Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) 18 Ekim’de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turu, Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) adayı Ersin Tatar’ın oyların yüzde 51.69’unu almasıyla sonuçlandı. Koronavirüsün gölgesinde gerçekleşen zorlu ve yorucu seçim süreci sonucunda selefi Mustafa Akıncı’dan görevi devralan Tatar’la birlikte ülkede yeni bir döneme girildiği gibi yoğun da bir gündem oluştu. Zira bir taraftan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce UBP ile Halkın Partisi (HP) arasındaki koalisyon hükümetinin dağılmasıyla ülkede hükümet boşluğu oluştu ve seçimin üzerinden bir aydan fazla süre geçmesine rağmen bu boşluk doldurulamadı. Diğer taraftan UBP Genel Başkanı Ersin Tatar’ın seçilmesiyle partide bir lider krizi ortaya çıktı ve bu kriz de henüz çözülemedi. Bunlara karşın anavatana karşı muhalif söylem ve tavırlarıyla bilinen Akıncı döneminde Türkiye ile ilişkilerde yaşanan hasar, Tatar’ın göreve gelmesiyle birlikte yavaş yavaş onarılmaya başladı.
Seçim Sonrası Siyasi Türbülans
Normalde nisanda gerçekleşmesi gereken KKTC 2020 cumhurbaşkanlığı seçimleri bilindiği üzere Covid-19 salgını sebebiyle alınan mücbir tedbirlerden ötürü ekime ertelendi ve ülkede yaklaşık altı aylık bir siyasi muamma yaşandı. Ancak alınan tedbirler sayesinde 18 Ekim’de gerçekleşen ikinci turda Kıbrıs Türk halkının reyini Tatar’dan yana kullanmasıyla bu muamma sona erdi. Buna karşın UBP-HP koalisyon hükümetinin seçimden hemen önce dağılması sebebiyle seçimden sonra ülkede bu sefer de hükümet boşluğu oluştu. Zira 50 milletvekilinden müteşekkil mecliste şu anda toplam 20 vekille en büyük parti konumundaki UBP, tek başına hükümet kurmak için gerekli olan sayıya sahip değil.
Bundan dolayı yeni Cumhurbaşkanı Tatar’ın hükümeti kurma görevini verdiği ilk isim UBP Genel Başkanvekili Ersan Saner, diğer partilerle yaptığı görüşmelerden olumlu bir sonuç alamadı ve on beş gün içinde hükümeti kuramadığı için görevi iade etti. Bu noktada anayasa gereği yeni hükümet kurulana kadar eski hükümet görevine devam etse de seçime kadar başbakanlık görevini yürüten Tatar’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından kendisinden sonra görevi devredebileceği bir aday olmadığı için ülkede fiilen bir başbakan bulunmuyor. Bundan ötürü Bakanlar Kurulu uzun süredir toplanamıyor ve ülke siyasetine dair önemli kararlar alınamıyor.
Saner’den sonra hükümeti kurma görevini ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman alsa da bu yazının hazırlandığı sıralarda o da olumlu bir sonuca varabilmiş değildi. Zaten meclisteki koltuk dağılımı sebebiyle UBP’nin destek vermediği bir hükümetin uzun süreli olması pek mümkün gözükmüyor. Bu noktada gündemde yer alan en makul ve nispeten en istikrarlı olabilecek senaryo, UBP’nin yeniden HP ile koalisyon hükümeti kurmasıdır. Zira HP’nin önceki lideri Kudret Özersay’ın 2020 cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük bir hüsrana uğraması sebebiyle olası bir erken seçimde HP’nin de büyük bir yara alacağı tahmin ediliyor. Haliyle UBP ile yeniden kurulacak olası bir hükümet, HP’yi bir süre daha siyasetin merkezinde tutacağı için partiye aslında önemli bir fırsat sunmakta. Ancak yeniden böylesi bir koalisyon hükümeti kurulsa bile önceki tecrübelerden hareketle bu hükümet de yasama ve yürütme faaliyetlerinde sorunlar yaşayacağı için uzun ömürlü olmayacaktır. Bundan dolayı erken seçim talepleri şimdiden ülke gündemine girmiş durumda.
KKTC’de daha önce de farklı şekillerde ortaya çıkan hükümet boşluklarının arka planında ise ülkedeki yönetim sistemi bulunmaktadır. Zira bir taraftan 350 binden az nüfusa sahip KKTC gibi küçük bir ülkede yürütme erkinin etkili çalışabilmesi için Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında mecburen bir uyum sağlanması, diğer taraftan 50 vekilden oluşan meclis çatısı altında hükümet kurulabilmesi için en az 26 milletvekilinin destek vermesi gerekmekte. Zamanında iyi kurgulanmamış ve kendi içinde sürekli sorun üreten bu sistem sebebiyle ülkede sık sık erken seçime gidilmekte ve hükümet değişmekte. Bu da doğal olarak ülkede siyasi istikrarsızlığa ve zaman kaybına yol açmakta. Zaten KKTC gibi iki başlı yönetim sistemine sahip küçük ülkelerde bu tür istikrar sorunlarının yaşanması ne yazık ki sıklıkla karşılaşılan bir durum. İşte bu gerçekliklerden ötürü KKTC’de sistem değişikliğine dair tartışmaların önümüzdeki dönemde daha çok gündemde yer alacağı düşünülmektedir.
Öte yandan KKTC’deki hükümet boşluğuna ek olarak ülkenin en büyük partisi UBP içinde de liderlik sorununun baş gösterdiğini de gözlerden kaçırmamak gerekli. Zira UBP yönetimi, Tatar cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra olağanüstü kurultaya gitmişse de ilk turda hiçbir aday çoğunluğu sağlayamadığı için liderlik yarışı ikinci tura kaldı. Ancak ilk turda en çok oyu alan iki aday Faiz Sucuoğlu ve Hasan Taçoy’un parti içi sorunlardan ötürü yarıştan çekilmesi üzerine ikinci tur iptal edildi. Böylece UBP’de yeni lider belirleme süreci tam manasıyla bir keşmekeşe dönüştü. Parti tüzüğü uyarınca aralıkta gerçekleşmesi planlanan yeni kurultayda yarışacak adaylardan birinin ipi göğüslemesiyle birlikte UBP içindeki liderlik krizinin giderilmesi bekleniyor. Aksi taktirde ülkedeki hükümet boşluğuna ek olarak UBP içindeki lider boşluğunun da devam etmesi, KKTC siyaseti açısından yeni ve çok daha ağır sorunlara yol açacaktır.
Anavatanla Yeniden Normalleşen İlişkiler
KKTC iç siyasetinde yaşanan türbülansa karşın Ersin Tatar’ın göreve başlamasıyla birlikte birçok olumlu gelişme de peşi sıra yaşanmaya başladı. Bunlar arasında anavatan Türkiye ile ilişkilerin normalleşmeye başlaması ise özel bir önem taşıyor. Zira önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Türkiye’ye yönelik muhalif tutumu sebebiyle iki ülkenin devlet başkanları uzun bir süre bir araya gelmemişti. Normalde siyasi teamül gereği Türkiye ve KKTC arasında devlet başkanları düzeyinde yıl içerisinde sık sık birebir görüşmeler yapılırken, Akıncı’nın anormal tavrı nedeniyle bu teamül son dönemlerde icra edilemedi. Bundan ötürü cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra Tatar, bu olumsuz atmosferi tersine çevirme adına 26 Ekim’de Ankara’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşerek normalleşme sürecinin ilk adımını attı.
Tatar’ın Ankara’daki yapıcı ziyaretinden iki hafta sonraysa bu sefer Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli ile birlikte KKTC’nin 37’nci kuruluş yıldönümü etkinliklerine katılmak için 15 Kasım’da Lefkoşa’ya gitti. Bu ziyaretle birlikte Türkiye-KKTC arasında Akıncı öncesinde olduğu gibi yeniden samimi ilişkilerin tesis edildiği söylenebilir. Ancak bu ziyaretin en önemli özelliği Erdoğan’ın beraberindeki üst düzey heyetle birlikte 46 yıl aradan sonra bir kısmı yakın zamanda açılan Maraş’ı ziyaret etmesi ve burada diğer misafirlerle birlikte piknik yapmasıdır. Zira sembolik değere sahip bu ziyaretle birlikte Türk tarafı, Rum ve Yunan tarafının uluslararası platformlarda yürüttüğü siyasi baskılara boyun eğmeden daha önce planlandığı gibi Maraş’tan her yönüyle istifade edileceği mesajını verdi. Yine bu ziyaretle birlikte yıllardır sonu gelmez barış müzakereleriyle oyalanan Kıbrıs Türkü’nün bundan sonra bu oyalama girişimlerini dikkate almadan anavatanın desteğiyle kendi başının çaresine bakacağı ortaya kondu.
Bunlardan başka Erdoğan’ın ziyaretinde Covid-19 ile mücadele kapsamında Türkiye’nin desteğiyle tamamlanan Lefkoşa Acil Durum Hastanesi’nin açılışı yapılarak bu zor zamanlarda Kıbrıs Türk halkının hizmetine sunuldu. Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a deniz altından doğalgaz ve elektrik enerjisi getirme çalışmalarının da yakın zamanda tamamlanmasıyla birlikte ikili ilişkiler daha güçlü bir boyuta taşınmış olacak. Hülasa, Ersin Tatar göreve geldikten sonraki sadece iki hafta içerisinde yaşanan bu tür olumlu gelişmeler ve sembolik değerleri çok yüksek olan karşılıklı ziyaretler, anavatan ve yavru vatan arasında normalleşme sürecine girildiğini en açık şekilde ortaya koymaktadır.
“Tek Millet, Üç Devlet”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC ziyaretinde gündeme gelen bir diğer önemli konu ise KKTC’nin tanınmasına yönelik yaptığı açıklamadır. Zira Erdoğan burada yaptığı açıklamada Ersin Tatar ile birlikte yakın zamanda Bakü’yü ziyaret edebileceklerini açıklayınca “Tek Millet, Üç Devlet” sloganı altında Azerbaycan’ın KKTC’yi tanıyacağına dair olumlu bir gündem oluştu. Esasında Bakü yönetimi Türkiye ile sahip olduğu ilişkilerden ötürü daha önce KKTC’yi tanıma noktasında olumlu niyet göstermiş fakat bazı Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin Dağlık Karabağ Özerk Cumhuriyeti’ni tanıma noktasında mesaj vermesi üzerine bu niyeti akim kalmıştır. Ancak Azerbaycan’ın yakın zamanda Türkiye’nin aktif desteğiyle Karabağ’da zafere ulaşması dikkate alındığında, Bakü’nün bundan sonraki süreçte KKTC’nin tanınması noktasında çok daha rahat davranacağı söylenebilir. Bu kapsamda Kuzey Kıbrıs kamuoyunda Tatar’ın önümüzdeki süreçte Azerbaycan’a bir ziyaret gerçekleştirmesi durumunda, Bakü yönetiminin KKTC’yi resmen tanıyacağı yönünde şimdiden ciddi beklentiler oluştu. Bu noktada Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önünde hiçbir hukuki engelin olmadığını ve yakın zamanda Karabağ düğümünün çözülmesinden ötürü bundan sonra endişe duymasını gerektirecek siyasi bir durumun bulunmadığını belirtmekte fayda var.
Önümüzdeki süreçte Azerbaycan başta olmak üzere KKTC’nin Türkiye dışında yeni ülkeler tarafından tanınması halinde Rum yönetiminin uzun yıllardır Kıbrıs adasının tek temsilcisi olduğu yalanı geçerliliğini kaybedecektir. Bu da Kıbrıslı Türklerin, ilerleyen zamanlarda yeniden başlaması muhtemel barış müzakerelerinde Rum tarafına karşı elini son derece kuvvetlendirecek kritik bir gelişme olacaktır. Hatta bunun da ötesinde uluslararası alanda tanınan bir aktör haline geldikçe KKTC’nin GKRY ile barış müzakereleri yürütmesine bile ihtiyaç kalmayabilir. Zaten mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile garantör ülke Türkiye de en son Crans-Montana’da yürütülen federasyon odaklı barış görüşmelerinin bir sonuç vermemesi sebebiyle artık iki ayrı devlete dayalı görüşmelerin yapılması gerektiğini düşünmekte.