Bugün –başta ABD olmak üzere– dünyanın önde gelen pek çok ekonomisi makroekonomik sorunlar, yapısal meseleler ve bankacılık sektörlerinde ağır travmalarla boğuşuyor ve en az on yıldır sosyoekonomik bedel ödüyor. Bunun nedeni Soğuk Savaş döneminin bitimiyle sahne alan iktisadın “neoliberal” kanadının ve temsilcilerinin “abartılmış” piyasa ekonomisi modelini dünya ekonomisine pohpohlayarak pazarlaması ve adeta empoze etmesidir.
Finansal sistem ile reel sektör arasındaki karlılık dengesinin neredeyse yediye bir oranında tahrip edilmesi yetmezmiş gibi –daha da vahimi– önde gelen ekonomilerde imalat sanayiinden çekilerek hizmetler sektörüne ağırlık verilmesi bile tavsiye edilebilmiştir. Uluslararası Para Fonu’nun ana omurgasına, beynine de hakim olan bu anlayışın dayattığı programlar ise Latin Amerika başta olmak üzere pek çok ülkeyi 70’lerden 90’ların sonuna kadar defalarca daha da büyük felaketlere sürüklemiştir.
Türkiye söz konusu neoliberal politikaların sakat ve tehlikeli yönlerine zaman zaman maruz kalmış bir ülke olarak bilhassa 2007’den itibaren kamunun “denetleyici-düzenleyici” rolünü yeniden güçlendiren yeni bir rota oluşturdu ve bu sayede 2008 Küresel Finans Krizi’ni –neoliberal kanadın baskılarına rağmen– IMF ile yeniden masaya oturmadan yöneterek atlatabildi. Üstelik Küresel Finans Krizi’nin etkilerini yönettiği gibi artık IMF’nin kaynak talep ettiği bir ekonomiye kavuştu.
Bugün Türkiye ekonomisi reel sektörün finansmanına yönelik Kredi Garanti Fonu gibi yeni modeller oluşturuyor, Küresel Finans Krizi’nde altı mega projeye imza atabiliyor, terör odaklarına içeride ve dışarıda tarihi bir bedel ödettiriyorsa, savunma alanında tarihi bir yerli-milli atılımı yürütüyorsa bunların ana sebebi itibarsız neoliberal politikaları on yıl önce arkasında bırakmış olmasıdır.
Bu nedenle bugünlerde Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı adına büyük mesafe katettiği son on yılı dikkate alarak enflasyon ve cari açıkla mücadeleye, ekonomi yönetiminin attığı adımlara yönelik itibarsız neoliberallerin hezeyanları ve yaygaralarına hala kulak verenlere veda edin çağrısında bulunmak gerekir.
İktisadın Üç Sacayağı
Esasen hükümetlerin iktisat politikaları 1929 Büyük Buhran’ından bu yana ekonomi literatürünün önemli bir alanıdır. İktisat politikaları üç temel sacayağından oluşur; para, maliye ve direkt kontrol politikaları. İktisat politikalarının temel görevi de büyüme ve istihdamı sürdürülebilir kılmak, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı korumak, temel makro dengelerde bozulma varsa sistemi tekrar dengeye kavuşturmaktır. Ayrıca ekonomi alanında ve iş dünyasında her düzeyde eşit bir rekabet ortamını sağlamayı da unutmamak gerekir.
80’lerin başından itibaren sık sık öne çıkan Anglosakson neoliberal anlayış iktisat politikalarının “piyasa yapıcı, piyasayı düzenleyici” yönünü küçümseyici, dışlayıcı bir tavrı yerleştirme gayreti göstermiştir. Ve üzücüdür ki belirli ölçülerde başarılı da olmuştur. Bu nedenle enflasyonla mücadele adına salt para ve maliye politikasına dayalı bir düzenleyici, dengeleyici politika seti oluşturulursa iktisat politikasının bir ayağı eksik bırakılmış olur. Kimi kifayetsiz muhteris ekonomistler neoliberal zehirlemeyle direkt kontrol politikalarının sadece komünist ülkelerde uygulandığını iddia ederek 90’lardan bu yana Türkiye’nin elini-kolunu pek çok kez bağladılar. Oysa direkt kontrol politikaları –başta dış ticaret olmak üzere– hala dünya ekonomisinde popüler bir başlıktır; ABD’nin Çin ve AB ürünlerine ekstra gümrük vergisi koyması gibi.
Fiyat istikrarına yönelik direkt kontrol politikalarında ise –kapitalist ülkelerde dahi– 60 ve 70’lerde “narh fiyatı” denenmiş, hükümetler pek çok malın fiyatını belirlemeye kalkmış ve karaborsaya sebep olmuştur. Oysa günümüzde hükümetler fiyat regülasyonunu –bilhassa tarım ve gıda ürünlerinde– üreticiden doğrudan tüketiciye ulaşacak mekanizmaları oluşturarak başarmaktadır. Bu nedenle Türkiye genelinde tanzim satış ağı kurulması önemli ve gerekli bir adımdır. Sadece para ve maliye politikası değil direkt kontrol politikası da günümüzde piyasa ekonomisine dayalı sistemin bir parçasıdır.
Gıdada Çok Yönlü Tedbirler
Fiyat istikrarına yönelik makroekonomik politikalar iki boyutludur; arz yanlısı tedbirleri içeren politikalar ve talep yanlısı tedbirleri içeren politikalar. Ziraat Bankası’nın yeni sera kredisi ve böyle bir kredi paketiyle Türkiye’de seracılığa yeni bir model kazandırılması “arz yanlısı” yaklaşıma örnektir. İstanbul ve Ankara’dan başlayarak yerel yönetimlerin koordinasyonunda oluşturulan tanzim satış zincirleri ise “talep yanlısı” bir çözümdür. Çözümlerin kimi kısa kimi orta kimi de uzun vadeli oluşturulabilir.
Kısa vadeli çözümler ağırlıklı olarak perakende yani tüketicinin muhatap olduğu tarım ve gıda ürünlerinin fiyatlarındaki anormalliklere odaklı çözümlerdir. Üretimden tüketime değer zincirinde yer alan kimi oligopolistik yani rekabet dışı yapıların sebep olduğu fiyat katlamalarının önüne geçerek piyasaya verdikleri tahribatı elimine edecek tedbirlerdir. Tanzim satış noktaları, mağazaları ve mobil satış imkanları tam da buna yöneliktir. Nitekim Hazine ve Maliye, Ticaret ve Tarım bakanlıklarının her birinin devrede olduğu topyekun mücadeleye yönelik tedbirler açıklandıktan sonra geçen beş günde bile fiyatlarda nasıl düşüş yaşandığına birlikte şahit olduk.
Arz yanlısı tedbirler açısından orta ve uzun vadeli hedefler arasında seracılığın önemine binaen, sera kapasitesini misliyle artıracak altyapı yatırımlarıyla –Nisan ve Mayıs’tan sonra fiziki inşaatlara da başlayarak– önümüzdeki kış bir daha seracılık üzerinden fiyatlarla oynanmasına hiçbir şekilde izin verilmeyecek bir altyapının oluşturulmasıdır. Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği’nin de iki buçuk aylık bir ürün arzı planlaması yaparak yaz ayı başına kadar önemli bir arz yanlısı tedbir alması unutulmamalıdır. Ekonominin temel, oturmuş kurallarını dikkate alarak ekonomi yönetimi süreci tam kuralına göre yönetilmektedir.
Tedbirlerin Pozitif Etkisi
Direkt kontrol politikalarının etkilerinin her ay daha da perçinlenerek güçlendiği gözlemlenecektir. Ekonomi alanındaki tedbirlerin piyasalardaki kalıcı etkisi üç, altı ve dokuz aylık periyotlar halinde yürümektedir. Bu vesileyle tanzim satış noktalarının tarım ve gıda fiyatları üzerindeki regüle edici, piyasayı rahatlatıcı birincil düzeydeki etkileri ilk üç ayda, ikincil düzeyde daha kalıcı ölçüdeki etkileri de üç ila dokuz ay arasında görülecektir. Bu nedenle fiyat istikrarına yönelik Mart Şubat’tan, Nisan Mart’tan, Mayıs Nisan’dan, Haziran da Mayıs’tan daha güçlü ve olumlu sinyaller verecektir. Fiyat istikrarında ortaya çıkacak olumlu tablo ekonomi çevrelerinin enflasyon beklentilerinin de iyileşmesini sağlayarak aynı zamanda ekonominin genel faiz hadleri seviyesine de olumlu yönde yansıyacaktır.
Bu noktada reel sektörün makul düzeyde maliyetle finansman kaynağına ulaşmasını sağlamaya yönelik her türlü tedbir de ekonominin büyüme ve istihdam koşullarının sürdürülebilirliği açısından ayrı bir öneme sahiptir. Kamu bankalarının varlığı burada kritik bir önem arz etmektedir. Türkiye neoliberal rüzgarların etkisine kapılarak 2008 ve öncesinde kamu bankalarının özelleştirilmesinde aceleci davranmış olsaydı bugün para ve maliye politikalarının yanı sıra finans sisteminde reel sektör lehine regüle edici bir ortamı oluşturmak adına ekonomi yönetiminin elindeki en önemli hareket kabiliyetlerinden birisini de kaybetmiş olacaktı.
Nitekim 2008 Küresel Finans Krizi’nin etkilerinden de, Ağustos 2018’de ABD’nin Türkiye’ye doğrudan ekonomik saldırısından da ekonomiyi minimum zararla çıkarabildiysek bunun önemli gerekçelerinden birisi kamu bankalarının varlığıdır. Bu nedenle fiyat istikrarı ve finansal istikrara yönelik direkt kontrol politikaları birlikte etkili kullanılarak her ay, bir önceki aya göre yıllandırılmış enflasyon değerlerinde, faiz hadlerinde ekonomiyi ve piyasaları daha da rahatlatacak bir tablo net olarak görülecektir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası da para politikasını kademeli olarak, acele etmeden normalize ederek bu sürece katkı sağlayacaktır. Nitekim mevduatlara uygulanan zorunlu karşılıkları 0,50 ile 1 puan düşürmüş olması tarif ettiğimiz sürece yönelik önemli bir örnektir.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ekonomi yönetimine getirdiği yeni hareket kabiliyeti, iktisat biliminin oturmuş kuralları doğrultusunda alınan ve alınacak her türlü seri tedbir ve adımın Türkiye ekonomisindeki etkilerinin hızlı ve etkili görülmesini sağlayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği ve yakın takibinde, Bakan Berat Albayrak’ın koordinasyonunda ilerleyen bu süreç –küresel ve bölgesel güçler Türkiye’yi bu defa ekonomi alanından sıkıştırmaya çalışsalar bile– küresel ölçekte örnek bir başarı hikayesi olarak kayda geçecektir. Bilhassa bu başarının IMF’siz yakalanmış olması Türkiye’yi her anlamda örnek alan pek çok gelişmekte olan ekonomiye bir kez daha ilham kaynağı olacaktır.