Kriter > Siyaset |

Tasavvuf Bizim Neyimiz Olur?


İslam düşünce tarihi göstermektedir ki; gerek Yunan gerek İran gerekse Hint kültürlerinin tesirlerine karşı İslam’ı daha fazla korumaya çalışan ve bidatlere karşı mücadele eden en önemli gruplardan biri mutasavvıflardır. İslam medeniyetine has bir ilim olan tasavvufu başka kültürlerden ithal etmekle suçlanan sufiler, aslında başka kültürlerin etkisine en fazla karşı çıkan alimlerdir.

Tasavvuf Bizim Neyimiz Olur

İslam ve Türk tarihine baktığımızda iki köklü kurum olduğunu görürüz: Ordu ve tarikat. Bu iki kurum devletin kontrolünde olup onun iki temel direğini oluştururdu ve ortaya üçlü bir sacayağı çıkardı. Ordu veya askeriye resmi bir kuruluştu, tarikat ise gönüllülük esasına dayalı bir sivil toplum örgütüydü. Tarikatlar tarihi göstermektedir ki diğer sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi -ordu kurumunun tersine- tarikatların kuruluşuna devletler karar vermez; işleyiş kurallarını devletler belirlemez; başkanını ve mensuplarını devletler tayin etmez; finansmanını devletler sağlamazdı. Ancak devletler sivil toplum ayağını teşkil eden tarikatlar üzerinde teftiş ve denetleme yetkisini sürekli kullanırlardı. Murabıtlar, yeniçeriler ve hatta sufi sultanlar örneğinde olduğu gibi devlet, ordu ve tarikat aslında iç içeydi ve yek vücut halinde çok katmanlı kompleks bir yapı oluştururlardı.

Ancak tarihte bir sivil toplum örgütü olarak çok saygın bir yere ve önemli bir role sahip olan tarikat kurumu, modern dönemde tartışmalı hale gelmiş, hatta zararlı görülmüştür. Bunun üç önemli sebebi vardır. Birincisi, modern ulus devletin ortaya çıkışı ve totaliter bir yaklaşımla giderek genişleyerek tüm sivil alanları kontrolü altına almaya çalışması; sivil toplumu, özellikle dini hüviyet taşıyan tarikatlardan temizlemeye çalışması. İkincisi, sömürgeci güçlerin, devlet kurumunu yıkıp orduları mağlup ettikten sonra Afrika, Hindistan, Kafkaslar ve Anadolu gibi coğrafyalarda tarikat liderlerinin anti-emperyalist mücadeleyi örgütlemesi ve sivil toplumu mobilize etme gücünü göstermelerinden dolayı tarikatlara savaş açması. Dolayısıyla modern dönemde sivil toplum karşıtı yerli ve yabancı otoriteler her zaman kontrolleri dışında bir sivil toplum gücü olarak tarikatlara karşı tavır takınmışlardır. Üçüncüsü, din karşıtı laik ve materyalist ideolojileri benimseyen aydınlar ve eğitimciler, dini dünya görüşüne dayalı olduğu için tarikatlara savaş açmış ve onların toplum üzerindeki tesirini kırmaya çalışmışlardır. Böylece bu büyük kültürel, kurumsal ve siyasal dönüşümün sonucu olarak, tarihten tevarüs edilen üçlü sacayağı misali toplum yapısı bozulmuştur.

 

Tasavvufun Yeri

Ancak bazı devletler ve sömürgeci güçler, “tarikata karşı tarikat” stratejisi uygulayarak kendi kontrollerine aldıkları bazı “kullanışlı tarikatlar” üzerinden bu alanı denetim altına almaya çalışmışlardır. Böylece totaliter devletlerin veya sömürgeci güçlerin yerli destekçisi olan tarikatlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Diğer yandan toplumun her alanında olduğu gibi bu denetimsiz alanda ortaya çıkan küçük menfaatlerin ve zaafların esiri şarlatanlar, parazitler ve bezirganlar da yaygın bir sosyal olgu olarak her zaman var olagelmişlerdir. Tasavvufu ve tarikatı yanlış temsil eden bu gruplar günümüzde de varlıklarını sürdürmektedir ve gerektiğinde belli tezleri desteklemek için medya malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Bu süreçte tarikatın ve tasavvufun kaynağı sorgulanır hale gelmiştir. Çünkü tasavvufun kaynağının İslam dışı olduğu gösterilirse tarikat olgusunun fikri temeli ve dayanağı yıkılmış olacaktır. Peki tasavvufun kaynağı nedir? İslam mı, yoksa İslam dışı bir kaynak mı? Eğer tasavvuf İslam dışı bir kaynaktan gelmişse, o kaynak nerededir? Bu yazımızda bu soruları çok kısa bir şekilde ele alacağız. Ancak bu soruları ele almadan önce, konuyu bağlamına oturtabilmek için, sosyolojik olarak bir gözlem yaparak şu soruya cevap aramak faydalı olacaktır: Günümüzde tasavvufu kimler sevmiyor? Basit bir gözleme göre Vehhabiler, sözde Selefiler, Batıcı Modernistler, Laikler-Materyalistler, otoriter rejimler ve bazı Oryantalistler sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu akımların hepsinin kendine göre tasavvufu neden sevmediklerine dair ürettikleri söylemler vardır. Biz bu kısa yazıda bu söylemleri analiz edemeyiz. Burada dikkat çekmek istediğimiz ve bu yazıda bizi ilgilendiren husus, tasavvufu sevmeyen bu grupların, hep birlikte tasavvufun kaynağının İslam olmadığını iddia etmeleridir. Siyasi ve ideolojik olarak birbirine zıt -veya en azından zahiren öyle görünen- bu akımlar ilginç bir şekilde tasavvuf karşıtlığında buluşmaktadır ve tasavvufun İslam dışı bir kaynaktan İslam’a sonradan sokulduğu konusunda görüş birliği halindedir. Hatta ironik bir şekilde, Vehhabi ve sözde Selefiler tasavvufa “bidat” diye karşı çıkarken, Modernistler ve Laikler “gerici” diye karşı çıkarlar. Böylece birbirine zıt argümanlarla aynı iddiayı temellendirmeye çalışmaktalar.

Tasavvuf

Diğer yandan tasavvufun kaynağının İslam olduğunu savunanlara göre tasavvuf nefis tezkiyesinin ve bunun pratik neticesi olan güzel ahlakın ilmidir. Başka bir ifadeyle tasavvuf güzel ahlakı ve onu bir meleke olarak kazanmanın metodu olan nefis tezkiyesini konu edinir. Nefis tezkiyesi nebevi bir eğitim metodudur ve her Müslümana farz-ı ayndır. Her Müslümanın kalp hastalıklarını bilmesi ve kalbini onlardan temizlemesi hem ayetlerde hem hadislerde birçok defa açıkça ifade edilmiştir. Kuran-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) eğitim metodunun “talim” ve “tezkiye” olduğu müteaddit ayetlerde vurgulu bir şekilde belirtilmiştir (Bakara 129, 151 ve Ali İmran 164).

Diğer yandan tasavvuf karşıtı akımlar, çok sinsi bir strateji takip ederek, mutasavvıfların iç tartışmalarında birbirlerine yönelttikleri eleştirileri tasavvufu toptan reddetme maksadıyla kullanmaktadır. Vehhabilerin kullandıkları argümanlar buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Tasavvufun İslam’daki yerinin tartışmalı hale gelmesi Vehhabiliğin ortaya çıkışı ile başlamıştır. Vehhabilik öncesi dönemde -kendisi de bir sufi olan İbn Teymiye’nin İbn Arabi’yi tenkit ve tekfir etmesi örneğinde olduğu gibi- belirli mutasavvıfların bazı düşünce ve uygulamaları eleştirilmiştir ama topyekun tasavvufun reddedilmesi modern bir olgudur. Modern dönemde ortaya çıkan Vehhabilik kaynaklı bu tenkitler önceki dönemlerde kitlelerin gözünde üstün ahlak, takva ve fazilet yolu olarak kabul edilen tasavvuf algısını, şirk ve bidat olarak tamamen zıddına değiştirmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken de, paradoksal bir şekilde, kendisi de bir Sufi olan İbn Teymiye’nin eserlerini kullanmışlardır.

Tasavvufun İslam dışı bir kaynaktan alındığını iddia edenler, genellikle onu Budizm ve Hinduizm gibi Hint dinlerine veya Neoplatonizm gibi Antik Yunan felsefesine dayandırmaya çalışırlar. Bu iki iddia da ispata muhtaçtır. Bu iddiaların ne kadar asılsız olduğunu göstermek için iki örneğin yeterli olacağı kanaatindeyim. Birinci örnek, İslam tarihinde tasavvufun en önde gelen temsilcilerinden olan İmam Gazali’dir. Büyük mutasavvıf Gazali, İslam aleminde Yunan felsefesinin tesirini kıran kişidir. Hatta Yunan felsefesini takip eden filozofların bazı meselelerde küfre düşüp İslam’dan çıktıklarını savunmuştur. Diğer yandan Nakşibendi silsilesinde önemli bir yeri olan Müceddid-i Elf-i Sani ve İmam Rabbani olarak bilinen Ömer Faruk Sirhindi ismi öne çıkmaktadır. Hinduizm, Budizm ve İslam’ı birleştirip “din-i ilahi” diye bir din kurmaya çalışan Babür Sultanı Ekber Şah’a karşı çıktığı için hayatının bir kısmını hapiste geçirmiş bir mutasavvıftır İmam Rabbani. İslam düşünce tarihi göstermektedir ki; gerek Yunan gerek İran gerekse Hint kültürlerinin tesirlerine karşı İslam’ı daha fazla korumaya çalışan ve bidatlere karşı mücadele eden en önemli gruplardan biri mutasavvıflardır. Gazali ve İmam Rabbani gibi mutasavvıflar Batıcı Modernistler tarafından tutucu ve muhafazakar olmakla eleştirilirken, paradoksal olarak, Vehhabi ve sözde Selefiler tarafından da Hint ve Yunan etkisinde kalmakla eleştirilmektedirler.

Halbuki Kuran ve hadisten üç ilim ortaya çıkmıştır: Akaid-kelam, fıkıh ve tasavvuf. Kelam ve fıkıhta olduğu gibi tasavvufta da farklı mezhepler ve ekoller vardır. Tasavvuftaki mezhepler genellikle tarikat olarak adlandırılır. Dolayısıyla tasavvuf da aynen kelam ve fıkıh gibi bir İslami ilimdir.

Tasavvuf diğer İslami ilimlerden şu beş cihetten ayrılır. Bunlardan ilk ikisi tasavvufun metodu ile alakalıdır. Üçüncüsü konusu ile alakalıdır. Dördüncüsü amacı, beşincisi pratik sonucu ile alakalıdır.

1-Tezkiye metodu: Nazar veya istidlal metodu yerine tezkiye metodunu kullanmak. Bu cihetle tasavvuf, nazar-ı akli metodunu kullanan felsefeden ve nazar-ı şer’i metodunu kullanan kelam ve fıkıhtan ayrılır.

2-Müsebbipten sebebe gitmek: Sebepten müsebbibe gitmek yerine, müsebbipten sebebe gelmek. Bu cihetle kelam ve felsefeden ayrılır. Burada müsebbipten maksat Allah, sebepten maksat ise kainattır.

3-Batına odaklanmak: Amellerin zahirine değil batınına odaklanmak: Bu cihetle fıkıhtan ayrılır.

4-Kalp sağlığını amaçlamak: Bu cihetten aklın doğru kullanımını amaçlayan kelam ve felsefeden ayrılır.

5-Pratik sonucu: Güzel ahlak. Bu cihetle fıkıhtan ayrılır.

Tasavvuf deyince akla tek tip bir ilim, uygulama ve örgütlenme gelmez. Tasavvuf ilmi içeresinde çok muhtelif hatta birbirine zıt akımlar vardır. Bu yüzden tasavvuf ehli arasında kendi iç ihtilaf ve çatışmaları her zaman var olagelmiştir. Bazen bu tartışmalar birbirini tekfir etme ve bidatcilikle suçlama noktasına kadar bile gitmiştir.

Tasavvufta iki ana mezhep vardır. Bir; halvet mezhebi: Nefsin terbiye ve tezkiyesi için uzlet metodunu benimseyenler. İki; halvet der encümen veya zikir mezhebi: Nefsin terbiye ve tezkiyesi için bir yandan Allah’ı zikir ederken bir yanda da toplum içinde hizmet etme metodunu benimseyenler. Diğer yandan tasavvuf mezhepleri veya tarikatlar zikr-i hafi (sessiz zikir) veya zikr-i celi (sesli zikir) metodunu benimseyenler diye ikiye ayrılır.

Görüldüğü gibi tasavvuf İslam medeniyetine has bir ilimdir; kaynağı başka kültür ve medeniyetler değildir. Asılsız bir şekilde tasavvufu başka kültürlerden ithal etmekle suçlanan sufiler aslında başka kültürlerin etkisine en fazla karşı çıkan alimlerdir. Tarih boyunca, İslam toplumunun en temel ilim ve kurumlarından olan tasavvuf ve tarikat, modern dönemde değişen iç ve dış siyasi dinamikler neticesinde eleştiri oklarına hedef olmuş, hatta İslam dışı ilan edilmiştir. Tasavvuf eleştirilerini modern ulus devletin ortaya çıkışı, sömürgeciliğin İslam dünyasını istila edişi ve materyalist ideolojiye dayalı eğitimin İslam dünyasında yaygınlaşması süreçleri içerisinde ele alırsak bağlamına oturtmuş ve nereden kaynaklandığını daha iyi anlamış oluruz.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası