4 Haziran 2024'te Hindistan'ın ulusal seçimleri sona erdi ve 9 Haziran'da Narendra Modi bir kez daha başbakan olarak yemin etti. Ardışık iki dönem çoğunluk hükümetiyle Hindistan'ı yöneten Modi salt çoğunluğu sağlayamadığı için ilk kez koalisyon hükümetini deneyimleyecek. Çeyrek yüzyıl boyunca Hindistan'ı yöneten bir dizi koalisyon hükümetinin ardından son on yıllık güçlü merkezi liderlik ile parlayan Modi'nin, küresel siyasi duruşuna yönelik birtakım soru işaretleri gündeme geliyor. Koalisyon yönetimlerinin genellikle düzensiz doğası akla gelse de iç siyasi farklılıklarına karşın Hindistan'da koalisyon üyeleri, dış politika hedefleri konusunda hemfikir olma eğilimindedir çünkü Hindistan dış politikası özelinde yazılı olmayan bir "süreklilik" ilkesi söz konusudur. Tıpkı Hindistan'ın ilk başbakanı Nehru'ya ve hatta İngiliz yönetiminden özgürlüğü için mücadele edenlere kadar uzanan Hint liderleri, politikacıları ve düşünürleri arasındaki, dünyanın önünde sonunda Hindistan'ı örnek uygarlık nitelikleri ve katkıları ile tanıyacağı "büyük güç" olma yönündeki önemli potansiyeline yönelik öz algı gibi.
Burada ifade edilenlerin, edileceklerin tarihte her zaman bariz istisnaları vardır. Hindistan her zaman çok kutuplu dünya düzenini savundu. Farklı isimlerle telaffuz edilse de uluslararası ilişkilerde, her zaman stratejik özerklik geleneğini korudu; Rusya'yla yakın bağ geleneğini sürdürdü, Çin'le inişli çıkışlı ilişkilerinde belirli bir düzeyi korudu, Amerika'yla ekonomik-jeopolitik bağlar geliştirdi, Japonya'dan Brezilya'ya kadar çeşitli ülkelerle bir dizi stratejik ortaklık geliştirdi. Modi'nin, 2014'te parlamento çoğunluğunu aldıktan sonra, geçmiş hükümetlerden devraldığı dış politika mirası, onu Hindistan'ı küresel meselelerde "lider güç" haline getirme hedefini ilan etmeye yöneltti. 2014'ten bu yana geçen on yılda Modi liderliğindeki Hindistan, çok taraflılık geleneğini sürdürdü. Rusya-Ukrayna Savaşı’na ve Batı baskısına karşın Rusya'yla yakın bağlarını bozmadı. Sınırlarında Çin yayılmacılığına karşı kararlı bir duruş sergiledi. Amerika ve müttefikleriyle ortaklıklarını derinleştirdi.
Yukarıda ifade edilen "öz algı", Hindistan'ın ekonomik başarısı ve Çin'in uluslararası sistemde potansiyel bir tehdit olarak yükselişi nedeniyle giderek daha ulaşılabilir hal aldı. Bu iki nedenden ötürü Hindistan artık birçok ülke için arzu edilen stratejik ortak. Hindistan'ın kendi "açık yazgı" duygusu, böylece elverişli jeopolitik koşullarla birleşerek Delhi'deki herhangi bir hükümetin Çin'e direnme, Rusya'yla geleneksel ortaklığını sürdürme, Amerika ve müttefikleriyle ortaklık kurma ve küresel yönetimde lider konum arama temel hedeflerini sürdürmesini sağlıyor. Uluslararası düzen akış halinde ve bu akış içerisinde Hindistan uluslararası iyi niyete sahip ki dünyanın büyük kısmı Şi Cinping’in otoriter Çin'ine hem demokratik karşı ağırlık hem de ticari alternatif arıyor. Amerika'nın direksiyonda olduğu tek kutupluluk ortadan kalkarken ancak henüz istikrarlı bir düzenle de değiştirilmemişken, Hindistan hem mevcut hem de yakın gelecekte ortaya çıkabilecek çeşitli gruplar arasında dengeleyici rol oynamaya çalışan bir "salıncak aktör" gibi. Çin, Hindistan için de başlı başına bir baş ağrısı. Rusya'nın Çin'e yaklaşması da kaygı kaynağı. Çin-Pakistan iş birliği de kendisine tehdit oluşturuyor.
Hindistan'ın belirleyici jeopolitik motivasyonlarından biri, potansiyel kazanımların yalnızca Çin'in avantajına sunulmamasıdır. Bu motivasyon, kriz ve savaş bölgeleri için de geçerlidir. Hindistan'ın başlıca üç güdüsü var: Kendi payını almak veya avantajlardan yararlanmak, Çin tarafından doldurulabilecek olası bir boşluğun oluşmasını ve potansiyel kazanımların Çin'e hediye edilmesini engellemek, merkezi konumda potansiyel bir büyük/lider güç olarak kendini kanıtlamak. Hindistan'da kriz ve savaş bölgelerine ilişkin genel bir fikir birliği var ve her şeyden önce bu, Delhi'de Hindistan'ın artık uluslararası sahnede merkezi bir konuma sahip olduğu ve çatışmanın tüm tarafları ile eşit ilişki kurabilen dengeleyici bir güç veya önemli bir devlet olduğu yönündeki yaygın görüşü yansıtıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı
Modi yönetiminin 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınamayı reddettiği ve Birleşmiş Milletler toplantılarında defalarca çekimser kaldığı iyi biliniyor. Hindistan, Rusya'yı "sarsılmaz bir ortak" veya Çin-Pakistan için kullanılan tabirle "her koşulda dost" olarak görme eğilimindedir. Çünkü Delhi'nin "stratejik özerkliği", Hindistan'da Rusya'nın tarihi bir ortak olduğu yönündeki çok yaygın bir görüşe atıfta bulunur. Kısmen efsanevi bir anlatı olsa da Hindistan'da pek çoklarınca Moskova'nın, her ihtiyacı olduğunda Delhi'nin yardımına koştuğuna inanılır. Aslında burada konunun özü şudur: Hindistan, Amerika ile hiç olmadık düzeyde bir yakınlık kurduğundan stratejik özerkliğini dengeleyebilmesi için Rusya'nın her daim dost olarak denklemde kalması gerekiyor. Dolayısıyla Batı'nın tüm baskılarına karşın Delhi'nin Moskova'yı izole etmeme çabaları gayet anlamlı. Burada sır olmayan bir gerçek daha ortaya çıkıyor: Tüm yakınlığa karşın Hindistan'ın kodlarında Amerika, Rusya'dan çok daha az güvenilir bir ortak olarak algılanıyor.
Hindistan kendisine orta güç olarak dahi olsa daha fazla manevra alanı sağlayabilecek çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkmasını istiyor. Yalnızca sistemde nispeten dengeli bir güç dağılımı, Delhi'nin çıkarlarını maksimize etmek için bir tarafı diğerine karşı oynamasına izin verecektir. Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar bu stratejik düşünceye "çok taraflılık" ismini verdi. Bu açıdan bakıldığında güçlü bir Rusya önemlidir, çünkü Delhi'nin görmek istediği çok kutuplu dünyaya önemli bir destek ekler. Bu, Rusya'nın Hindistan'a coğrafi olarak çok uzak olması ve ona herhangi bir tehdit oluşturmaması nedeniyle daha da anlam kazanıyor. Çünkü potansiyel saldırgan bir Rusya, Hindistan için değil, Amerika ve Batı için sorundur; Hindistan'ın sorunu Çin'dir ve Çin'le başa çıkmak için hem Amerika ve Batı'ya hem de Rusya'ya ihtiyacı vardır.
Çağdaş Hindistan'ın sömürge sonrası bir ülke olmaya devam ettiği dikkate alınırsa ki alınmalı, Delhi'nin Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki tarafsızlığına dair bir başka açıklama da güçlü ve anlaşılır bir Batı karşıtı duygunun güdümlediği Rusya'ya karşı derin stratejik empati olarak getirilebilir ki Delhi aslında emperyalist politikalar konusunda Rusya ile Batı'yı aynı kefeye koyuyor. Bu bakış açısıyla Batı'nın Moskova'nın Ukrayna'yı işgalini kınaması, kendisinin de aynı nitelikteki suçları göz önünde tutulursa haklı değildir. Daha da ileri giderek Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesini, kendisini Batı tarafından kuşatılmış olarak gören bir ülkeden gelen anlaşılabilir bir tepki olarak meşrulaştırma eğilimi de söz konusudur.
Hindistan'ın Rusya'ya olan askeri bağımlılığı da Delhi'nin Ukrayna krizindeki tarafsızlığını açıklamak için son derece geçerli bir neden. Moskova Hindistan'ın en büyük silah tedarikçisidir ve Hindistan savunma ithalatının yüzde 45'inden fazlasını sağlamaktadır. Ayrıca Hindistan'ın petrol ithalatının yüzde 40'ını oluşturmaktadır ve bu rakam, Rus petrol fiyatlarındaki düşüşe pragmatik ve ironik bir yanıt olarak 2021'den bu yana katlanarak artmıştır. Delhi her ne kadar çeşitlendirmeye çalışsa da Hindistan Silahlı Kuvvetleri'nin teçhizatının çoğu Rus kökenli. Rusya yakın zamana kadar Çin'e satmayı reddederken Hindistan'a çok sofistike ekipmanlar sattı. Bunlar arasında Su-35 savaş uçağı ve S-400 füzesi yer alıyor. Ayrıca gelişmiş teknolojilerin transferini onayladı ve hatta kısa menzilli füze BrahMos gibi Hindistan topraklarında ortak üretimlere dahi girdi. Dahası, finansal açıdan Batı'dan daha iyi bir anlaşma sunmakla kalmadı; aynı zamanda ruble-rupi döviz kuru, iki ülke arasındaki ikili ticareti genel olarak destekledi.
Modi rejimi şimdilik çekimser kalma stratejisinin işe yaradığını düşünüyor. Her şeye karşın Ukrayna meselesi, dişe dokunur bir diplomatik sorun teşkil etmedi; çünkü Amerika'nın önceliği Çin'e stratejik denge hazırlamak, Avrupa'nın önceliği Hindistan'la ticaret bağlarını güçlendirmektir. Ancak uluslararası ilişkilerin giderek iki kutuplu hale geldiği ve zayıflayan Rusya'nın Çin'e yöneldiği olası bir senaryoda Hindistan'ın bu eylem tarzı, en hafif tabirle bir kumar.
İsrail-HAMAS Çatışması
7 Ekim 2023'te başlayan İsrail-HAMAS çatışmasına Modi hükümeti, benim "incelikli ayrıştırma" dediğim bir yaklaşım sergiliyor. Tarihsel olarak Hindistan, Filistin davasıyla yakın ilişki içinde olmuş; 1950'de İsrail'i tanımasına karşın İsrail'le ilişkilerini Filistin duyarlılığıyla kalibre etmiştir. Ancak son yıllarda İsrail'le gelişen çok boyutlu stratejik bağlar, Delhi'yi önce Filistin ve İsrail yaklaşımını pragmatik yaklaşımla dengelemeye, sonra bu dengeyi gittikçe daha realpolitik yaklaşımla İsrail lehine bozmaya itti. Bu noktada görülen Delhi'nin Filistin ilişkilerinin Delhi'nin İsrail ilişkileri ile incelikli ayrışmasının bir benzeri, son HAMAS-İsrail çatışmasında Filistin ile HAMAS ayrışmasında da görülüyor. Bu bağlamda Modi rejiminin tavrı net: HAMAS bir terör örgütü olarak görülüyor ve İsrail'in Filistin'e gerçekleşen saldırıları İsrail'in teröre karşı kendini savunma hakkı olarak meşrulaştırılıyor.
İsrail, yalnızca Delhi'nin Moskova'dan sonra ikinci büyük silah tedarikçisi değil, aynı zamanda terörizmle mücadelede stratejik bir müttefiki. Dolayısıyla HAMAS saldırısının hemen ardından Modi, İsrail'le dayanışma ifade ederken Hindistan Dışişleri Bakanlığı çatışmanın çözümünde itidal, diyalog ve diplomasi çağrısında bulunmakla yetindi. İnsani ateşkes çağrısı yapan BM kararında çekimser kaldı, ancak Gazze'ye insani yardımlarda bulunduğunu belirtelim. Son ama hiç de önemsiz olmayan, Rusya-Ukrayna konusunda Batı'nın baskılarına boyun eğmeyen Modi yönetiminin, İsrail-Filistin çatışmasında İsrail dayanışması, aynı zamanda Batı'ya bir göz kırpma olarak da değerlendirilebilir. Bununla birlikte, Hindistan'ın Ortadoğu'daki katılımı, Rusya-Ukrayna krizindeki rolüyle karşılaştırıldığında sönük kalıyor.
Tayvan Senaryosu
Geleneksel olarak Tek Çin ilkesine bağlı kalan ve Pekin'in bu konudaki kırmızı çizgilerine karşı duyarlı davranan Hindistan, Çin'e doğrudan karşı koymuyor ve açıkça Tayvan'ı destekleyerek kırmızı çizgiyi ihlal etmiyor; ancak politikalarındaki değişiklik sinyalini Pekin'e duyurmak için nabız yoklamaları yapıyor. Hindistan, Tayvan Boğazı boyunca bir savaş senaryosunda doğrudan bir paydaştır. Bu, yalnızca tartışmalı sınır boyunca devam eden gerginlik nedeniyle Çin-Hindistan ikili ilişkilerindeki son kargaşadan değil, aynı zamanda Delhi'nin bölgesel-küresel olarak kendisi için aradığı rolden de kaynaklanıyor. Bununla birlikte Hindistan kendisi için en iyisinin, askeri tepki gerektiren herhangi bir senaryodan sonuna kadar kaçınmak ve ekonomik büyümeye ve karşılıklı saygıya elverişli bir dış düzeni sürdürmeye çalışmak olduğunun bilincinde. Ki Delhi, Tayvan Boğazı'ndaki muhtemel bir savaş senaryosunda Ukrayna krizine verdiği yanıtın emsalini hiçbir şekilde takip edemez çünkü; coğrafi konumu, jeopolitik durumu, boğaz geçitlerindeki ticaret akışının Hindistan ekonomisine etkisi, Amerika'yla sinerjisinin oluşturabileceği çok boyutlu baskı, Çin'in Hindistan'ı çatışmada doğrudan taraf haline getirme seçeneğinin çok kuvvetli-elverişli olması, hatta Çin-Hindistan sınırında tam teşekküllü bir savaş nedeni doğurma potansiyeli gibi pek çok açıdan boyutları ve politik etkileri Çin bağlamında çok farklı olacaktır.
Sonuç Yerine
Geleneksel olarak Hindistan, Hindistan coğrafyasından uzak coğrafyalardaki konulara, özellikle kriz, çatışma ve savaş gibi konulara uzak durmayı, yalnızca bekle ve izle yaklaşımını izlemeyi seçmiştir. Ancak ne sistemik koşullar eski koşullar ne de Hindistan eski Hindistan. Dışişleri Bakanı Jaishankar'ın Rusya-Ukrayna Savaşı özelinde yansıttığı gibi "Hindistan, savaşın erken aşamalarında Batı'nın kendisinden yapmasını istediği şeyi yapmış olsaydı, arabuluculuk yapamaz ve durumu hafifletmeye yardımcı olamazdı." Yani Hindistan bakış açısıyla Delhi her iki ulusla da bağlarını sürdürerek kendisini küresel bir devlet olarak konumlandırdı, uluslararası sahnede daha büyük bir rol üstlendi, ancak en önemlisi, bunu kendi yolunda yaptı.
Eğer düzeni korumaya yönelik daha büyük hedef Hindistan'ın belirli çıkarları ile çatışırsa, Delhi kendi öz kaynaklarının peşine düşecektir. Düzenin temel kurallarından birini, toprak fethi için güç kullanımı yasağını ihlal etmesine karşın Rusya'yı yatıştırma ihtiyacında örneklendiği gibi, Filistin'de yaşanan korkunç insanlık dramına karşın İsrail'i destekleme ihtiyacında örneklendiği gibi... Gelişmekte olan ülkelerin yükselişini tanıyan bir düzen temelinde çok taraflı sistem için gerekirse Çin'le omuz omuza olmayı dahi destekleyen Jaishankar'ın dünya görüşünde yansıdığı gibi.