24 Haziran seçimlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti bir kez daha rakiplerine fark attı. 16 yılda 13. kez sandık zaferini kutlayan ve hiç kaybetmeyen Erdoğan’ın bu başarısını engellemek için Batı medyası haftalar öncesinden çalışmaya başlamıştı. Gerek görsel-yazılı basın ve internet medyası gerekse sosyal medyayı kullanan Batı medyası özellikle son iki günde her türlü yalan, iftira ve hakaret ile saldırdı ancak sonuç değişmedi.
24 Haziran için Batı medyasının saldırı fişeği 8 Mayıs’tan atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada “Şayet bir gün milletimiz ‘tamam’ derse ancak o zaman biz kenara çekiliriz” ifadesini kullandıktan sonra muhalefet de “TAMAM” sloganını devreye sokmaya başladı. Daha o gün CHP, İP, SP ve HDP liderleri hep bir ağızdan bu sloganı söylerken FETÖ ve PKK mensupları da hemen bu koroya katıldı. Cephe belliydi.
Batı medyası ise bu cepheyi desteklemekte gecikmedi. Ancak bu kez biraz daha temkinli davrandılar. Önceki seçimlerde Avrupa’nın orta yerinde yapılan PKK mitingleri, ülkelere girişleri yasaklanan AK Parti’li vekiller ve bakanlar, Batı medyasının (Bild, Time, Economist vb.) attığı nefret dolu Erdoğan ve Türkiye manşetleri, bu kurumların Türkçe yayınlarla Erdoğan düşmanlığına soyunması onların gözünde hep AK Parti’ye yaramıştı. Almanya, Avusturya ve Hollanda başta olmak üzere AK Parti’li isimlere yine miting yasağı geldi ancak Almanya’da Yeşiller Partisi’nin eski lideri Cem Özdemir ve Almanya’nın devlet korumasıyla himayesine aldığı tescilli Türkiye düşmanı Can Dündar “Bu yasaklar ve aleyhte yayınlar Erdoğan’ın işine yarar” diyerek uyarılarda bulundu. Batı medyası sürekli olarak “Türkiye’de ekonomik kriz var” haberlerine yöneldi. Belki kendisini tutamama belki de acemilik… Fransız Le Point’in “Diktatör” kapaklı yayını dışında Batı medyası geçmişteki nefret dolu yayınlara virgül koyarak daha yumuşak eleştiri ve karalama politikasını seçti.
Mesela BBC sığınmacı oylarının seçimi etkileyeceğini yazarak üstü kapalı olarak Türkiye’deki 4 milyon göçmene oy verdirileceği yalanını söyledi. New York Times “Erdoğan seçimleri çantada keklik gördü ancak neyse ki ekonomik kriz ve muhalefetin coşkulu bir ruh ortaya koyması seçimlerin daha çetin geçeceğini gösterdi” ifadelerini kullandı. Washington Post ise CHP, İP ve SP ittifakının yanı sıra CHP’nin HDP’ye destek vereceğinin altını çizerek “Türkiye’de nihayet muhalefet Erdoğan karşısında birleşti” sözleriyle sevinç çığlıkları attı. Foreign Policy ise “2015 Haziran seçimleri ve referandumda olduğu gibi bu seçimde de hükümet oyları çalacak” yalanıyla propagandaya katıldı. Deutsche Welle de Taksim ve Çamlıca camilerini örnek göstererek Türkiye’nin geriye gittiğini ve bunun sonuçlarının sandığa yansıyacağını iddia etti. Daha önce Türkçe ek yaparak Türkiye’yi karalayan Der Spiegel bile Erdoğan’ı doğrudan hedef almak yerine Putin, Trump ve Şi Cinping ile bir arada kullandı.
ABD’den CNN, İngiliz BBC, Alman ARD gibi televizyon kanalları ise Muharrem İnce ve Meral Akşener mitinglerini büyük övgülerle canlı yayınladı. New York Times, Selahattin Demirtaş’a köşe yazısı yazdırırken BAE merkezli National ve Alman kuruluşu WDR’ye röportajlar verdi.
Batı Medyası Bildiğimiz Gibi
Yaklaşık bir aylık süreç boyunca adeta yumruk, tekme atmak yerine ufak ufak dürtmelerle Türkiye karalamasını sürdüren Batı medyası söz birliği etmişçesine seçime birkaç gün kala eski alışkanlığına geri döndü. Batı medyası 22 Haziran ile birlikte topluca “hücum” komutu almış gibi maskelerini çıkarıp eski kimliklerine büründü.
Gezi Parkı Şiddet Eylemleri sırasında onlarca yalanla yaptığı yayınla azılı Türkiye düşmanları arasında haklı bir şöhrete sahip olan CNN’in önemli isimlerinden Christiane Amanpour, Muharem İnce’yi yayına alırken alışkanlığı üzerine “Türkiye’de Erdoğan’ı eleştiren tweet atan bir genç sabahın köründe evinden alınıp hapse atılıyor” yalanını söylemeyi ihmal etmedi.
Alman Deusche Welle “Demokrasinin Kurtuluş Savaşı” yazısını ise içimizdeki Batılılardan Ece Temelkuran’a yazdırdı.
Bir başka Alman Der Spiegel, açıkça PKK destekçisi olan Andrj Hunko’nun AGİT gözlemcisi olarak Türkiye’ye alınmamasını “Seçimler adil olmayacak. Oylar çalınacak. Sahte oylar kullanılacak” yorumlarıyla duyurdu. Oysa PKK sevdalısı Hunko dışında birçok AGİT gözlemcisi Türkiye’deydi.
Foreign Policy de uzun süredir ağzında tuttuğu baklayı 22 Haziran’da çıkardı. Erdoğan’ın Kandil’deki operasyonları terörü bitirmek için değil siyasi malzeme olsun diye yaptığını yazdı. Birkaç oy kazanmak için kan döküldüğü iftirasını utanmadan dile getirdi.
İngiliz Guardian gazetesinden Simon Tisdall Batı medyasının hakaret ve saldırı çıtasını bir kez daha eski yüksekliğine çıkarmakta kararlıydı. “15 yıl önce iktidara gelen Erdoğan, mahallenin kabadayı çocuğu olmaktan çıkıp jeo-stratejik bir tehdide dönüştü” diyen Tisdall “Erdoğan hem Türkiye hem de dünya için tehdit” ifadelerini kullandı.
Bir diğer sabık Türkiye düşmanı Time da bu furyada eksik kalamazdı. Türkiye’de insanların kutuplaştığını, muhalefetin Erdoğan’a karşı birleştiğini ve Kürt milliyetçilerinin seçimin kaderini belirleyeceğini söyleyen dergi oyların çalınacağı veya manipüle edilmesinin ise kesin olduğunu dile getirdi.
23 Haziran’da saldırılar devam etti. İtalyan Corriere gazetesi ise “Türkiye, yarından itibaren yara bere içinde can çekişen demokrasisini yeniden inşa etmeye başlayacak” ifadelerini kullandı.
Deutsche Welle de bir kez daha sahneye çıktı. “Türkiye’de hiçbir oyun güvenliği yok” diyerek herkesi sandıkların başına çağırdı.
İngiliz Guardian ise bir önceki günkü karalamasını yeterli bulmamış olacak ki “Erdoğan döneminin hapishane edebiyatı… Yazar olmak mı istiyorsun; hapse gir” başlıklı makaleyle “kara ittifak”taki yerini önlere taşıdı.
Avusturya’nın Falter isimli yayını da ülkesindeki Başbakan dahil birçok politikacının Türkiye ve Erdoğan düşmanlığına ortak çıkarak “Erdoğan kendi halkına, biz Erdoğan’a düşmanız” sözlerini kullandı.
Aniden başlayan saldırılar bitmiyordu. Yine Gezi Parkı Şiddet Eylemleri’ndeki yalanlarıyla hatırladığımız BBC’nin muhabiri Selin Girit ise İnce’nin Ankara ve İzmir mitinglerini öne çıkarıyor, Güneydoğu’da PKK destekçilerinin sözleriyle bu kez Erdoğan’ın kesinlikle yolun sonuna geldiğini iddia ediyordu.
Alman medyası karalama kampanyasının en ön sırasındaydı. ARD televizyonu “Erdoğan, eski Türkiye’nin temsilcisi artık. Biz, yenisinin ayak seslerini duyuyoruz” diyerek adeta seçim sonuçlarını ilan ediyordu. Auslands Journal ise Türkiye’de demokrasinin yeniden hayata geçmesi için Erdoğan’ın kaybetmesi gerektiğini yazarken bir başka tescilli Türkiye düşmanı ZDF “Karadeniz, İstanbul, Antalya gibi AK Parti’nin kaleleri kararını verdi. Erdoğan gidiyor” ifadelerini kullandı.
France24 kanalı da “Erdoğan kendisine meydan okuyan herkesi cezalandırıyor. Hapse atıyor veya ülkeden gönderiyor. Bu şartlarda görevde kalması doğru olmayacak” yorumunu yaptı.
Seçim gününde de “kara ittifak” frene basmadı. Yaklaşık iki aylık sözde suskunluğun acısını iki günde çıkaramamışlardı.
İlk göze çarpan Economist oldu. Türkiye ve Erdoğan ile ilgili yıllardır en karalayıcı kapakları yapan dergi bu kez “Gitme Vakti” başlığını kullanıyordu. Tıpkı Türkiye’de 2013’ten beri süregelen tüm saldırıların kopyasının yaşandığı ve zorla görevden çektirilen Brezilya’nın eski lideri Dilma Roussef için attıkları başlık gibi… Yazının içinde ise “Türk seçmenleri artık Erdoğan’a kapıyı göstermeli” sözleri yer aldı.
Washington Post ise “Demokrasi mi, Otokrasi mi?” başlığıyla sunduğu yazısında Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi halinde Türkiye’nin tamamen modern bir devlet olmaktan uzaklaşacağını belirtti.
Batı Medyası Sonuçları Kabullenmekte Zorlandı
Seçimlerin sonuçlanması da Batı medyasını durduramadı. Sonuçları bir türlü kabullenmeyen seçmen kitlesi için Muharrem İnce’nin kullandığı tabirle şizofrenik ve paranoyak bir ruh haliyle saldırılar devam etti. Sonuçlar kesinleşti, muhalefet adayları kabul etti, muhalefet partilerinin seçim büroları YSK’nın rakamlarını doğruladı ama Batı medyası için bunlar arzu edilen bilgiler değildi. Onlar da her zaman olduğu gibi yalan ve karalamaya başvurdu.
24 Haziran’dan sonra çıkan gazetelerde ilk konu seçimlerde oyların çalındığı oldu. Hatta France24 kanalının muhabiri Muharrem İnce’nin basın toplantısında “Herkes seçimde yolsuzluk yapıldığını söylerken siz yenilgiyi (Erdoğan’ın kazandığını) çok erken kabullendiniz” yorumunu yaptı. Aynı France24 yaptığı yayında ise PKK’lı bir gazetecinin “Bölgede seçim gözlemi yapacak yabancılar tutuklandı. Merkezlerde AK Parti oy çaldı ancak kırsalda silahlarımız ve paramiliter savaşçılarımız olduğu için özgürce oy kullandık” ifadelerine yer verildi. Reuters ise tek taraflı yayınında bir akademisyen olan Howard Eissenstat’ın ağzından “Türkiye artık demokratik bir ülke değil” cümlesini tüm dünyaya servis etti.
World Post ise Türk halkının seçimini yok sayarak “Otoriterlik toplumun dokusunu değiştirmiş” dedi. New York Times da ekonomik kriz, adaletsizlik, Batı’dan uzaklaşma, demokrasiyi yitirme ve yolsuzluk göndermeleri yaparak Türk halkının bu beş başlıkla yaşamayı tercih ettiğini belirtti. The Wire da “Erdoğan’ı durdurabilecek hiçbir güç kalmadı. Bu, Türkiye ve dünya için büyük tehdit” ifadelerini kullandı. İngiliz Express gazetesi “Erdoğan’ın kanlı zaferi” sözleriyle ülkede muhaliflerin öldürüldüğü yalanını kullandı. Economist “Türkiye dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olmayı tercih etti” yorumu ile seçimleri değerlendirirken FETÖ etkisiyle yayın yapan irili ufaklı birçok yayın organı hep bir ağızdan “Türkiye, eskiden Suudi Arabistan’ın yaptığı gibi tüm dünyaya İslami terörü yayacak” yalanını öne sürdü. Dolayısıyla Batı medyası seçim öncesi başlangıçta saklamaya çalıştığı önyargısını seçimden hemen önce bir kez daha dışa vurdu. Yayınların seçimden sonraki söylemi ise çok daha düşmancaydı.