Daha öncesi de olmakla birlikte Libya özellikle 2019 itibariyle, bir ülkeden ziyade, daha çok bir “çatışma alanı”, “kriz” veya “mesele” olarak Türkiye kamuoyunun gündemine girdi. Nisan 2019’da Halife Hafter’in başkent Trablus’u işgal etmek amacıyla geniş çaplı bir saldırı başlatması, doğuracağı sonuçların vahameti sebebiyle Türkiye’nin çok yakın ilgisini celbetmiştir. Bölge çapında bir süredir -kabaca 2013’ten itibaren- Türkiye ve müttefikleri aleyhine genişleyen “karşı devrimci” eksen ve nüfuz alanı, Nisan 2019’da askeri güç kullanarak Trablus’u da tehdit etmişti. “EastMed” projesi üzerinden Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile de müttefik olan “karşı devrimci” koalisyonun Trablus’u tehdit etmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendisine yönelik jeopolitik kuşatmayı kırması için açık kalan tek fırsat penceresinin de kapanması demekti.
Türkiye, karşı karşıya olduğu tehdidin boyutuna mukabil üst düzey bir hamle yaparak, Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile iki önemli anlaşma imzaladı. Kamuoyunda çokça tartışıldığı ve bilindiği gibi biri deniz yetki alanlarını sınırlandırma diğeri de savunma ve güvenlik iş birliği anlaşmalarıydı ve bu iki anlaşma birbirinden ayrılamayacak bir bütündü. Zira deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması, arkasında onu koruyacak önce meşru bir idare, sonra da o idarenin ayakta kalmasını sağlayacak bir askeri güç desteğiyle var olabilir(di). Türkiye’nin anlaşmalar yoluyla UMH ile girdiği angajman, bu çifte hedefi gerçekleştirmeye matuf oyun değiştirici bir hamleydi.
Türkiye’nin bu oyun değiştirici hamleyi yapmasını mümkün kılan ise en başta güçlü siyasi irade, sofistike harekat kapasitesi ve tecrübesine sahip askeri güç ve askeri kapasiteye sıçrama yaptıran savunma/silah sistemleri olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’nin özellikle son yirmi yılda savunma sanayiindeki yerli ve özgün kapasite artırımı, Türkiye’nin Libya hamlesini ve onunla birlikte milli çıkarlarını korumak için kırılması zor bir jeopolitik kuşatmayı kırmasını mümkün kılan en hayati unsurlardan biri olmuştur. Bu teknolojik kapasite sayesinde, Türkiye tabir caizse “yükte hafif, pahada ağır” incelikli bir müdahaleyle Libya içinde, çevresinde ve Libya meselesini kuşatan uluslararası zeminde kendi çıkarlarını korumaya alan bir “manzara değişimi” gerçekleştirdi. Türkiye’nin bu teknolojik kapasiteye sahip olmadığı bir senaryoda, Türkiye yine sahip olduğu güçlü siyasi irade ve muktedir askeri gücüyle benzer bir hamle yapabilirdi. Ancak teknolojik bileşenin bu seviye içinde olmadığı bir hamle, tabiatı gereği daha yüksek profilli, daha “provokatif”, askeri açıdan daha konvansiyonel ve dolayısıyla Türkiye’nin karşısındaki aktörlerin iç konsolidasyonunu hızlandıran ve yoğunlaştıran bir etki doğurur, Türkiye açısından maliyetleri artırır ve sonuç olarak Türkiye’nin Libya hamlesiyle elde etmeye çalıştığı kazanımların ancak bir kısmını (tamamını değil) güvenceye alabilirdi.
Savunma sanayi ve silah teknolojileri, sadece Türkiye’nin Libya hamlesi ile Türkiye-Libya ilişkileri açısından değil, bir bütün olarak Libya “krizi” ya da “meselesi”nin de tam merkezinde yer almıştır. Hafter’e bağlı silahlı güçlerin bin küsur kilometre öteden gelip başkent Trablus’u ele geçirmeye teşebbüs etmesi, iki unsurla mümkün olmuştur: Bir; UMH’ye bağlı silahlı kuvvetlerden sayıca çok daha kalabalık bir savaşçı topluluğu (Sudan, Çad ve Rus Wagner paralı askerleri). İki; nitelik ve nicelik açısından çok daha üstün askeri teçhizat ile hava üstünlüğü. “Karşı devrimci” koalisyon, Libya’nın tamamını Hafter’in kontrolüne sokmak, hızlı ve kesin bir sonuç almak amacıyla materyal ve askeri güç dengesini tamamen Hafter lehine çevirecek silah sistemleri ve teçhizatı Hafter’in kullanımına sunmuştu. Dahası, Hafter’i destekleyen ülkeler kendi envanterlerindeki savaş uçakları ile silahlı insansız hava araçlarını (SİHA) UMH’ye bağlı askeri unsurları hedef alıp Hafter’in önünü açmak için yoğun bir şekilde kullanmış, Hafter tarafına çok ciddi bir hava ve ateş gücü üstünlüğü sağlamışlardı.
Hafter 2014’ten itibaren Trablus menşeli askeri kuvvetlerle çatışma halinde olmasına rağmen, Nisan 2019’da başlattığı Trablus saldırısı öncekilerden büyük farklılık arz etmiştir. İlk defa Hafter tarafı ile Trablus arasındaki güç dengesi bu ölçüde Hafter lehine bozulmuş, bu sayede de Hafter ilk defa Trablus’a saldırmış, hatta iç kısımlarına kadar sokulabilmişti. Bu da karada son model zırhlı araçlar, tanklar, toplar, çok namlulu roketatar (ÇNRA) sistemleri, Buk ve Pantsir gibi Rus orta irtifa hava savunma sistemleri; havada da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) envanterindeki Çin menşeli Wing Loong 2 SİHA ile bazen Wagner pilotlarının uçurduğu bombardıman uçakları, bazen de kimliği belirsiz modern savaş uçakları sayesinde mümkün oldu. Bunlar arasında özellikle Wing Loong 2 SİHA’lar çok yaygın kullanılmış, UMH askeri kuvvetlerini karada ciddi oranda baskılamıştır. Bu güç asimetrisi, ancak Türkiye’nin UMH’ye savunma/askeri desteğiyle, özellikle de Bayraktar TB2 SİHA’ların kullanılmasıyla ortadan kaldırılmıştır. Savunma sistemleriyle radikal biçimde değiştirilen Libya askeri sahası, yine karşıt savunma sistemleri marifetiyle dengeye getirilmiştir.
Çatışmanın en şiddetli olduğu dönem -2020 başı ile yazı arası- boyunca Libya semaları Wing Loong 2 ve Bayraktar TB2 SİHA’ları arasında adeta bir düelloya sahne olmuştur. Bu periyot aynı zamanda yakın geçmişte bir muharebe alanının SİHA’lar tarafından en fazla domine edildiği bir örneği sunmaktadır. Sınıfsal açıdan normal şartlarda kıyaslanması mümkün olmayan bu iki SİHA -Wing Loong 2 çok daha uzun menzilli, havada çok daha uzun süre kalabilen, ateş gücü çok daha yüksek bir SİHA- mücadelesini açık biçimde Bayraktar TB2 kazanmıştır. Burada da savaş sahasında kullanılan SİHA’ların yedek parça, bakım ve onarım ile kaza-kırım durumunda yeniden tedarik açısından savaşan iki tarafın SİHA’ları (Wing Loong 2 ve Bayraktar TB2) arasında büyük farklar ortaya çıkmıştır. BAE, SİHA’larını Çin’den temin ettiği için operasyonel esnekliği daha sınırlı iken, Türkiye’nin kendi SİHA’sının sahibi olması ve yerli kapasitesiyle UMH’nin SİHA operasyonunu desteklemesi ona bu mücadelede bariz bir üstünlük sağlamıştır.
Nihayetinde, Türkiye’nin Bayraktar TB2 SİHA’ları aracılığıyla verdiği askeri destek sayesinde milyar dolarlar harcanarak hazırlanan Trablus işgal girişimi püskürtülmüş; UMH ve Türkiye ile yapılan deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması muhafaza edilmiş, Türkiye’nin çıkarlarının tehdit edilemeyeceği müdahil olan bölgesel ve küresel aktörlere kabul ettirilmiş, sahada askeri denge kurularak önce 23 Ekim 2020’deki ateşkes daha sonra ise BM öncülüğünde siyasi geçiş sürecinin yolu döşenmiştir. Türkiye’nin hamlesi, agresif ve maceracı aktörlerin Libya’da “askeri çözüm” projesini mecburen rafa kaldırtmış, ABD ve BM başta olmak üzere uluslararası toplumu “siyasi çözüm”e ikna etmiştir. Libya meselesi, bir bütün olarak Türkiye’nin müdahalesinden sonra köklü bir dönüşüm geçirmiş, mahiyet değiştirmiştir.
Libya’nın ve Savunmanın Ötesi
Öte yandan, Türkiye’nin SİHA teknolojisinde geldiği nokta ve Libya hamlesindeki performansı, Libya’nın çok ötesinde sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bayraktar TB2 SİHA’ların Libya’da son derece aleyhte olan bir askeri dengeyi altüst ederek oyun değiştirme kapasitesi bütün aktörlerin ilgisini ve dikkatini çekmiş, Türkiye’nin savunma ihracatı açısından büyük fırsatlar söz konusu olmuştur. Libya’nın hemen ardından Fas, Bayraktar TB2 SİHA’ları satın alırken, TB2 bugün dünyada ihraç edilen ülke sayısı bakımından SİHA pazarının lideri olmuştur. Polonya gibi bir NATO üyesi ülkenin TB2 satın alması ve Birleşik Krallık yetkililerinin TB2 ile “ciddi şekilde ilgilendikleri”ni açıklamaları, TB2’nin prestijini ve imajını daha da yükseltmiştir. Batılı önemli düşünce kuruluşları, TB2’nin muharebe kapasitesinden hareketle zırhlı unsurların savaştaki geleceğini ve ömrünü dahi sorgulayan analizler yapmıştır. Bütün bunlar ise bir bütün olarak Türkiye markasını güçlendirmiştir.
Türk savunma sanayiinin giderek artmakta olan ihracat başarısı ve kazanımı, Rus savunma sanayiinin de kaybına dönüşmüştür. Dünya çapında çok popüler olan özellikle Pantsir başta pek çok Rus hava savunma ve elektronik harp sistemleri; Suriye, Libya ve Karabağ’da Bayraktar TB2’ler tarafından imha edilmiş, bu sistemlerin etkinliği ciddi ölçüde sorgulanır hale gelmiştir. Rusya gibi dünyanın en büyük silah ihracatçılarından birinin yaşadığı bu imaj kaybı, başlı başına büyük bir başarı olarak TB2’nin ve Türkiye’nin hanesine yazılmıştır.
Bayraktar TB2 ile Türkiye’nin elde ettiği kapasite, ona Libya’dan sonra Karabağ’daki çatışmaya da Azerbaycan’ın yanında müdahil olma cesaret ve güvenini vermiş, 44 günde tarihi bir zaferi mümkün kılmıştır. Burada da diğer faktörlerin yanı sıra TB2 özelinde elde edilen savunma/teknolojik kapasite, 30 yıllık bir sorun ve çatışmanın düzlemini değiştirmiştir.
Türkiye’nin sahip olduğu teknoloji ve sistemi, askeri ve savaş yapma becerileriyle birleştirerek kazanımlar elde etmesi, çok sayıda ülke ve aktörün Türkiye ile ittifak ilişkisi içerisine girme arzusunu da artırmıştır. Türkiye’nin hem Katar, Libya ve Azerbaycan örneğinde olduğu gibi müttefiklerine sahip çıkması ve güven vermesi hem de müttefiklerine sahip çıkma kapasitesini ispat etmesi, “Türkiye’nin dostluğunu” çok daha kıymetli hale getirmiştir. Karabağ zaferinin hemen ardından Kazakistan’ın da Türkiye’nin SİHA’ları ile ilgilenmesi ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDK) da aynı süreçte profil yükseltmesi, Türkiye’nin kapasite ve güvenilirliğini vurgulayan gelişmelerdi. Bugün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri değiştirme potansiyeli bulunan “normalleşme süreci”nin tam merkezindeki BAE’nin Türkiye’ye yönelik radikal tavır değişikliğinde, Türkiye’nin bu ülkenin cüretkar hamlelerini boşa çıkarıp, gücünün sınırlarını gösteren savunma ve askeri kapasitesinin katkısı göz ardı edilemeyecek derecede büyüktür.