7 Ekim sabahı saat 6.30’dan itibaren Gazze’den İsrail’e yoğun bir roket saldırısı başladı. İsrail’in kurulduğu gün, Filistinliler açısından felaket olarak addedildiğinden beri İsrail vatandaşları, egemen bir devlet kurması sürekli engellenen Filistinlilerle çatışma halinde olmayı artık kanıksamışlardı. Ne var ki 7 Ekim’in diğerlerinden farklı olacağından habersizdiler.
O sabah bir yandan roketler İsrail içerisine yağarken, HAMAS ve İslami Cihat militanları motorlar ve pikaplar üzerinde Gazze Şeridi ile İsrail’i ayıran sınırdaki geçiş noktalarından biri olan Erez’den silahlı bir şekilde geçtiler. Sınırın yakınlarındaki Nahal Oz ve Re’im askeri üslerine sonra Gazze Şeridi’ne yakın kasabalara baskınlar düzenlediler. Önce organize bir şekilde başlayıp sonra spontane bir hale evrildiği düşünülen bu baskında ve sonrasında çıkan çatışmalarda bin 200 İsrailli hayatını kaybetti, 3 bin 300’ü yaralandı ve aralarında askerlerin de olduğu 239 kişi, HAMAS ve İslami Cihat militanları tarafından rehine olarak Gazze’ye götürüldü.
Saatler ilerledikçe ortaya çıkan tablo, sadece İsrailli vatandaşlarda değil hükümet yetkililerinde de şok etkisi doğurdu. Yahudiler için dini bir dinlenme günü olan Şabat’a, ayrıca dini bir bayram tatili olan Simha Tora’ya denk gelmesinden dolayı halk nezdinde zaten beklenmedik olan bu saldırıların şoku katlandı. İsrail ordusunun şaşkınlığını üzerinden atıp harekete geçmesine kadar ki sürede, baskına uğramış kasabalarda sığınaklarda saklanan aileler yardım için güvenlik güçlerine çağrı yaparken, hatları kilitledi; müdahale gelene kadar yaşananlara tüm dünya, sosyal medya aracılığıyla şahit oldu.
Bu zor saatlerde, hükümet yetkililerin toparlanıp bir açıklama yapana kadar geçen süredeki sessizlikleri, İsraillilere yıllar gibi geldi. Neden sonra önce 37. hükümetin Savunma Bakanı Yoav Gallant “Bu sabah (terör örgütü) HAMAS ölümcül bir hata yaptı ve İsrail devletine karşı savaş başlattı. İsrail Savunma Ordusu askerleri, sızmaların olduğu tüm alanlarda düşmanla savaşıyor” dedi ve İsrail’in bu savaşı kazanacağını duyurdu. Ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kameralar karşısına çıktı ve vatandaşlara seslendi “Bu bir operasyon veya karşılıklı saldırı değil, savaş. HAMAS sabah saatlerinden itibaren İsrail vatandaşlarına karşı kanlı bir sürpriz saldırı başlattı. Sabah saatlerinden itibaren bunun içindeyiz” diyerek orduya “düşmana eşi görülmemiş bir güçle savaşma” talimatı verdiğini kaydetti. Takip eden açıklamalarında Netanyahu, Gazze’de taş üstünde taş bırakmayacaklarını, intikam alacaklarını defaten yineledi.
HAMAS’ın Aksa Tufanı Operasyonuna misilleme olarak İsrail, amacı HAMAS’ın askeri kapasitesini yok etmek ve onu tasfiye etmek şeklinde açıklanan Demir Kılıçlar Operasyonunu başlattı ve 21. yüzyılda benzeri görülmemiş hava saldırılarıyla Gazze Şeridi’nin kuzeyini yerle bir etti. Ayrım gözetmeksizin sürdürdüğü ve orantısız güç kullandığı bombardımanlarda bugüne kadar ölen Filistinli sayısı 14 bin 532 olarak açıklandı.
Şüphesiz İsrailli yetkililer vatandaşlarını korumak adına harekete geçmeden duramazlardı; nitekim saldırıların akabinde İsrail, uluslararası camiadan da meşru müdafaa hakkının olduğu gerekçesiyle destek aldı. Gelgelelim İsrail’in savunma yapan bir devlet gibi hedefli bir misilleme veya karşı terör operasyonu yürütmek yerine sivilleri hedef alması, savaş hukukuna göre vurulması yasak olan cami, kilise, okul ve Birleşmiş Milletler binalarını bombalaması, uluslararası hukuka aykırı bulundu ve İsrail ordusu Gazze Şeridi’nde insani felakete sebep olmakla kınanmaya başladı. Bu noktadan sonra İsrail operasyonlarının meşruluğu sadece uluslararası kamuoyu nezdinde değil, İsrail kamuoyu nezdinde de sorgulanır oldu.
Netanyahu Sorgulamaları
Hatta HAMAS’ın saldırılarından iki gün sonra, şoku bir nebze üzerinden attığı gözlenen sol/liberal eğilimli Haaretz gazetesi, doğru soruları sormaya başladı. Gazetenin 9 Ekim’deki manşetinde “saldırıların sorumlusu kim” sorusuna cevap aranıyordu. Haaretz yaşanan tüm bu dehşetin başlıca sorumlusu olarak Başbakan Netanyahu’yu işaret etti. Filistinlilere yönelik yıllardır sürdürdüğü politikalarından ya da politikasızlığından dolayı, olayların bu noktaya taşınmasına sebep olan kişi oydu.
Netanyahu, zaten İsrail’in siyasi tarihinde daha önce örneği olmayan, ödünsüz ve faşist olarak addedilebilecek ultra-milliyetçi dindar bir koalisyon kurarak ülkenin başbakanı olduğu son seçimlerden beri, İsrail’de kitlesel gösterilerin odağındaydı. Gazze Şeridi’nden saldırılar yapıldığında ülkede dört ayı aşkın süredir devam eden, siyasi istikrarsızlığı ve toplumsal huzursuzluğu besleyen gösteriler vardı. Her hafta sonu yüzbinlerce kişinin Tel Aviv’de toplanarak gerçekleştirdiği protesto gösterilerinin konusu yargı revizyonu idi, ancak çoğu İsrailli bu revizyonu önce Netanyahu olmak üzere aşırı sağ kanattan bazı figürlerin karşı karşıya oldukları yolsuzluk duruşmalarından kendilerini kurtarma çabası olarak görüyordu. Bu da aslında İsrail toplumunda var olan çok daha derin bir toplumsal kırılmanın yansımasıydı: Ülkede çoğunluk olan seküler kesim ile azınlık olmakla beraber artık iktidarda kilit mevkilerde yer alan ülkenin “özgür, çağdaş ve demokratik yapısının” altını oyacağından korkulan ultra milliyetçi dindar azınlık.
Son tahlilde, İsrail toplumu içeride bu siyasi-toplumsal krizle ilgilenirken gelen saldırılar, bazı kesimlerin Netanyahu’nun bu gösteriler karşısındaki inadından doğan istikrarsızlığın, ülkeyi dışarıdan gelecek tehlikelere açık bıraktığı doğrultusundaki iddialarının gerçekleşmesi olarak görüldü. Günler geçer ve Haaretz’in sorduğu soru karşısında Netanyahu sessizliğini korurken, aynı kesimler onun talimatı ile Gazze’de süren ve meşruluğu giderek azalan savaşın İsrail’in güvenliği için değil, kendi siyasi kariyeri için yapıldığını dile getirir oldu. Bu kesimlere göre, Netanyahu’nun Batı Şeria’yı ilhak etme politikası, iki devletli çözümü imkansız kılmak içindi; zamanında Netanyahu bizzat HAMAS’ı güçlendirmiş, böylece hem Filistin otoritesini hem de barış ihtimalini zayıflatmıştı. Bu yüzden Netanyahu, tüm bu olanların sorumluluğunu üstlenmeli ve istifa etmeliydi.
7 Ekim saldırıları, Yahudi kolektif hafızasındaki Holokost dehşetini de tetikledi ve birçok İsrailli bu saldırıları, Yahudilerin tarihleri boyunca maruz kaldıkları pogromların sonuncusu olarak algıladı. Bu açıdan bu saldırılar, yukarıda sözü edilen hususlardan ötürü iyice kutuplaşmış toplumu kenetleyecek bir umut ışığı olarak görüldü. HAMAS’a karşı savaşı kazanmak adına farklılıklar bir kenara konularak, birlikte hareket etme ve karar alma refleksi, siyasiler arasında ortaya çıksa da İsrail kamuoyu aynı düşünce ve pratikte birleşmedi. Halihazırdaki toplumsal bölünmeler, Gazze’ye yönelik saldırılar karşısında da pekişti. Ordunun tüm yaptıklarını istisnasız destekleyen ve haklı bulan kesimler yine ultra milliyetçi-dindar gruplar olurken, bu saldırıların savaş suçu olduğunu dile getirip, acil ateşkes çağrısı yapan gruplar ise sol/liberal seküler kesimdi. Bu gruplar, diğerleri tarafından vatan haini olarak suçlanmaya başlandılar ve ateşkes ile rehinelerin geri getirilmesi için saldırılar sürerken yapılan gösterilere, İsrailli kolluk güçleri tarafından müdahale edildi.
Saldırılar başladığından beri rehinelerin dönüşü için ateşkese yanaşmamakla suçlanan Başbakan Netanyahu, sonunda İsrail hapishanelerindeki bazı çocuk ve kadın Filistinlilerin takası karşılığında, İsrailli sivil rehinelerin dönüşünü sağlayan bir anlaşma yapmış olsa da Kudüs’teki konutunun önünde akşamları toplanan kitleler, istifası için çağrı yapmaya devam ediyor. Netanyahu, artık tüm ülkeyi arkasında toplayacak bir lider olarak görülmüyor. Öyle ki, Gazze operasyonlarının durduğu dakikadan itibaren yargı reformu karşıtı protestolarda görülenden çok daha kalabalık ve daha öfkeli İsraillileri sokaklarda görmek olası. Nitekim söz konusu kamuoyu, bu dehşetengiz saldırıların asıl sebebinin sürdürülen işgal, Filistinlilerle olan sorunu çözme yönündeki isteksizlik ve eylemsizlik olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de Netanyahu’ya yönelik kızgınlık eskisinden de daha yoğun; rehine ailelerinin görmezden gelinmesi, başbakanın halen sorumluluk üstlenmemiş olması hatta sorumluluğu orduya ve İsrail Genel Güvenlik Servisi Şin-Bet’e yükleyen bir açıklama yapmış olması, öfkeyi besleyen hususlar arasında. Hatta geçtiğimiz günlerde rehine aileleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a onların geri getirilmesi için girişimde bulunması isteğiyle bir mektup yazdılar. Yine rehine aileleri platformu sözcülerinden Gil Dickman, Milli Güvenlik Bakanı aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in Knesset’te teröristlere yönelik idam cezası çıkarılmasına dair yasa teklifinin, bu adımın rehinelerin hayatını tehlikeye atacağı korkusuyla geri çekilmesi çağrısının karşılık bulmaması neticesinde, Ben-Gvir’e hitaben “sizin derdiniz Arapları öldürmek” diyerek söz konusu fikir ayrılığının keskinliğini de dile getirmiş oldu.
İsrail Kamuoyunun Diğer Tarafı
Öte yandan İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne yönelik kara harekatını alkışlayan, “Araplara ölüm” çağrısı yapan ve Yahudilerin Tanrı tarafından vaat edilmiş topraklara dönüşünü kutlayan aşırı sağcı ultra milliyetçi-dindar gruplardan müteşekkil bir diğer kamuoyu da mevcut. “Sivil Cephe” adlı bir tanıtım şirketinin sahibi Ofer Rosenbaum tarafından hazırlanarak dolaşıma sokulan Gazze Şeridi’ndeki savaş hakkında çocuklar tarafından söylenen şarkıda, “Bir yıl içinde herkesi yok edeceğiz ve tarlalarımızı ekmek için döneceğiz” sözleri yer aldı. Yine aynı kişi, Pazar günü Tel Aviv’deki Dizengoff Meydanı’na bir enstalasyon koydu. 7 Ekim saldırılarında ölenlerin anısına yerleştirilen bu yapının melek kanatları olarak tasarlanan kısmında, HAMAS’ın saldırılarında ölenlerin fotoğrafları yer alırken, ortası bir darağacı olarak gösteriliyor. Enstalasyonun adı ise “Ekim katliamı teröristleri darağacına”.
İsrailli Filistinliler de bu kesimlerin hedefi oldular. Özellikle Ben-Gvir, Filistinlilerin kendilerini güvensiz hissetmelerini sağlamak için elinden geleni yaptı. Sosyal medyada gündem olan kampanyalarından biri İsrailli sivillerin yerel güvenliği sağlaması için silahlandırılmasıydı. Yine onun emrindeki kolluk güçleri, İsrailli Filistinlilerin yaşadığı Umm el-Fehm ve Sahnin şehirlerindeki gösterilere izin vermediği gibi, bu kararı sorgulayan Filistinli sivil toplum liderlerini gözaltına aldı; “düşmanı destekleyen” açıklamalar yaptıkları suçlamasıyla bazılarını tutukladı.
HAMAS’ın saldırılarının ilk saatlerinde kamuoyunun karşısına çıkanlardan biri Ra’am Partisi Lideri Mansur Abbas oldu. İsrail’deki hem Yahudi hem de Filistinli topluluğa şiddetten uzak durma ve sorumlu davranma çağrıları yaparak, bir bakıma İsrail’in Filistinli vatandaşlarının HAMAS’ın eylemlerinden sorumlu tutulmaması gerektiğini gerekli mercilere iletmiş oldu. Hadaş-Ta’al listesinin lideri Eymen Odeh de “Barışın düşmanlarına karşı alınacak en büyük intikam barış için çalışmaktır; bu en doğru seçimdir” diyerek benzer itidalli ve sorumlu davranışı gösterdi. İsrail’deki Filistinli liderlerin HAMAS’ın saldırılarını kınaması ve itidalli açıklamaları, İsrail sokaklarında görülmesi kuvvetle muhtemel olan Arap karşıtı gösterilerin önünü kesmiş oldu. Aksi takdirde Mayıs 2021 olaylarının benzerini görmek olasıydı.
İsrail’deki aşırı sağcı Arap karşıtı hükümetin yapabilecekleri karşısında her ne kadar İsrail’in Filistinli vatandaşları barışçıl bir gösteride bile polisin onlara terörist muamelesi yapıp onları vurma tehlikesinden dolayı çocuklarını gösterilere göndermekten korksalar da 7 Ekim akşamından itibaren yıllardır Arap-Yahudi birlikteliğini mümkün kılacak değerleri telkin etmeye çalışan sivil toplum kuruluşları, böylesi bir şiddetin ortaya çıkmaması için birlikte stratejiler geliştirdiler ve dayanışma örneği sergilediler. Örneğin böylesi yerel gruplardan otuzu Kudüs’te bir araya gelerek yardımlaşma ve dayanışma zinciri oluşturdular.
İsrail siyasetindeki şu anki tablo dayanışma, hoşgörü ve yapıcılıktan ziyade ayrımcı, dışlayıcı ve yıkıcı olsa da bu tablonun İsrail kamuoyunun tamamını temsil etmediği gerçeğini de gizleyememektedir.