Donald John Trump, 2024 ABD Başkanlık seçimlerini kazanarak dört yıl arayla ikinci kez başkan seçildi. 312 delege alarak kazanmak için gerekli sınırı (270 delege) fazlasıyla aştı, oldukça çekişmeli yedi kritik eyaletin (swing states) hepsinde kazandı ve toplam oyda rakibine 2,5 milyon fark attı. Sonuçları açısından kritik bir başarıya imza atan ABD’nin 47. Başkanı Trump, Senato ve Temsilciler Meclisi'nde de çoğunluğu elde etti. Amerikalıların üzerine titrediği “denge ve denetleme mekanizmaları”, Cumhuriyetçi Parti ve Trump lehine bozulmuş oldu. İlk başkanlık döneminde seçtirdiği üç üye sayesinde Yüksek Mahkeme’de ve Cumhuriyetçi Parti içinde kontrolü ele geçirmiş olan Trump, böylece Amerikan siyasal sisteminde herhangi bir imdat freni bırakmadı. Öte yandan seçim, Kamala Devi Harris ve Demokrat Parti için bir hezimet oldu. Harris, Temmuz sonunda -Biden’in aksi yönde çabalarına rağmen- parti içi bir darbeyle Demokrat Parti başkan adayı olmuştu. Aslında, ABD ana akım medya kanallarının hemen hepsinin açıktan desteklediği aday olan ve kısa zamanda rekor miktarda (1 milyar dolar) bir finansal desteği arkasına alan Harris’in kazanması bekleniyordu. Öte yandan, çeşitli mahkemelerde yargılanan Trump’ın nispeten düşük mali destek ve aleyhte medya kampanyaları nedeniyle başkanlık yarışını kaybedeceği tahmin ediliyordu. Peki, bu aykırı sonuç nasıl oluştu?
Trump’ın 2024 seçim zaferinin dış politikadaki muhtemel sonuçlarını başka bir yazıda anlatmıştım (Kriter, Haziran 2024). Bu yazıda ise Amerika iç siyasetinde “demokrat”, “hümanist” ve “feminist” olarak lanse edilen Harris’in bu büyük seçimi neden kaybettiğini; “diktatör”, “faşist” ve “kadın düşmanı” olarak ilan edilen Trump’ın da bu zaferi nasıl elde ettiğini kısaca irdelemek istiyorum. Bu tartışmalı konuyu ideolojik ve duygusal tepkilerden ayırarak dikkatli bir şekilde -metre ile kiloyu karıştırmadan- ele almamız şart.
Seçmen Kopuşu
İlk önemli faktör, iktidardaki Demokrat Parti’nin pandemi sonrası devlet-toplum ilişkilerini onarmada başarısız olmasıydı. Bunun ana nedeni, parti elitleri ve yönetici kliğin kendine biçtiği rol ve bir seçim stratejisi olarak kullandığı kültüralist politikalardı. Bu stratejiye göre -özetle- toplumsal olana sadece parçalı/soyut kimlik temsilleri içinden bakılabilirdi. Zaten “toplum diye bir şey yoktu” veya kalmamıştı. Bu siyaset felsefesine göre, biyolojik cinsiyet dahil var olan tüm kategoriler esasen suniydi ve istenildiğinde kolayca değiştirilebilirdi. Seçmen tercihleri de bu bahistendi ve “doğru” ideolojik yönlendirmelerle manipüle edilebilirdi. Bu bakışın doğurduğu seçim stratejisinin tabii bir sonucu, kimlikler savaşı oldu. Bu, özellikle ABD gibi bölünmüş toplumlarda kaçınılmaz bir sondu. Bu savaşta tecrübeli Trump popülizmine karşı bir türlü etkili stratejiyi bulamayan mezkûr yönetici klik, seçim süresinde sürekli mevzi kaybetti.
Kendini sunulan kimlik gruplarına ait hissetmeyen seçmenler ne düşünüyordu, ne istiyordu veya endişeleri neydi? Harris ve ekibi, bu soruları üzerine almadı. Özellikle alt orta sınıfların ve mavi yakalıların gerçek talep ve beklentileri araştırılmadı. Mesela, Harris’in başkan yardımcılığı döneminde desteklediği “polis ödeneklerini kesme” politikası sonucu, sokaklarda suç oranlarının artmasının politik sonuçları önemsenmedi. Yine Harris’in kürtaj hakları üzerinden birinci muhatap ilan ettiği ABD’li kadın seçmenlerin diğer sorunları merak edilmedi. Sandık çıkış anketlerine baktığımızda bu kayıtsızlığın pahalıya mal olduğunu görmek mümkün, zira Trump hem siyahi seçmenler ve hem de kadınlar nezdinde oylarını artırdı. Kadınlar kürtaj hakkının ellerinden çıkmasını elbette istemedi ama öyle anlaşılıyor ki, polisin olmadığı güvensiz sokaklarda yaşamak da istemediler. Yine bizzat göç konusundaki edilgen tavrı ve liberal tercihler sonucu sınır bölgelerinde oturan Latin Amerikalılar nezdinde bile Trump oylarını yükseltti. Demokratların seçmenden kopuşu genelde bu şekilde gerçekleşti.
İletişim Yollarında Hatalar
İkinci olarak, Demokrat Parti’nin seçimde kullandığı halkla ilişkiler stratejisi yanlıştı. Seçim söyleminin ana muhatabı sadece ABD’li kadın seçmenlerdi. İki diğer ana gündem maddesi olan ekonomi ve göç konusunda Harris’in mesajları oldukça muğlaktı ve açık/anlaşılır değildi. Bu yüzden, son dört ayda Harris’e akan büyük mali destek sayesinde oldukça güçlenen Demokrat Parti iletişim ordusunun elleri boş kaldı. Ayrıca, Silikon Vadisinin yıllardır büyüttüğü politik doğrucu çerçevenin dışına çıkamadı. Harris, seçim sürecinde geleneksel tüm liberal medya ve Hollywood çevrelerinden yararlandı ama ona has yeni politikaları anlatmak yerine Trump’ın tartışmalı kişiliğini, “irrasyonel” tercihlerini hedefe koydu ve itibarsızlaştırma siyaseti güttü. Ancak bu negatif imaj kampanyası işe yaramadı. Örneğin, liberal medyanın komedi programlarından biri olan SNL’e çıkması işi sulandırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Demokrat Parti stratejisinin ıskaladığı bir başka husus da “celebrity” kavramı ve içeriğinin hızla değişiyor oluşuydu. Ana akım platformlarda meşhur olan artık makbul olan değildi. Örneğin, Demokrat Parti’nin seçimlerde desteğini arkasına aldığı Taylor Swift gibi milyonlarca küresel takipçisi olan ünlü şarkıcıların faydası olmadı (Taylor Swift’in memleketinde Trump kazandı). Kirasını ödeyemeyen ve çocuğuna iyi bir eğitim veremeyen ailelerin karşısında celebritylerden medet ummak kötü bir seçim stratejisiydi. Üstelik bu tür karakterler, Trump’ın tam da müesses nizam diye mimlediği kesimlerin kanatları altında büyüyen kişilerdi. Trump’ın seçim ekibi ise bu hatalara düşmedi. Aksine, Trump’a verilen alternatif medya desteği çok etkili oldu. Yerel-dijital medya kaynaklarının aylarca bıkıp usanmadan sürdürdüğü Trump yanlısı yayınlar ve Washington’ın temsil ettiği siyasal sistem karşıtı söylemler, Trump’ın işini kolaylaştırdı. Özellikle podcastlerle yeni bir alternatif medya ekosisteminin parçası olan Trump, dijital platformlardan etkili isimlerin desteğini arkasına aldı, farklı statü ve karakterde kişilerle kamuoyunun karşısına çıktı. Örneğin, Amerika’nın en çok ses getiren podcast yayıncılarından olan Joe Rogan ve dünyanın en etkili iş insanlarından Elon Musk gibi müesses nizam karşıtı isimleri çok etkili kullandı.
Doğru Mesaj Seçimi
Üçüncü önemli faktör son 15 yıldır değişmekte olan partili seçmen profiliydi. İlginç bir şekilde, 2024 ABD başkanlık seçimlerinde türlü mahrumiyetler yaşayan seçmen, çoğunlukla zenginlerin çıkarlarını savunan bir partiyi yani Cumhuriyetçi Parti’yi destekledi. Mesela, mavi yakalıların önemli bir kesimi, hayatı boyunca işverenlerin ve zenginlerin çıkarlarını savunan bir adayı, yani Trump’ı tercih etti. Bu yeni eğilim nasıl oluştu? Genelde liberal-sol çevreler yoksulların ve mavi yakalıların Cumhuriyetçi Parti’ye yönelmesini “tutarsızlık” veya “yanılsama” gibi bilişsel kategorilerle açıklar. Bu hakim teze göre, mavi yakalılar kendi çıkarlarının nerede yattığını ve nasıl gerçekleşeceğini düşünmekten acizler. Onlar daha çok yabancı düşmanlığı, göç/mülteci sorunu veya moral söylemler tarafından güdülenen kitleler. Oysa durum bu kadar basit değil. Öncelikle, Trump’ın zaferinin önemli bir kaynağını, işçi sınıfının biriken “öfkesine” bağlamamız gerekir. Gerçekten de son yıllarda dünya ve Amerikan ekonomisindeki yapısal değişimler, mavi yakalıların tepkisini çekecek cinsten: Endüstriyel eyaletlerde (Wisconsin, Pennsylvania, Michigan, Virginia gibi) fabrikalar kapanıyor, çelik, kömür, tekstil ve mobilya gibi imalat sektörlerinde otomasyon artıyor; küreselleşme ile üretim ülke dışına çıkıyor. Demokrat Parti’ye oy veren iş sahibi eğitimli beyaz yakalılar, bu süreçten pek etkilenmezken, üniversite eğitimi almamış, işini kaybetmiş seçmen için küreselleşme felaket demek.
Sadece ABD’de değil dünyada da benzer süreçler yaşanıyor. BRICS ülkelerinin genel refah seviyeleri artarken Avrupa ve ABD’li işçi ve orta sınıfların refahının azalması tepki çekmeye devam ediyor. Bu yüzden, kol gücü ve fiziksel emeğiyle çalışmaya mahkum olanlar, küresel kapitalizmin değirmenine bile isteye su taşıyan Demokrat Parti’nin herhangi bir değişimi getirmeyeceğini iyice anlamış görünüyor. Seçim süreci boyunca derdini dinletemeyen seçmen, Kamala Harris’in kapanan fabrikaları yeniden açsa bile buralarda robotları istihdam edeceğini düşünmüş olmalı. Zaten yapılan son araştırmalar da Demokrat Parti’nin artık daha çok eğitimli beyaz yakalıların partisi olduğunu gösteriyor. Tüm bu yapısal iktisadi ve siyasal gelişmelerin neticesinde çeşitli mahrumiyetler yaşayan kesimlerin karamsarlığı, seçimlere damga vurmuşa benziyor. Trump’ın “kömür endüstrisini kurtaracağım, çünkü ben bu madencilere aşığım” söylemi, adresine ulaşmış görünüyor.
Yine de bu “öfke” kaynaklı açıklama modülü, mavi yakalı-Trump buluşmasını açıklamakta tek başına yetersizdir. Özel hayatında acımasız bir kapitalist olduğu tescilli olan Trump’ın ABD’de bu kesimin umudu olmasının başka sebepleri de olmalı. Bu minvalde altı çizilmesi gereken şey 2024 seçimlerinde kritik öneme sahip, siyaseten belirleyici bir dinamik olarak seçmenin ırksal tercih ve yönelimlerle de oy vermiş olmasıdır. Başka bir ifadeyle, liberal sol çevrelerde akılsızlık/yanılsama/tutarsızlık hali olarak nitelendirilen tercihlerin altında yatan şey ırk temelli tercihlerdir. Bu yönelimin Trump’ın seçim söyleminden bağımsız düşünülmesi yanıltıcı olur. Trump, en başta işini veya statüsünü kaybedenler olmak üzere, biriken “beyaz” tepkiyi, Harris ve Demokrat Parti’ye yansıtmayı başardı. Tarihsel-sosyolojik lenslerden bakıldığında 2024 seçimlerinde “sınıfsal ırkçılık” olgusunun otantik/sahici olduğu kadar siyaseten araçsal olabildiği bir kez daha anlaşıldı.
Özetle, Trump’ın seçimi kazanmasının en önemli nedeni ekonomik çıkmazlar yaşayan ana seçmen gruplarının temel ihtiyaçlarını, talep ve beklentilerini dikkate almasıydı. Öte yandan, Demokrat Parti çalışan kesimin ve orta sınıfın partisiyken, tuzu kuruların partisi olmuştu. Harris, Amerikan toplumunda yaşanan büyük değişimlerden habersiz, seçim sürecinde nerdeyse tüm enerjisini Trump’a karşı yürüttüğü kültür savaşında heba etti. Trump ise filler ve eşekler tepişirken altta kalanların öfkesi ve umudu olarak tekrar sahneye çıktı, değişimi doğru okudu ve zaferini ilan etti.