2017 yılının ikinci çeyreğine ait büyüme rakamları geçtiğimiz ayın başında açıklandı. Türkiye ekonomisi beklentilere paralel bir şekilde yüzde 5,1 oranında büyüdü. Türkiye G20 ülkeleri arasında Çin ve Hindistan’dan sonra en hızlı büyüyen üçüncü ülke olmayı bu çeyrekte de sürdürdü. Yılın ikinci yarısına ait veriler ve öncü göstergelere bakıldığında Türkiye ekonomisinin 2017 yılında yüzde 5 civarında büyüyeceği öngörülmektedir. Son yıllarda potansiyelinin altında büyüyen Türkiye ekonomisinin yeniden yüzde 5 bandında bir büyüme patikasına girmesi sevindirici bir haber.
Yatırım harcamalarının ikinci çeyrekte yakalanan büyüme performansına katkı sağlaması bir diğer sevindirici gelişme olarak not edilebilir. Ekonomistler ve siyasetçiler uzun süredir yatırımların ekonomik büyümeye beklenen katkıyı veremediğinden şikayet ediyorlardı. Bu bağlamda yatırımların artmaya başlaması büyümenin geleceği açısından önemli. Ancak sanayi sektörü yatırımları özellikle de makine ve teçhizat halen istenen düzeyde değil. Ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini sağlamak için sanayiye öncelik verilmesi gerekiyor.
Sanayi artık sadece Türkiye, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin değil gelişmiş ülkelerin de ana gündem maddelerinden birisi durumunda. 1980’lerde yükselmeye başlayan küreselleşme dalgasıyla birlikte birçok gelişmiş ülke sanayiyi ikinci plana atarak üretim tesislerini gelişmekte olan ülkelere kaydırmıştı. 2008’deki küresel kriz sonrasında bankacılık ve finans sektörlerine olan güvenin sarsılması, küresel ekonominin hızla daralması ve işsizliğin çift haneli rakamlara yükselmesi sonucunda sanayinin stratejik önemi dünya genelinde yeniden gündeme geldi. Birçok gelişmiş ülke gelişmekte olan ülkelere kaptırdıkları sanayi tesislerini geri kazanmaya yönelik girişimler başlatmış durumda. Brexit kararı ve Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesi ile birlikte yerli sanayinin ve ekonomik korumacılığın getirilerinin sıkça vurgulanmasını bu çerçevede değerlendirmek lazım. Serbest ticaret ve çok taraflı anlaşmalar gibi politikaları savunarak liberalizmin bekçiliğini yapan ABD ve Birleşik Krallık korumacı politikaları ve ikili ticari anlaşmaları ön plana çıkarmaya başladı.
Dördüncü Sanayi Devrimi
Sanayide bir taraftan korumacı önlemler artarken diğer taraftan da hızlı bir teknolojik dönüşüm yaşanıyor. Dördüncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan bu süreçte siber fiziksel sistemler, robotlar, akıllı makineler, 3D yazıcılar ve nesnelerin interneti gibi teknolojileri sanayiye daha fazla entegre ederek daha hızlı, kaliteli, hatasız ve ucuz üretimin yollarını arayan gelişmiş ülkeler sanayide Doğu’ya kaybettikleri rekabet üstünlüğünü yeniden elde etmeye çalışıyorlar. Batı ile Doğu arasındaki ekonomik gelişmişlik farkının azalması ve zenginliğin tekrardan Doğu’ya kayacağı endişesi Batılı gelişmiş ülkeleri pozisyonlarını korumaya yönelik adımlar atmaya sevk ediyor Dünya genelinde sanayi ile teknoloji iç içe geçmesi sonucu radikal bir yapısal dönüşüm yaşanırken önemli bir yükselen ekonomi olan Türkiye’nin de bu dönüşümden etkilenmemesi düşünülemez. Dolayısıyla sanayide yaşanan son gelişmelerin iyi analiz edilmesi ve buna göre politikaların şekillendirilmesi Türkiye ekonomisinin geleceği açısından kritik öneme sahiptir.
Sadık Ünay ve Şerif Dilek ile birlikte kaleme aldığımız Sanayiyi Yeniden Düşünmek isimli kitapta, küresel kriz sonrasında ekonomik korumacılık ve sınai-teknolojik modernizasyon yarışı tarafından şekillendirilen küresel dönüşümü ve dünyada sanayinin yeniden yapılandırıldığı bir ortamda Türkiye’nin ciddi bir atılım gerçekleştirebilmesi için gerekli olan koşulları ortaya koymaya çalıştık.
Türkiye önceki dönemlerde sanayileşme konusunda önemli fırsatları değerlendiremedi. Soğuk Savaş döneminin oluşturduğu küresel siyaset ikliminde geriden gelen ülkeler için sanayileşme hamlesi yapma fırsatı doğmuştu. Başta Güney Kore ve Tayvan olmak üzere Asya Kaplanları olarak anılan ülkeler bu dönemde uyguladıkları sanayi politikaları sayesinde önemli bir büyüme performansı gerçekleştirdiler. Siyasi istikrarsızlıklar, düşük bürokratik kapasite, özel sektörün vizyon eksikliği, verilen devlet teşviklerinin kesin hedefler dahilinde “destek ve disiplin” prensibine göre verilmemesi, bazı sektörlerin gereğinden fazla korunması ve planlı bir dışa açılma stratejisinin uygulanmaması Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde oluşan sanayileşme için uygun ortamı heba etmesine neden oldu. Türkiye 1960 ve 1970’lerde sanayide gerekli hamleleri gerçekleştiremediğinden dolayı Üçüncü Sanayi Devrimi’ni ıskaladı. Türkiye ekonomisi bu durumun etkilerini halen yaşamaktadır. Düşük katma değerli üretim, ara mallarda dışa bağımlılık ve kronikleşen yüksek cari açık probleminin altında Türkiye’nin kendini Üçüncü Sanayi Devrimi’ne geç adapte etmesi yatmaktadır.
Türkiye’nin Hata Yapma Lüksü Yok
Türkiye orta ve uzun vadeli ekonomik hedeflerini gerçekleştirmek istiyorsa daha önceki dönemlerde yaptığı hataları Dördüncü Sanayi Devrimi sürecinde tekrar etme lüksü yoktur. Türkiye sanayideki teknolojik dönüşümü yakalaması için yol haritasını ortaya koymalı ve vakit kaybetmeden gerekli politikaları ve yatırımları hayata geçirmelidir. Sanayideki yeni dönüşümü yakalamak 3D yazıcıları veya akıllı robotları ithal ederek üretim sistemini dönüştürmek anlamına gelmemektedir. Türkiye, Almanya’dan son teknoloji makineler veya Japonya’dan akıllı robotlar ithal ederek sanayide dönüşümü sağlayamaz. Teknoloji transferi ekonomik büyüme açısından tabii ki çok önemlidir. Ancak sanayi stratejisinin sadece teknoloji transferine dayandırılması Türkiye’nin dışa bağımlılığını artırır. Türkiye bu şekilde ne katma değeri yüksek üretime geçebilir ne de cari açığı düşürebilir. Türkiye’nin bu dönüşümü yakalaması demek; 3D yazıcıları ve akıllı robotları üretebilmesi, büyük verileri işleyerek onları kullanabilir hale getirecek algoritmaları yazabilmesi, akıllı fabrikaları kendi mühendislerinin organize etmesi veya bozulan sensörleri kendi teknisyenlerinin tamir etmesidir.
Sanayiyi geliştirmek amacıyla son on beş yıllık süreçte gerçekleştirilen AR-GE ve ihracat teşvikleri, KOBİ finansman destekleri, büyük çaplı altyapı yatırımları, yerli otomobil ve uçak projeleri ile yerli savunma sanayii hamleleri kapsamlı bir sınai-teknolojik atılımının öncü adımlardır. Ancak bu stratejik adımların daha hızlı ve sistematik biçimde atılması ve sektörel önceliklerin netleştirilmesi gerekiyor. Sanayinin gelişmesine yönelik verilen teşviklerin etkinliğinin belirlenmesi için veriler toplanmalı ve bunlar kullanılarak etki-maliyet analizi yapılmalıdır. Bu sonuçlar ışığında etkin olmayan teşvikler sonlandırılmalıdır. Sadece bünyesinde faaliyet gösteren şirketleri değil diğer sektörlerdeki şirketleri de besleyecek sektörlere daha fazla teşvik verilmelidir. Bununla birlikte teşvik verilecek sektörler tespit edilirken üretkenliği ve istihdamı artırma potansiyeli yüksek olanlar hedef alınmalıdır. Türkiye’nin gelişmiş ülke statüsüne çıkması için teknoloji-yoğun sanayi ürünlerini büyük ölçüde üretebilecek seviyeye gelmesi gerekmektedir. Bunun için de Türkiye’nin uzmanlaştığı mevcut ürünlere yakın olan ancak teknolojik olarak daha üst seviyelerdeki ürünler tespit edilmeli, bu ürünlerin yerli üretimi için gerekli AR-GE çalışmaları desteklenmelidir. Kamu kurumlarının sadece teşvik vermekle kalmayıp bunları verdikleri sektör ve şirketlere somut hedefler koymaları, hedeflerden sapma yaşandığında ise hesap sormaları gerekir.
Sanayideki dönüşümü sağlamak için seçici/sektörel sanayi politikalarının yanı sıra bu politikaların etkinliğini artıracak uygun bir ekosistem oluşturmak önemlidir. Sağlam eğitim altyapısı, birbirini besleyen sanayi-üniversite iş birliği, etkin bir bürokrasi, kapsayıcı kurumsal yapı ve düzgün işleyen finans sistemi sanayideki teknolojik dönüşümü besleyecek faktörlerdir.