıt olduğu ve dünyayı etkilemesi beklenen birçok politik değişim yaşanabileceği bir gerçek. Onlardan birini de ABD’nin İsrail ve Filistin ilişkileri oluşturuyor. Trump, Yüzyılın Anlaşması’nı ikinci 4 yılda tamamen hayata geçirmek isterken Biden ise İsrail’e karşı nispeten mesafeli adımlar atıyor.
3 Kasım 2020 salı günü ABD vatandaşları sadece ABD’nin değil, ABD’yi temsil eden iki farklı gücün dayattığı dış politika açısından dünyanın da kaderine etki edecek bir karar vermiş olacak. Bir tarafta aldığı kararlarla ve uyguladığı yöntemlerle ulusal çıkarları ön plana çıkaran Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump, diğer tarafta ise küresel sermayenin destekleyicisi ya da desteklediği eski başkan yardımcısı Demokrat aday Joe Biden.
Konu ABD olunca bir ülkenin başkanlık seçimi sadece o ülke ya da bölgeyi değil Çin’den Sudan’a, Nikaragua’dan Kuzey Kore’ye kadar dünyanın dört bir yanını etkiliyor. Bu etkileşimden nasibini fazlasıyla alan ve almaya devam edecek olan ülkeler arasında Filistin de geliyor. Filistin konusunda kafaları kurcalayan temel soru şu; hangi başkanla Filistin’i hangi adımlar bekliyor? ABD ve Ortadoğu hamlelerine baktığımızda ise ‘Trump ya da Biden’ın izleyeceği İsrail politikası nasıl olacak, değişecek mi ve ne kadar değişecek?’ şeklinde sorular sıralanabilir.
ABD’nin karmaşık seçim yapısı göze alındığında başkanın kim olacağını önceden tahmin etmek ne kadar zorsa ABD’nin Filistin ve İsrail özelinde yeni politikasının ne kadar değişeceğini saptamak da bir o kadar zor. Ancak Trump’ın görevdeyken attığı İsrail taraflı adımlar ve Biden’ın yardımcılığını yaptığı Obama dönemindeki İsrail ilişkileri ve her iki ismin söylemlerini üst üste koyduğumuzda ortaya belirli sınırlar çizen bir projeksiyon çıkıyor.
Onlar Mutluysa Ben De Mutluyum!
Tarih 27 Eylül 2019… Donald Trump, "İsrailliler ve Filistinliler tek devlet istiyorlarsa bana uyar, iki devlet istiyorlarsa bu da bana uyar. Onlar mutluysa ben de mutluyum" açıklamasını yaptı ve Filistin-İsrail meselesine en lakayt bakış açısını getiren ABD başkanı olarak tarihe geçti.
Kudüs’ün Başkent İlan Edilmesi
Trump’ın meseleye pek de Filistin tarafından bakmayacağı zaten açıktı ama 6 Aralık 2017’de Trump tarafından Kudüs’ün başkent ilan edilmesi ve 14 Mayıs 2018’de ABD’nin İsrail’deki diplomatik temsilciğini Tel Aviv’den işgal altındaki Kudüs’e taşıması yakın geçmişteki İsrail-ABD ilişkileri açısından da pek ihtimal dahilinde görünmüyordu.
Trump dünyada büyük tepki çeken bu adımların yanı sıra diplomatik, ekonomik ya da askeri olarak avucunun içine aldığı bazen de köşeye sıkıştırdığı ülkelerin liderlerine de bu illegal kararlarını tanımları yönünde baskı kurdu. Hatta son olarak Sırbistan ve Kosova örneklerinde olduğu gibi bazen de emrivaki yaptı.
Küre İttifakı ve Yüzyılın Anlaşması
Başkan Trump’ın iç politikada İsrail lobisi ve Evanjelistleri memnun etme çabasının yanında Ortadoğu’da silah kullanmama ama silah satma projesinin uzayan kollarından biri de İsrail’in bölge devletleri tarafından tanınması ve hatta baş tacı edilmesi oldu.
Filistin’in haklarını hiçe sayan ve İsrail işgalini meşrulaştıran Yüzyılın Anlaşması Filistin tarafından reddedilse de Mayıs 2017’de verilen meşhur pozla adı konan Küre İttifakı her geçen gün güçlenerek İsrail saflarına geçmeye başladı. ABD’nin liderliğini çektiği ittifakta yer alan Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, İsrail ile normalleşme yolunda çok radikal adımlar atarken Filistin’in de Yüzyılın Anlaşması’na razı olması için ikna edilmesi görevi de bu ülkelere kaldı.
Kısacası Donald Trump, yardımcısı Mike Pence ve damadı Jarod Kushner ile birlikte başkanlık döneminde İsrail ve Benjamin Netanyahu’ya belki de rüyalarında bile göremeyecekleri bir 4 yıl yaşattı. Trump’ın yeniden seçilmesi durumunda temelleri atılan tüm bu planların bir 4 yıl daha hız kaybetmeden devam edeceğini tahmin etmek ise hiç de zor değil.
Biden’ın İsrail Politikası
Diğer taraftan Joe Biden cephesine baktığımızda ise İsrail için biraz daha sıkıcı Filistin için ise en fazla biraz nefes aldırıcı vaatler ve söylemlerle karşı karşıyayız. Biden’ın başkan yardımcılığına Obama dönemi ışığında bir değerlendirme yapacak olursak Biden’ın İsrail’in her isteğini koşulsuz şartsız yerine getirmesi gibi bir durum pek mümkün görünmüyor.
Obama Dönemi
Aslında ABD tarihinin İsrail’e en büyük askeri yardımı Obama yönetimi döneminde yapılmıştı. İsrail'e 10 yılda 38 milyar dolarlık askeri yardım yapılmasını öngören anlaşmayı imzalayan Obama, İsrail’in Gazze üzerindeki saldırılarını adeta finanse etmişti.
Gazze Saldırıları
İsrail'in 7 Temmuz 2014'te Gazze’ye yönelik başlattığı ve 51 günde 2 binden fazla Filistinlinin ölümüne neden olan saldırıları İsrail'in "kendini savunma hakkı" olarak nitelendiren Obama, tüm Müslüman dünyadan tepki toplamıştı.
Memnun Etme Çabası
Başkanlığı süresince Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) İsrail'i eleştiren 9 tasarıyı reddeden Obama yönetimi, 2012'de BM Genel Kurulunda Filistin'in BM'deki "gözlemci kuruluş" statüsünün "üye olmayan gözlemci devlet" statüsüne yükseltilmesi önerisine de "hayır" oyu kullanarak Tel Aviv'i memnun etmeye çalıştı.
İsrail’i Üzen Karar
Fakat Obama yönetimi ABD’nin gelenekselleşmiş İsrail politikasını bu örneklerle desteklerken, İsrail cephesini üzecek ve dünyayı şaşırtacak işler de yapmıştı. 23 Aralık 2016’da BM Güvenlik Konseyi'nde, İsrail'in Batı Şeria'da yerleşim yerleri inşa etmesine son vermesini öngören karar tasarısı kabul edilirken 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi'nde 14 ülke karar tasarısının lehine oy kullandı. ABD ise beklenmedik bir şekilde tasarıyı veto etmedi, çekimser kaldı. O günlerde ABD Başkanı olarak seçilmiş olan ama henüz göreve başlamayan Trump ise tüm ısrarlarına rağmen veto kararı çıkmayınca "20 Ocak'tan sonra işler daha farklı olacak" demişti.
İsrail’in Yolu Yol Değil
Obama yönetimin bu kararından önce ise Joe Biden, “İsrail’in şu anda gittiği yol, Yahudi ve demokratik bir devlet olarak varlığını garantileyecek bir yol gibi görünmüyor” diyerek belki de ileride izleyeceği İsrail politikasına dair ipuçlarını vermişti.
Elçiliği Tel Aviv’e Geri Götürmeyeceğim
Biden politika sahnesine başkan adayı olduktan sonra söylemleriyle İsrail’e koşulsuz destek vermeyeceğinin sinyallerini gönderse de ABD'nin Kudüs'e taşınan büyükelçiliğiyle ilgili, ''Taşıma bu şekilde olmamalıydı, barışa yardımcı olacak daha geniş bir anlaşma bağlamında gerçekleşmeliydi. Ama şimdi bu yapıldı. Elçiliği Tel Aviv'e geri götürmeyeceğim'' ifadelerini de kullandı.
İran Politikası İsrail’i Üzer
Obama döneminde İran ile yaşanan yakınlaşma ve yapılan anlaşmalar en çok İsrail’i rahatsız etmişti. ABD'nin İsrail Büyükelçisi David Friedman, başkanlık seçimlerini Demokrat Joe Biden'ın kazanması durumunda, Washington'ın İran politikasının İsrail ve Körfez ülkeleri için kötü olacağını söyleyerek Demokrat Parti görüşünün geçmiştekine paralel bir şekilde ilerleyeceğine dair ipuçları verdi.
Kamala Harrıs ve İsrail
Biden’ın İsrail’e nispeten uzak durmasının kendi seçmeni tabanında bir karşılığı da vardı elbet. Özellikle sosyalist seçmenin oylarına talip olan Demokrat Parti’nin kendi içerisindeki yarışında ise Kamala Harris’i adeta hezimete götüren tercihi İsrail politikasıydı. 2017’de Kaliforniya Valisi’yken AIPAC’in Politika Konferansı’nda İsrail ve Yahudi toplumu ile olan iyi ilişkilerini büyük bir coşkuyla anlatan Harris, Obama’nın BMGK’da İsrail’in Batı Şeria'da yerleşim yerleri inşa etmesine son vermesini öngören karar tasarısını veto etmemesini eleştiren Senato kararını da imzalamıştı. Bu noktada Harris’in 2014’te evlendiği Doug Emhoff’un da bir Yahudi olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Sonuç Değişir (mi?)
Eylemler ve söylemlerin ışığında konuşacak olursak Trump ve Biden’ın Filistin özelindeki İsrail politikalarında ciddi bir ayrışma yaşanacağını tahmin etmek kaçınılmaz. Her iki durumun hangi sonuçlara neden olacağı hakkında yapılmış en iyi yorum ise 2 Temmuz 2020’de Bloomberg’te Zev Chafets imzalı yazıyla ortaya kondu. “Netanyahu Trump’ı özler ama Biden ile de yaşar” başlıklı makalede Biden’ın başkan seçilmesi halinde Netanyahu’nun 3 hedefinin olduğu belirtildi: ABD’den gelen finansal yardımın devam etmesi, İran’ın ortak düşman olarak tanımlanması ve Trump’ın Yüzyılın Anlaşması olarak tanıttığı eylem planının sürdürülmesi. Chafets’e göre Netanyahu ilk hedefi kesin olarak alır ancak Demokratların açık İran politikası nedeniyle ikinci hedefinde pek şansı yok. Filistin’i doğrudan ilgilendiren üçüncü hedefin gerçekleşmesi için ise ufak birkaç dokunuş yeterli. Mesela Yüzyılın Barışı gibi Trump imzalı süslü ifadeler yerine “Gerçekçi iki devletli çözüm planı” adıyla aynı programa devam edilebilir.
İsrail Politikası ve Çin
Donald Trump, İsrail politikasında Netanyahu ve ülkesine kayıtsız şartsız destek vermiş görünse de işin aslı pek de öyle olmadı. İsrail yakın geçmişte Hayfa Limanı, Eliat demiryolu ve deniz suyu arıtma ihalesini Çinli şirketlere vermişti. Trump’ın belki de en büyük amacı ve vaadi olan ekonomik savaşta zirveyi Çin’e kaptırmamak fikri ile tamamen ters düşen bu adım ABD tarafından kabul edilemez bulundu. Önce ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo 14 Mayıs’ta Tel Aviv’e gidip, İsrail’i uyardı. O ziyaretten günler sonra Çin’in Tel Aviv büyükelçisi evinde ölü bulundu. Sonrasında ise medya yoluyla İsrail’in bazı ihaleleri iptal ettiği öne sürüldü. BAE ile yapılan normalleşme anlaşması sonrası işler ABD açısından tam manasıyla normalleşti ve Hayfa Limanı ile Dubai Limanının da sahibi olan BAE’li DP World şirketine verildi. Hatta Dubai’den kalkan bir BAE gemisi ilk kez Hayfa’ya giderek bu konuyu da ABD-İsrail açısından tatlıya bağladı.
Diğer taraftan Joe Biden’ın oğlu Hunter’ın Çin ile yakın ilişkileri, Joe Biden’ın bizzat yaptığı Çin gezisi, Çin medyasının Biden’a olan sempatisi aslında iki başkanın nerdeyse taban tabana zıt olduğu bir başka dış siyaset çizgisini de ortaya koyuyor. Zaten Trump’ın da kendi seçim kampanyasında sıkça yaptığı Çin göndermeleri ve Biden’ın başkan seçilmesi durumunda “Çin, ABD’yi işgal edecek. ABD vatandaşları Çince öğrenmek zorunda kalacak” sözleri de Biden ve Çin arasındaki pozitif ilişkiyi gözler önüne seriyor.