Sahel coğrafyasındaki ülkeler, bağımsızlıklarını Fransa ve İngiltere’den almış olsalar da günümüzde yeni sömürgecilik olarak ifade edilebilecek yöntemlerle, yine bu ülkelerin siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alanlardaki etkisi devam etmektedir. Ancak bilhassa son yıllarda Batılı ülkelerin oluşturduğu boşluklardan faydalanan ve yükselen güçler olarak da ifade edilen Rusya’nın askeri, Çin’in ekonomik ve Türkiye’nin de kalkınma odaklı politikalarıyla geleneksel (Batılı) aktörlere meydan okuduğu görülüyor. Bu bağlamda uluslararası sistemde yaşanan kırılmaların yansımalarından birinin de Sahel özelindeki güvenlik sorunları bağlamında ortaya çıktığını görüyoruz. Senegal’den Eritre’ye dokuz ülkeyi içine alan Sahel bölgesindeki çatışmalar yoğunlukla Mali, Burkina Faso ve Nijer’de yaşanıyor. Barışı koruma ve sürdürme operasyonları da dahil olmak üzere küresel güç mücadelesi ise Fransa başta olmak üzere ABD, Rusya, Çin, Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerinin söz konusu ülkelerde uyguladığı politikalarla şekilleniyor.
Batı’nın bölgeye nüfuzunu kolaylaştıran terör hareketleri, Fransa öncülüğünde yürütülen barışı koruma ve sürdürme operasyonlarının yanı sıra, son aylarda Rus özel askeri şirketi Wagner’in Mali’deki girişimleri, Çin’in bölge devletlerinin askeri bürokrasi kadrolarında etkili olmaya çalışması, Cezayir ve Mali’nin Fransa ile kayda değer diplomatik krizler yaşamaları gibi gelişmeler, Sahel özelinde küresel güç mücadelesinin yaşandığına işaret ediyor. Bu noktadan hareketle bu çalışmanın temel sorusu; Çin, Rusya ve Türkiye gibi Batılı olmayan aktörlerin yükselişinin, Batılı devletlerin Sahel’deki mevcut siyasi, ekonomik ve kültürel çıkarlarını ne yönde etkileyeceğidir. Bu çerçevede çalışmada, Sahel’de terörün kökenleri ve bilhassa Fransa öncülüğünde devam eden Batılı aktörlerin barışı koruma operasyonlarına karşı Çin ve Rusya gibi doğulu aktörlerin meydan okuması incelenecektir. Dolayısıyla Sahel bölgesinde (Mali, Burkina Faso ve Nijer özelinde) yaşanan istikrarsızlıkların temel nedenleri ve günümüzde Fransa’nın çekilme kararının arka planında hangi düşüncenin yattığı sorularının cevabı, çalışmanın odağını oluşturmaktadır.
İstikrarsızlık ve Terörün Gelişimi
Sahel coğrafyasındaki devletler ve burada yaşayan insanlar için 2000’lerin başına kadar en büyük meydan okuyucu faktörler; sömürgecilik mirası olan siyasi (darbeler) ve ekonomik krizler ile yırtıcı hayvanlar, kuraklık ve kıtlıkken, bugün bilhassa Mali, Burkina Faso ve Nijer’de yayılan terör hareketleri ve bunlara karşı Fransa öncülüğünde yapılan barışı koruma ve sürdürme operasyonları, bu coğrafyayı küresel terör gündeminin en önemli bölgelerinden biri haline getiriyor. Burada terör olgusunun ortaya çıkmasındaki temel olayların ise Kuzey Afrika’daki etkileşimlerden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim 1990’larda Cezayir’de yaşanan iç savaş sürecinde ortaya çıkan ve Sahel’de eylemlerine devam eden Mağrip el-Kaidesi (AQIM); 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin “teröre karşı savaş” konsepti kapsamında Mağrip ve Sahel’deki operasyonları, 2011’de NATO’nun Libya operasyonunu takip eden süreçte bir grup Tevarik’in Mali’nin kuzeyine gelerek burada kurdukları Azavad Kurtuluş Hareketi Örgütüyle Mali devletine isyan etmesi bu iddianın en temel üç örneği olarak belirtilebilir.
ABD, 11 Eylül saldırıları sonrası güvenlik gündemini değiştirmiş ve 2000’lerin başında Sahel’de yaşanan insan kaçırma olayları kapsamında “Pan Sahel İnisiyatifi” (PSI) adı altında Moritanya, Mali, Nijer ve Çad’ın Sahel eyaletlerine yaklaşık bin askerden oluşan kuvvetini konuşlandırmıştı. 2007’de ABD, Afrika Askeri Komutanlığı’nı (AFRICOM) kurana kadar Iyad ag Ghali liderliğindeki Tevarik isyancı grubu Sahel’deki eylemlerinin sayısını giderek artırdı. AFRICOM, PSI’yı da içine alacak şekilde ABD’nin tüm Afrika kriz bölgelerindeki askeri operasyonlarını koordine ettiği tek bir merkez olmuştur.
Takip eden süreçte Fransız askerleri, Mali’nin kuzeyine yayılan aşırılıkçı gruplarla mücadele kapsamında 2012’de bölgeye yerleşti. Bu kapsamda Fransa, Mali devletinin davetiyle 2013’te Serval Operasyonu’nu, 2014’te Barkhan Operasyonu’nu, takip eden süreçte ise Avrupa Birliği (Takuba), Birleşmiş Milletler (MINUSMA) ve Afrika Birliği (G5 Sahel) barışı koruma ve sürdürme operasyonlarıyla, bölgesel güvenlik açıklarını kapatmayı amaçladılar. Bölgede bilhassa 2001’den itibaren artan ABD’nin askeri ağırlığı ise Fransa’nın söz konusu tarihte öne çıkmasıyla birlikte ilgili operasyonlar için istihbarat desteğine dönüştü. Buradan hareketle Mali’nin kuzeyinden Sahel’in batısındaki ülkelere (özellikle Mali, Nijer ve Burkina Faso) yayılan bu etkileşimlerin gelişiminin temel olarak Cezayir iç savaşına ve Libya krizinin de tetiklemesiyle bu bölgelerde yaşayan Tevarik halkının taleplerine dayandığı söylenebilir.
Sahel’deki terör hareketlerinin temel amacı, bölge ülkelerinde dini usullere göre yönetimlerin kurulmasıdır; ancak el-Kaide ve DEAŞ’a bağlı iki farklı yapı altında örgütlenen bu hareketlerin bilhassa batı merkezli yayın kuruluşları tarafından yapılan haberlerde insan öldürme, kaçırma ve uyuşturucu ticaretine kadar pek çok suça bulaştığı öne sürülüyor. Dolayısıyla söz konusu hareketlerin, İslami emir ve hakikatlerin dışında hareket etmesinden ve eylemlerde kullandıkları ağır silah ve teçhizatları nereden, nasıl temin ettiği bilinmediğinden, bölgede artan terörün, yabancı bağlantılı olduğunu akıllara getiriyor.
Küresel Güç Mücadelesi: Fransa Neden Çekiliyor?
Mali’de 2012’de gerçekleşen darbeyi takip eden süreçte ortaya çıkan çatışmalar, mevcut krizi tırmandırmasının yanı sıra bilhassa Burkina Faso ve Nijer sınırlarına da sıçradı. Bu minvalde Sahel’de, Fransa başta olmak üzere ABD ve diğer Avrupa ülkeleri gibi batılı ülkeler; Çin, Rusya ve Türkiye gibi de Batılı olmayan ülkeler ve Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği gibi küresel ve bölgesel aktörlerin desteğiyle barışı koruma ve sürdürme operasyonları yürütüyor. Bu aktörlerin bölgede etkin bir varlık göstermesinin görünen yüzü terör hareketlerini sonlandırarak bölgede sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlamak olsa da bir çoğu için arka planda Sahel bölgesi ülkelerinin altın, uranyum, petrol, boksit, bakır ve demir gibi doğal kaynaklara sahip olması bulunuyor. Örneğin; elektrik ihtiyacının büyük bölümünü nükleer enerjiden sağlayan Fransa için Areva şirketiyle Nijer’den ihraç ettiği uranyum kayda değer önemdedir.
Uluslararası siyasette son yıllarda küresel güçlerin Afrika ülkelerine ilgisi artıyor. Nitekim bu durum, bağımsızlıklarını Fransa’dan alan ve hala bilhassa ekonomik sistemleri onun kontrolünde olan Sahel ülkeleri özelinde değerlendirildiğinde, başta Çin, Rusya ve Türkiye olmak üzere uluslararası sistemde yükselen güçlerin buradaki etkinliğinin artması, Fransa’yı rahatsız ediyor. Doğulu aktörlerin yükselişinin ve Sahel’de etkinlik kurmasının yanı sıra Fransa’yı rahatsız eden ikinci bir konu da Batılı müttefiklerine nazaran buradaki terörle mücadele noktasında yükü büyük oranda kendisinin yüklenmesi. Bu minvalde Fransa, Sahel’de sürdürdüğü Barkhane operasyonu kapsamındaki askeri üslerinin bir kısmını kapatıp, bölgede bulunan 4 bin 100 askerini 3 bine düşürürken, diğer taraftan da Takuba ordusunun (Takuba ordusunda 300 Fransız, 300 de diğer Avrupa ülkelerinden asker bulunmaktadır) güçlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Ayrıca Fransa, ABD’nin de Nijer Agadez’deki Drone üssünden bölgedeki barışı koruma ve sürdürme operasyonlarına sağladığı istihbarat desteğinden daha fazla katkı yapması gerektiğini savunuyor. Dolayısıyla Rusya’nın, özel askeri şirketi Wagner özelinde Mali devletiyle görüşme yaptığı mevcut denklemde, Fransa’nın askeri gücünü azaltma olgusunun arka planında, Sahel’deki yükün Batılı dostları arasında paylaşılması gerektiği mesajı yatıyor.
Sonuç olarak, Fransa’nın Sahel’deki Barkhane operasyonu bağlamında askeri varlığını azaltmaya hazırlandığı, Rusya’nın askeri eğitim ve Wagner paralı askerleriyle Mali özelinde bölgeye yerleşmeyi arzuladığı, Çin’in Sahel ülkelerindeki üst düzey komutanlarla yakın ilişki kurmasının yanı sıra barışı koruma ve sürdürme operasyonlarına katılarak ekonomik gücünü askeri güçle de desteklediği, Cezayir ve Mali’nin Fransa özelinde Batılı aktörlere tavır alarak uluslararası sistemde yükselen güçler olan Çin, Rusya ve Türkiye ile siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda yakınlaştığı görülüyor. Buradan hareketle, uluslararası siyasette son yıllarda doğulu ve batılı aktörler arasında görülen kırılmaların en önemli boyutlarından biri de Sahel’de yaşanıyor.