Kriter > Dış Politika |

Seçim Sonrası Almanya’yı Bekleyen İstikrarsızlık


24 Eylül tarihinde Almanya’da yapılan parlamento seçimlerinin çok çarpıcı sonuçları olduğu görülüyor. 1949 yılında Federal Almanya’nın kuruluşundan beri Alman siyasetçilerin büyük bölümü tarafından Nazi partisi olarak tanımlanan bir partinin ilk defa yüzde 5 barajını aşarak Alman Federal Meclisine girmesi herhalde bu seçimlerin en büyük sansasyonu olarak nitelendirilmelidir.

Seçim Sonrası Almanya yı Bekleyen İstikrarsızlık

24 Eylül tarihinde Almanya’da yapılan parlamento seçimlerinin çok çarpıcı sonuçları olduğu görülüyor. 1949 yılında Federal Almanya’nın kuruluşundan beri Alman siyasetçilerin büyük bölümü tarafından Nazi partisi olarak tanımlanan bir partinin ilk defa yüzde 5 barajını aşarak Alman Federal Meclisine girmesi herhalde bu seçimlerin en büyük sansasyonu olarak nitelendirilmelidir. Almanya için Alternatif (AfD-Alternative für Deutschland) isimli yabancı düşmanı, mülteci karşıtı ve İslamofobik partinin yüzde 12,6’lık oy oranı ve 90’ın üzerinde milletvekiliyle Federal Mecliste temsil imkanına sahip olması Avrupa’daki aşırı sağ dalgadan bugüne kadar kendisini korumayı büyük ölçüde başaran ve bu anlamda Avrupa Birliği’nin (AB) sigortası olmakla övünen Almanya için artık yeni bir dönemi işaret ediyor.

AfD’nin yabancı, mülteci ve İslam karşıtı olmasının yanında Almanya’nın ulus devlet yapılanmasına geri dönmesini savunarak AB’ye de karşı olması Berlin’in birlik içerisindeki rolünün daha fazla sorgulanacağı anlamına geliyor. Kendisini Avrupa değerlerinin savunucusu ve AB’nin lideri olarak gördüğü ve birliğin diğer üyelerine karşı dayatmacı bir politika izlediği gerekçesiyle başta Polonya, İtalya, Macaristan ve Yunanistan olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin sert eleştirilerine maruz kalan Almanya’nın, AfD’nin üçüncü parti olacak kadar yükselişi sonrasında bu liderlik iddiasını sürdürmesi zorlaşacaktır. Fransa’nın ardından Almanya’nın da bu şekilde aşırı sağcıların baskısı altına girmesi ise zaten dağılma riski yaşayan AB için daha zor günleri işaret ediyor.

Seçimlerin diğer çarpıcı sonucu ise 1957 yılından beri ilk defa üç partili bir koalisyon hükümetinin kurulması zorunluluğunun ortaya çıkmasıdır. Bir merkez sağ, bir liberal ve bir de sol partiyi bir araya getirecek bu koalisyonun kurulması kadar dört yılını tamamlaması da zor göründüğünden Almanya’yı ciddi bir istikrarsızlığın beklediğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Altmış yıl aradan sonra Almanya yeniden üç partili bir koalisyon hükümetine hazırlanıyor. Belki sürekli koalisyonlar tarafından yönetildiği için bu ülkenin bir koalisyon kültürüne sahip olduğu söylenebilir. Ancak 1957 yılından beri hep iki partili koalisyonlar söz konusuydu. Şimdi FDP gibi iş dünyasının temsilcisi bir parti ile Yeşiller gibi solcu bir partinin aynı çatı altında bir araya getirilmesi ve uyumlu çalışması bu koalisyonun büyük ortağı olacak olan CDU/CSU için zorlu bir görev olacaktır. Ayrıca Hristiyan Birlik Partilerinin küçük ortağı CSU’nun da ciddi bir kriz içerisinde olduğu ve artık CDU ile anlaşmakta güçlük yaşaması bir başka istikrarsızlık kaynağı olarak karşımıza çıkıyor. Yine altmış yıl aradan sonra Alman Federal Meclisine giren parti sayısının altıya çıkması da siyasal gücün küçük partilere dağılmasına yol açmak suretiyle istikrarı tehdit eden bir faktör olabilir.

Avrupa’da Merkez Partiler Güç Kaybediyor

Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu bir başka çarpıcı gerçek ise diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da merkez partilerinin oy oranının erimeye devam ettiğidir. Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerdekine benzer şekilde birinci ve ikinci sırayı kaybetmeseler de Almanya siyasetinin iki güçlü merkez partisinin bu seçimlerdeki oy kaybı bir önceki seçimlere göre yüzde 13,8’e ulaşmıştır. Bu iki büyük partinin toplam oy oranı yüzde 53,4 ile Alman devletinin kuruluşundan beri en düşük seviyede gerçekleşmiştir. Bu durum da Almanya’da istikrarsızlık endişesine sahip olanların haklı olduklarının bir başka göstergesi olarak okunmalıdır.

Almanya’nın iki büyük merkez partisinden biri olan Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD-Sozialdemokratische Partei Deutschlands) bu seçimde aldığı yüzde 20,5 ile tarihinin en düşük oy oranına gerilemesi de bu seçimlerin çarpıcı sonuçlarından bir diğeridir. Gerhard Schröder’in başbakanlıktan ve parti başkanlığından ayrıldığı 2005 yılından beri SPD’nin sürekli oy kaybetmesi sadece daha solda yer alan Sol Parti (Die Linke) ve Yeşiller ile sol oyları paylaşmasıyla açıklanabilecek bir durum değildir. Bütün sol oyların toplamının yüzde 38,5 civarına kadar düşmesi başta SPD olmak üzere sol partilerin artık Almanya’da seçmeni ikna etme konusunda çok başarısız olduklarının açık bir göstergesidir. Schröder’i iktidara taşıyan 2002 seçimlerinde sol oyların toplamının yüzde 51’nin üzerinde olduğu hatırlanırsa Alman solundaki erimenin boyutları daha iyi anlaşılır. SPD’nin oylarının bir kısmının aşırı sol Die Linke’ye bir kısmının ise aşırı sağ AfD’ye gitmesi ise sorunun sadece Alman solu ile ilgili olmadığını, aksine bütün ülkeyi ve Avrupa’yı ilgilendiren bir problem olduğunu gösteriyor.

Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu bir başka gerçek ise merkez partilerinin yabancı düşmanlığı ve İslamofobi konusunda aşırı sağ AfD ile Türkiye karşıtlığı konusunda hem AfD hem de birbirleriyle yarışmalarının kendilerine hiçbir fayda sağlamadığıdır. AfD’nin oylarını yaklaşık üç kat artırarak Meclise girmekle kalmayıp üçüncü parti konumuna gelmesi ve seçimin en büyük kazananı olması, diğer partilerin yabancı düşmanlığı ve mülteci karşıtlığı konusunda bu partinin tezleriyle argümanlar üretmek yerine kendi savundukları ilkeleri öne çıkarmalarının seçmen nezdinde daha inandırıcı olacağını gösterdi. Medyanın güvensizlik, korku ve endişe pompalayan yayın politikasının sonucunda mülteciler ve yabancılar konusunda olumsuz görüşe sahip olan seçmenler için AfD’nin mülteci karşıtı söylemleri daha inandırıcı gelmiştir.

Benzer şekilde Türkiye karşıtlığı konusunda özel bir ajandası olan Sol Parti ve Yeşiller’in peşine takılan merkez partileri CDU/CSU ve SPD, Ankara’ya yönelik sert ve zaman zaman düşmanca olarak nitelendirilebilecek söylemlerinden bir fayda sağlayamamışlardır. Bu partilerin Türkiye ile girdikleri güç mücadelesi, ülkelerini bir ticaret devleti olarak gören ve çatışmadan uzak olmayı isteyen seçmenler tarafından hoş karşılanmamıştır. Özellikle sol partilerin Türkiye’ye karşı geliştirdikleri düşmanca politikalar Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli muhafazakar seçmen tarafından da cezalandırılmıştır. Medya tarafından yürütülen karalama kampanyalarıyla inşa edilen Erdoğan ve AK Parti karşıtı algı ise daha çok AfD’ye yaramıştır.

Seçim Sonuçlarının Türk-Alman İlişkilerine Etkileri

Ortaya çıkan seçim sonuçlarına göre iki koalisyon ihtimali belirmişti. Bunlardan güçlü olan Başbakan Merkel tarafından tercih edilen “Büyük Koalisyon”un (CDU/CSU ile SPD arasında) devam etmesi ihtimaliydi. Ancak SPD lideri Martin Schulz’un partisinin artık muhalefeti tercih edeceği açıklamasının ardından geriye sadece “Jamaika Koalisyonu” olarak adlandırılan CDU/CSU-FDP-Yeşiller hükümeti alternatifi kalıyor. AfD ile kimsenin koalisyon ortaklığı yapmak istememesi, sol partilerin “sol koalisyon” için yeterli sandalyeye sahip olamaması ve CDU/CSU’nun Die Linke ile koalisyonu kategorik olarak reddetmesi Jamaika Koalisyonu’nu zorunlu kılıyor. Bu koalisyonun kurulması ve yürütülmesinin zor olduğuna yukarıda temas ettik. Şimdi böyle bir koalisyonun Türk-Alman ilişkileri açısından ne anlam ifade ettiğine değinelim.

Öncelikle Sol Parti ile birlikte Türkiye’ye karşı son dönemdeki ideolojik ve düşmanca politikalara öncülük eden, iktidar ortağı olmaları durumunda Türkiye’ye yönelik seyahat uyarısıyla Türk turizmini baltalamak isteyen, Ankara’nın ancak sertlikten anladığını söyleyerek Türkiye’ye karşı ekonomik ve siyasi baskıyı artırmaktan bahseden bir partinin Almanya’da iktidara ortak olmasının Türk-Alman ilişkileri açısından olumsuz sonuçları olacağının altını çizmek gerekir. Yeşiller’in içinde barındırdığı Türkiye karşıtı diaspora mensuplarıyla Türkiye’nin meselelerini her zaman Almanya’nın gündemine taşıyarak Berlin’in Ankara’ya yönelik politikalarını olumsuz yönde etkilediği düşünüldüğünde, iktidar sorumluluğuna sahip olduğunda da bu politikayı sürdürmesinin iki ülke arasındaki sorunları büyüteceği söylenebilir.

Bu durumda hükümetin muhtemel yeni ortağı FDP’nin devreye girmesi ve bir ticaret devleti olan Almanya’nın dış politikada ideolojik davranmaktan vazgeçmesini sağlaması önem kazanmaktadır. FDP’nin bu çerçevede belki seçim atmosferinin etkisiyle Sol Parti ve Yeşiller’den gelen baskının da sonucu olarak Türkiye’ye karşı politikasını iyice ideolojik çizgiye kaydıran CDU/CSU’yu da rasyonel çizgiye çekmesi konusunda görev üstlenmesi gerekiyor.

Muhtemel bir Jamaika Koalisyonu tarafından yönetilecek Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geleceğini Yeşiller’in ideolojik dış politika çizgisi ile FDP’den beklenen pragmatik tavrın hangisinin öne çıkacağı ve Merkel’in CDU/CSU’sunun bu çizgilerden hangisine yakın olacağı belirleyecektir.

Ankara’nın tutumu ise çok açık. Türkiye’nin Almanya tarafından egemen/eşit bir ortak olarak kabul edilmesini ve Berlin’in NATO ittifakının gereğini yerine getirerek PKK ve FETÖ terör örgütlerine verdiği desteği kesmesini bekliyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası