Karadeniz tarih boyunca dünya siyasetinin önemli merkezlerinden biri olmuştur. Eski dünya ticaretinin vazgeçilmez rotalarından olan Karadeniz, Asya’dan Avrupa’ya kuzeydeki ticaret yollarının bağlantı noktası olarak büyük devletlerin sürekli hedefindeydi. Roma hakimiyetinin ardından Bizans’ın zayıflığına bağlı olarak Batılı tüccarlar açısından karlı ticaret imkanları sunan Karadeniz’in zengin limanları uzun süre Ceneviz kolonisi olarak kaldı. Bu dönemde limanların geri kalan dünya ile bağlantısını sağlayan Boğazlar ve İstanbul Limanı da büyük oranda Cenevizlilerin elindeydi. Bizans döneminin parçalı siyasi yapısı Türklerin bölgeye gelmesiyle birlikte değişmeye yüz tuttu. Zaman içerisinde Anadolu’da siyasi birliği sağlayan Selçuklular ve ardından Osmanlı İmparatorluğu döneminde Karadeniz istikrarlı bir ticari rota olma özelliğini devam ettirdi.
Fatih Dönemi Dönüm Noktası
Karadeniz’deki Türk hakimiyeti açısından Fatih Sultan Mehmet dönemi bir dönüm noktasıdır. Trabzon dahil olmak üzere Karadeniz’in Anadolu kıyılarının fethi ile başlayan süreç karşı kıyıdaki Kırım ile devam etti ve Fatih döneminde Karadeniz bir Türk gölü haline geldi. Böylece İstanbul’un güvenliği sağlandı ve aynı zamanda bölge ticaretinin tamamı Osmanlı kontrolüne girdi. Bu durum ticareti istediği şartlarda yönetme fırsatı elde eden Osmanlı İmparatorluğu karşısında başta İtalyan şehir devletleri olmak üzere diğer Batılı devletleri alternatif ticari rota arayışlarına yöneltti. İstanbul’un fethi sonrasında İtalyan denizcilerin yeni koloniler elde etme amacıyla coğrafi keşiflere yönelmesi bu döneme denk gelir. Bu aynı zamanda Batı’da Osmanlı İmparatorluğuna karşı farklı siyasi ittifakları da beraberinde getirdi. 15. yüzyıldan itibaren bir yandan Atlantik rotasını değerlendiren Batılı deniz güçleri diğer yandan Karadeniz ve Akdeniz’deki ticari konumlarını yeniden elde edebilmek için Osmanlı karşıtı ittifakların içerisinde yer aldılar. 1699’da imzalanan Karlofça Anlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu, Katolik ittifakı karşısında güç kaybederken, bu dönemden itibaren başta Avusturya ve Prusya olmak üzere Avrupa güçleri hala kapalı bir deniz olma özelliğini koruyan Karadeniz ticaretinde yer almak için İstanbul üzerindeki baskıyı artırmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süre Kırım (Ukrayna), Besarabya (Moldova), Eflak, Boğdan (Romanya) gibi Karadeniz’i çevreleyen bölgelerin tamamını kontrol etmesi ve bu hattın Kafkaslara kadar uzanması civarda yaşayan Rusların büyük bir devlet kurmasını da engelledi. Moskova Knezliği’nin büyümesi ancak büyük denizlere açılmakla mümkün olabilirdi ve bu dönemde güçlü Osmanlı İmparatorluğu’na rağmen Rusların Karadeniz’e çıkma imkanı yoktu. Uluslararası sistemin ve yerel dinamiklerin etkisiyle 1774’e kadar Karadeniz siyasetinin tartışılmaz lideri konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu, bu tarihten sonra Rusya ile Karadeniz üzerine mücadeleye girişti. 1700’deki İstanbul Anlaşması ile Azak Kalesini elde eden Rusya, sonraki yüzyılda Kırım dahil olmak üzere Karadeniz’in kuzey kıyılarının tamamını ele geçirdi. Petro döneminden itibaren bölgenin kuzeyine hakim olan Rusya ile güneydeki Osmanlı arasındaki güç mücadelesi büyük oranda Karadeniz hakimiyeti üzerinden yaşandı. 1783’te Kırım’ı ilhak ederek Karadeniz’deki konumunu güçlendiren Rusya böylece bir deniz gücü olma fırsatı elde etti. Sonraki dönemde Rus Çarlarının gündeminden Boğazlar ve Karadeniz konusu hiçbir zaman düşmedi.
Petro Sonrası Rusların Tek Hedefi
Karadeniz’de hakimiyet alanlarını genişleten Rusya’nın sonraki süreçte Akdeniz’e inme siyaseti Boğazlar meselesi olarak bilinen uluslararası sorunun da aynı zamanda ortaya çıkmasına neden oldu. Büyük oranda Osmanlı etki alanına doğru genişleyen Rusya karşısında sürekli üstünlük temeline dayanan geleneksel dış politika anlayışını değiştirmek zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu, Rusya tarafından gelecek tehdidi önlemek açısından Batı’da ittifak arayışlarını hızlandırdı. Yüzyılın başında yaşanan büyük siyasi ve askeri krizler karşısında Osmanlıların çözüm çabaları ve neticede ortaya çıkan ittifaklar, Avrupalı devletlerin Karadeniz ticaretine katılımıyla sonuçlandı. 1829’da Rusya ile yaşanan savaş sonrasında imzalanan Edirne Anlaşması ile Karadeniz ticaretindeki Osmanlı kontrolü tamamen kayboldu. Kuzeyden gelecek bir Rus saldırısı ihtimali karşısında Karadeniz’i sürekli güvenli tutmaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu bu savunma stratejisini Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar askeri ve diplomatik kanallar aracılığıyla etkili şekilde devam ettirdi.
1830’ların sonundan itibaren Karadeniz çevresindeki Rus eylemleri karşısında İngiltere ile ittifak arayışına yönelen Osmanlı İmparatorluğu bu yolla Rus tehdidini önledi ancak bir süre sonra İngiltere’nin her türlü müdahalesine açık hale geldi. Bu dönemde denizlerde “serbest ticareti” savunan İngiltere, Rusya karşısında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü destekleyerek Karadeniz’in tamamen Rusya’nın kontrolüne girmesini engelledi. 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması ve 1841 Boğazlar Sözleşmesi İngiltere’nin bu doğrultuda attığı adımlardı. Böylece Osmanlılar adına İstanbul’un güvenliği sağlandı fakat aynı zamanda Karadeniz dahil olmak üzere bölgedeki İngiltere merkezli ticari tekelin devamı da sağlanmış oldu. Batı’dan Osmanlılara gelen her destek daha fazla taviz, imtiyaz ve kapitülasyon taleplerini beraberinde getirdi.
Kazanılan Savaşa Rağmen Haklarını Alamayan Osmanlı
19. yüzyılın ortasında Osmanlı toprağı olan Eflak ve Boğdan üzerinden Karadeniz’deki etkisini artırmaya çalışan Rusya’nın bu girişimi, Batı’da Viyana düzenine meydan okuma olarak algılanırken, bir çeşit denge politikası takip eden Osmanlı İmparatorluğu ve müttefiklerinin engellemesiyle karşılaştı. Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Anlaşmasıyla tarafsız bir statüye kavuşan Karadeniz’deki Rus hakimiyeti böylece yirmi yıl daha ertelenirken, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasını yürürlükten kaldıran bu anlaşmayla Rusya önceki dönemde Karadeniz’de elde ettiği bütün kazanımları kaybetti. Osmanlı İmparatorluğu ise savaşta galip gelmesine rağmen Paris’te iç işlerine müdahale sayılabilecek birtakım dayatmalarla karşılaştı ve ancak Islahat Fermanını ilan ederek Avrupa devletler sitemine dahil edildi.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında İstanbul’a kadar ilerleyen Rusya Karadeniz’deki üstünlüğünü kabul ettirdi ancak İstanbul konusunda Batılı devletlerin tavrı değişmedi. İngiltere bu dönemde İstanbul’a bir filo göndererek Rus ilerleyişini durdurmak istedi. Ancak en doğuda yer alan Batum’un Rusya’nın kontrolüne girmesiyle Karadeniz’in tamamında Rus hakimiyeti sağlanırken Karadeniz’den İstanbul’a yönelecek Rus saldırıları konusundaki endişeler Osmanlı dış politikasının en temel gündem maddesine dönüştü. Bu süreçte zayıflayan İngiliz desteğine karşın alternatif ittifak arayışları imparatorluğun Almanya ile yakın ilişkiler geliştirmesinde bir nedendi.
Dünya savaşının hemen öncesinde Osmanlı diplomasisinin bir numaralı gündemi Karadeniz’in güvenliğidir. Ancak Rusya karşısında toprak bütünlüğüne güvence arayışları İngiltere ve Fransa nezdinde sonuçsuz kalan Osmanlılar bu dönemde Almanya’nın yanında savaşa dahil oldu. Almanya’dan satın alınan ve Karadeniz’e çıkarılan Goeben (Yavuz) ve Breslau’nun (Midilli) askeri hedefi Karadeniz’in güvenliğini sağlamaktı. Nitekim Goeben’in atış üstünlüğü buna aracılık ettiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa dahil olması Karadeniz baskını ile gerçekleşti. Osmanlı İmparatorluğu için savaşın Karadeniz’de başlaması Babıali açısından bölgenin hayati önemini ortaya koymaktadır. Diğer yandan İtilaf Devletleri açısından da Karadeniz ve İstanbul savaş sırasında imzalanan gizli anlaşmaların doğrudan konusuydu ve Şark Meselesinin en önemli sorunsalıydı.
İngilizler Amacına Birinci Dünya Savaşı ile Ulaştı
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin savaş hedefleri gerçekleşti ve “serbest ticaret” rejimi Boğazlarda ve Karadeniz’de İngiltere lehine yeniden sağlandı. İki savaş arası dönemde Karadeniz’e kıyısı olan devletler bazı avantajlar elde etmiş olsa da yeni statüko büyük oranda İngiltere’nin beklentileri doğrultusunda inşa edildi. 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin lehine bir düzenlemeye gidilmiş ise de İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetlerin Karadeniz’deki dengeleri değiştirmeye yönelik adımları bölgede yeniden bir hareketlenmeye neden oldu. 1945 ve 1946’da Sovyetlerin Türkiye’ye verdiği notalarda toprak ve üs talebinde bulunması Karadeniz üzerinden gelecek tehdidin henüz geçmediğinin bir göstergesiydi. Rusya’nın takip ettiği bu tehditkar dış politika Türkiye’nin önceki dönemlerde olduğu gibi Batı'da ittifak arayışlarını hızlandırdı. 1947’de başlayan Amerika ile yakınlaşma çabaları ve sonrasında Türkiye’nin NATO üyeliği Rusya’dan yönelen tehdidi önleme çabası olarak görülebilir. Ancak her ne kadar 20. yüzyılın ikinci yarısında NATO güvenlik şemsiyesi Türkiye’ye belirli düzeyde bir güvence sağlamış gibi görünse de başta Amerika olmak üzere NATO müttefiklerinin Türkiye’ye yönelik eşitlikçi olmayan ikircikli tavırları en az Rusya’dan tarih boyunca yönelen tehdit kadar tehlikeli ve Türkiye açısından üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir.
Karadeniz, Türk Dış Politikasının Belirleyici Unsuru
Tarihsel tecrübe Karadeniz’in ve Rusya’nın yayılmacı nüfuz siyasetinin Türk dış politikasının istikameti açısından belirleyici bir unsur olarak öne çıktığını doğrularken, bu konuda dengelemenin dış politika karar vericileri açısından sık başvurulan bir yöntem olduğunu da göstermektedir. Fakat geçmiş aynı zamanda “dengeleme”nin bazı durumlarda diğer dengesizlikleri beraberinde getirebildiğini, dış politika karar vericilerinin tehdidi bertaraf etmek için attığı adımların başka güvenlik sorunlarına yol açabildiğini ortaya koymaktadır. 1830’lardan itibaren ülkenin İngiliz müdahalesine açık hale gelmesi, İkinci Dünya Savaşı boyunca devam ettirilen “denge siyaseti”nin Amerika ile 1947 itibarıyla bir anda dengesiz ve adeta tek taraflı bir angajmana dönüşmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Bu durum konum itibarıyla dünya siyasetinin merkezinde yer alan devletlerden biri olan Türkiye’nin diğer devletlerle ilişkilerinde ve orta ve uzun vadeli dış politika hedeflerini gerçekleştirme yolunda daha ince hesaplar yapabilme yeteneğinin gereğini fazlasıyla ortaya koymaktadır.