“Bir musibet bin nasihatten evladır” atasözünde ifade edildiği gibi Covid-19 salgını da küresel bir musibet olması yanında insanlığın ders alarak dünyayı daha iyi bir geleceğe hazırlaması için bir fırsattır. Meşhur tarihçi Yuval Noah Harari, Covid-19 salgını sonrası dünyayı nasıl bir geleceğin beklediği sorulduğunda, “Buna insanlık olarak karar vermemiz gerekir” cevabını veriyor ve “Salgın bizi belirlenmiş bir geleceğe itmiyor” diye ekliyor. Dolayısıyla bu musibetten ders alarak ve sağladığı fırsatlardan yararlanarak arzu edilen daha iyi yükseköğretim sistemlerini ve kurumlarını oluşturmaya katkı verecek doğru kararları verebiliriz.
Sacayağı: Yüz Yüze, Online, İş Yeri Eğitimi
Yıl 2009… Brüksel’de 30 civarında ülkeden Bologna uzmanlarının (Bologna Süreci’ne dahil ülkelerden konunun uzmanı akademisyenlerin) katıldığı eğitim toplantılarından birindeyiz. Katılımcılar arasındaki bir üniversitenin rektör yardımcısı, “Biz tıp fakültesinde uzaktan eğitim veriyoruz” deyince kıyamet kopmuştu; “Tıp fakültesinde uzaktan eğitim mi olur?” diye. Rektör yardımcısı, “Uzaktan eğitimle verilebilecek tüm kazanımları veriyoruz. Ancak laboratuvar, klinik veya hastanede kazanılabilecek bilgi beceri ve yetkinlikler için gerekli ortamları planlı bir şekilde hazırlıyoruz. Daha kısa zaman dilimlerinde ve dönüşümlü olarak öğrencilere yüz yüze uygulamalı eğitimleri veriyoruz” deyip detayları anlatınca katılımcılar tıp fakültelerinde de uzaktan eğitim yapılabileceğine kanaat getirdiler. Bologna uzmanlarının bile tepki gösterdiği uygulamalı alanlarda online eğitime, üniversitelerin o zamanlar nasıl direnç gösterebileceğini düşünün! Şimdi ise Covid-19 salgını, online eğitimi dayatması yanında gerekliliğini ve sağlayacağı yararları göstererek gelecekte kalıcılığını da sağlayacak gibi görünüyor.
Son çeyrek asırda, dijital teknolojilerdeki gelişmelere, eğitim materyallerinin çeşitlenmesine ve bu materyallere ulaşımın çok kolaylaşmasına rağmen çoğu yükseköğretim kurumu yüz yüze eğitimde görünür önemli bir değişiklik yapmamıştır. Ancak az sayıda da olsa birçok üniversitede ise yüz yüze eğitim yanında online ve artan iş yeri eğitimine başlanmıştır. Covid-19 salgınıyla ilk ve orta öğretim de olduğu gibi tüm üniversitelerde bir anda yer alan online eğitim, uzun vadede salgının etkisi azaldıkça tedrici olarak uygulamalı alanlardan başlayarak yüz yüze eğitime dönüşecektir. Ancak online eğitim, yaşanan deneyimlerle oluşan farkındalık ve tecrübenin sonucu olarak tüm yükseköğretim alanlarında yüz yüze eğitimle beraber kalıcı olacağı görünmektedir. Özellikle uygulamalı alanlarında staj adıyla kısa süreli verilen iş yeri eğitiminin, imkanlar oluşturularak yükseköğretimde daha uzun süreli olarak yerini alması da öngörülebilir. Böylece her bir sacayağının iyi ve yararlı taraflarından ihtiyaç ölçüsünde yararlanılarak yükseköğretim çok daha iyi bir geleceğe taşınabilecektir.
Öğrenci Odaklılık, Öğrenme, Ölçme Değerlendirme
Covid-19 salgını öncesinde öğrenci odaklı eğitim çok dillendirilmesine rağmen öğretim üyesinin egemen olduğu geleneksel eğitim çoğunlukla hükmünü sürdürdü. Bu geleneksel yapıda öğretim üyesi sınıfa gelir, dersi anlatır, öğrenci dinler, nadir de olsa soru sorar, ara ve dönem sonu sınavına çalışır, sınavlarda ölçme değerlendirme yapılır ve böylece eğitim döngüsü tamamlanır. Bu döngüde öğrenciye yüklenen öğrenme iş yükü ders saatleri ve sınavlara çalışma süreleri ile sınırlıdır. Son 15 yılın ilk on yılında Yükseköğretim Kurulu (YÖK) liderliğinde yürütülen Bologna Süreci, son beş yılında ise Yükseköğretim Kalite Kurulu’nun (YOKAK) kalite güvencesi çalışmalarıyla öğrenciye dönem içinde daha çok iş yükü yüklenmesi teşvik edilmesine rağmen uygulamada henüz yeterince yer alamamıştır. Ancak Covid-19 salgınıyla zorunlu hale gelen online eğitimde öğrencinin daha aktif olması gerekli olmuştur. Öğretim üyesi ders öğrenme çıktılarını öğrenciye kazandırmak için öğretmekten ziyade yol gösterici rehber konumunda bir rol üstlenmeye başlamıştır. Öğrenci ise ders öğrenme çıktılarını kazanmak için daha çok okuyarak, araştırarak, ödev yaparak, problem çözerek ve kendini eğitme becerisi edinerek daha aktif hale gelmektedir.
Klasik eğitimin odağında eğiticinin öğretme planları, stratejileri ve faaliyetleri vardır. Halbuki eğitimin asıl hedefi olan öğrenciye bilgi beceri yetkinlikler kazandırmak, öğrenen tarafın aktif olmasıyla daha iyi sağlanır. Yani eğitimde öğretmekten (teaching) çok öğrenmenin (learning) öne çıkması gerekir. İyi bir eğitimci olan Doktora Danışmanım, uzun yıllar önce “öğretim üyesi sınıfta öğretmez, öğrencinin öğrenmesine rehberlik eder” diyerek öğretmekten çok öğrenmenin önemine vurgu yapmıştı. Covid-19 salgınının dayatmasıyla yapılan online eğitimde öğretim üyeleri, dijital teknolojiyi kullanarak danışmanımın işaret ettiği gibi öğrenciye nasıl rehberlik edeceğini öğrenmeğe çalışıyor. Öğrenci odaklı eğitim, öğrenmeyi öne çıkarırken eğitimin merkezine yerleşecek olan öğrenme de öğrenci odaklı eğitimi teşvik edecektir.
Eğitimde öğrenme merkeze konulduğunda, ölçme değerlendirmede öğretilenin ölçülmesinden ziyade öğrenilenin ölçülmesi, çok küçük bir farkla ölçme ve değerlendirmeyi daha sağlıklı bir zemine oturtmaktadır. Derste verilmesi gereken bilgi, beceri ve yetkinliklerin öğrenci tarafından kazanıldığına yönelik ölçümün dönem içine yayılmasının çoğu zaman gerekliliği ve dönem içi ölçümlerin dersten başarılı olmada dönem sonu sınavı sonucundan daha yüksek oranda etkili olması, Türkiye’deki birçok üniversitede hala uygulanan bütünleme sınavının yapılmasını anlamsızlaştıracaktır. Zaten dünyada çok örneği olmayan ve Türkiye’nin de önde gelen üniversitelerinde yapılmayan bütünleme sınavının uygulamadan kalkmasına, Covid-19 salgını sonrası hakim olan online eğitimin katkı vereceği öngörülebilir.
Yapılanma, Kalite Güvencesi, Uluslararasılaşma
Kısıtlı şehir ve öğrenci potansiyeline sahip yakın zamanda kurulmuş üniversitelerin, bu potansiyelleri ile orantısız olarak büyümek yerine, uygun büyüklükte ama yerel ihtiyaçları da dikkate alan özgün ve bu özgünlüğü ile tanınmış üniversite olabilmek için çaba göstermeleri daha sağlıklı olacaktır. Diğer tarafta büyük bölge üniversiteleri ise, Covid-19 salgını sırasında gelişen dijital teknoloji altyapılarından da yararlanarak lisansüstü eğitime ve ortak araştırmalara ağırlık vererek kendi bölgesindeki yeni üniversitelere öğretim elemanı yetiştirmenin yanında açacakları yaz dönemiyle hem kendi öğrencilerine hem de bölge üniversitelerindeki öğrencilere çok daha iyi şartlarda esnek eğitim fırsatı sağlamak gibi bir misyonu üstlenmelidirler. Ayrıca akademik konularda yöneticilerden çok öğretim üyelerinin daha çok inisiyatif aldığı öğretim üyesi odaklı bir yapılanmaya gidilmesi, üniversitelerde çok daha verimli akademik çalışma ortamlarının oluşmasını ve dolayısıyla verimliliğin artmasını sağlayacaktır.
Her alanda olduğu gibi yükseköğretimde de kalite, insan odaklı gelişmeye ve kalite kültürünün oluşturulmasına bağlıdır. Meşhur eğitimci Dr. E. Grady Bogue de “Yükseköğretimde kalite güvencesi sistematik ancak aynı zamanda bireysel; teknik ancak bir o kadar manevi bir süreçtir” ifadesiyle kalitede insan odaklı olmaya işaret etmektedir. Yüksek puanlı öğrencilerin programlara yerleşmesi, çok başarılı akademisyenlerin istihdamı ve kalıcılığının sağlanması yanında mevcut akademik kadronun kişisel gelişiminde devamlılığın temini kalitenin artırılmasında olmazsa olmazlardır. Dolayısıyla öğrenci ve öğretim üyesi memnuniyetinin sağlanması yanında akademisyen yetiştirmede ve istihdam etmede kalite amacı doğrultusunda ne kadar sıkı bir seleksiyon yapılırsa kalite o kadar artacaktır. Fiziki iyileştirmeler ve sağlanan finansal kaynaklar bile insan odaklı gelişmeyi hedef almalıdır.
Uluslararası fiziki hareketliliğin Covid-19 salgını öncesi duruma gelmesi uzun zaman alacak gibi görünüyor. Üniversitelerin tüm faaliyetlerine uluslararası bir boyut katan ve kalite güvencesinin önemli bir unsuru olan uluslararasılaşma Covid-19 salgını sonrasında fiziki hareketlilik olmadan da gerçekleştirilerek uluslararası anlayış ve kültürlerarası beceriler belli ölçüde kazandırılabilecektir. Yükseköğretimin diğer faaliyet alanlarında olduğu gibi salgın sonrasında yapılacak uluslararasılaşma faaliyetleri için dijital teknoloji kullanılarak yeni anlayışlar geliştirilmektedir. Daha iyi sonuçlar için evde uluslararasılaşma (internationalisation at home) anlayışının dijital teknoloji desteği ile iyileştirilmesi çabaları sürdürülmelidir.
Öne Çıkan Bazı Problemlerin Muhasebesi
Uluslararası üniversitelerle kıyaslandığında Türkiye’deki çoğu üniversitenin lisans ve ön lisans programlarında bir dönemde verilen ders sayıları çok fazladır. Lisans programlarında bu sayı en az altı veya yedidir, hatta sekiz veya dokuza kadar çıkmaktadır. Ders sayısının çok olması öğrenciyi dağıtmakta, yoğunlaşmasını engellemekte, uluslararası tanınırlığı zorlaştırmakta ve dolayısıyla öğrenme faaliyetlerini olumsuz etkilemektedir. Bir dersin konusu bile ders yapılarak artırılan ders sayılarının, zamanla her dönem için beş civarına düşürülmesi yararlı olacaktır.
Üniversite sınavında çok başarılı olan öğrenciler, gelecek vadettiğini düşündükleri alanları tercih ettiklerinden bu programlara yerleşmektedir. Bir tarafta örneğin tıp fakültelerine ortalama ilk 15-20 binden yerleşen çok başarılı öğrenciler mezuniyetten sonra sağlık yükseköğretimini ve sektörünü çok ileriye taşırken, diğer taraftan örneğin tarım yükseköğretimini ve sektörünü ise ziraat fakültelerine sıralamada 500-900 binlerden yerleşen öğrenciler geleceğe taşımaya çalışmaktadır. Bu çok büyük dengesizlik, bir tarafı çok ileri götürürken diğer tarafın geleceğini olumsuz etkilemektedir. Bu farkı tabii ki ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ancak çok tercih edilmeyen yükseköğretim alanlarına gelecek vadetmeyi sağlayan yönlendirici politikalarla örneğin ilk 25 bin civarından belli sayıda öğrenciler yerleştirilerek dengesizliği azaltmak, ilgili yükseköğretimlerin ve sektörlerin geleceğini riske etmemek adına çok gereklidir.
Yıllar önce bir YÖK başkanının “Yükseköğretime olan talebi karşılayacak kadar arzı topluma sunmamız gerekir. Mezunların istihdamı öğrencilerin ve ailelerin sorunudur. Biz arz ettiğimiz yükseköğretimin kalitesinden sorumluyuz” ifadesine hak verirdim. Ancak 2020’de gelinen yerde artık yükseköğretim arzının niceliğinden çok niteliğine yönelik problemlerin öne çıktığı görülmektedir. Artan yükseköğretim arzı, akademik yeteneği düşük öğrencileri mesleki eğitim yerine akademik eğitime yönlendirmektedir. Bu durum, bir tarafta öğrencilerin zorlanmasına, psikolojik problemlerin oluşmasına ve mutsuz olmalarına sebebiyet verirken, diğer tarafta akademik eğitimin seviyesini düşürmektedir. Dolayısıyla akademik eğitimde başarılı olamayacak öğrencileri orta öğretimden sonra meslek liselerine, meslek yüksekokullarına (MYO) yönlendiren mekanizmalar artırılırken, üniversitelerin lisans kontenjanlarının da Covid-19 salgının oluşturduğu yeni normların etkisiyle tedrici olarak düşürülmesi gerekli olacaktır.
Mesleki eğitim demişken, MYO’ların çoğunda ağırlıklı olarak verilen akademik eğitim problemine değinmek gerekir. Bu okullarda bir meslek edinip hayata atılmayı planlayan öğrenciler, bir dönemde 8-9 civarında ders almak zorunda kalmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde birkaç meslek yüksekokuluna (vocational school, community college) yaptığım ziyaretlerde öğrencilerin çoğunlukla arazide, harada, atölyede ve laboratuvarda yani iş yerinde mesleklerini öğrendiklerini ve nadiren sınıfa girdiklerini gözlemledim. MYO’lardaki sorunlar; dersler çok azaltılarak, iş yeri eğitimi imkanları kurumlarda, özel sektörde ve STK’larda hızla artırılarak ve eğiticiler meslek uzmanlarından oluşturularak çözülebilir.
Lisansüstü öğrencilerin azımsanmayacak bir kısmının, akademik çalışma hedefinden ziyade boş kalmamak gibi nedenlerle eğitime devam ettiklerini gözlüyoruz. Diğer taraftan lisansüstü eğitimi destekleyen araştırma görevlisi kadroları yanında TÜBİTAK projeleri ve YÖK 100/2000 doktora bursu programıyla sağlanan bursiyer imkanlarının az olması nedeniyle başarılı öğrenciler lisansüstü eğitime yeterince yönlendirilememektedir. Bölümlerde yeter sayıda araştırma görevlisi ve bursiyer olmaması, akademik faaliyetlerin verimliliğini düşürmektedir. Öğretim üyelerinin birikimiyle yetenekli lisansüstü öğrencilerin dinamizminin oluşturacağı sinerji ve dolayısıyla akademik verimlilik için bölümlerde istihdam edilen araştırma görevlisi ve bursiyer sayısının artırılması önemli bir gerekliliktir.
Yükseköğretim kurumlarının eğitim, araştırma, topluma yönelik hizmet, uluslararasılaşma, bilimsel toplantı, iş birliği ve yönetişim faaliyetlerinde yüz yüze ve fiziki etkileşimin gerekliliği ve değerliliği inkar edilemez. Ancak Covid-19 salgını sonrasında tüm bu faaliyetlerin online yapılabilmesi için yeni yöntemlerin keşfedilmesi ve aynı zamanda bu keşiflerin altyapısının güçlendirilmesi de yaşanmakta olan bir gerçektir. Bu keşifler, ilgili dijital teknolojileri ve yazılımları üretenlerin yanı sıra öğrenciler, öğretim üyeleri ve üniversite yönetimleri tarafından da yapılmaktadır. Covid-19 salgınının etkileri bitse de yaşanan musibetin neden olduğu farkındalık ve birikim dolayısıyla online eğitim yöntemleri yüz yüze eğitimle birlikte kalıcı olacaktır. Böylece yükseköğretim kurumları, hem yüz yüze hem de online iletişimin yararlı taraflarını alan karma eğitim sistemleriyle tüm faaliyetlerinde çok daha etkin olabilecektir.