2023 seçimlerine hazırlık için Cumhur İttifakı “Türkiye Yüzyılı” programını, bir masa etrafında toplanan altı muhalefet partisi ise, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” adını verdikleri bir yönetim sistemi için anayasa değişiklik önerilerini kamuoyuna açıkladılar. Her iki blok da cumhuriyetin yeni yüzyılı için 2023 seçimlerini kritik görüyor. Cumhur İttifakı, 2018 seçimlerinin ardından uygulamaya geçen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini “Türkiye Yüzyılı” için bir avantaj olarak görürken, altılı masa bileşenleri ise “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı” için hazırladığı vizyon siyasetinin esasını bir önceki yüzyılın yönetim sistemine tekrar dönme üzerine inşa ediyor. Geçmişten bugüne tüm seçim dönemlerinde, AK Parti iktidarları da dahil, ülkenin yönetim sistemi farklı tartışma başlıkları üzerinden seçim gündeminin ön sıralarında yer almıştı. Bu seçim döneminde de bu geleneğin bozulmayacağı aşikar.
Muhalefet açısından yeni yüzyıla, bir önceki yüzyılın yönetim sistemine geçmeyi vadederek hazırlanmak, en basit analizle ifade etmek gerekirse, çelişkili bir siyasetin dışa vurumu. Muhalefetin yönetim sistemi önerisinde, eski yüzyıl anayasalarının ruhundan farklı olan tek unsur, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması. Bu öneri de seçimlere yönelik bir taktik. Kesinlik içermiyor. Hatırlanacağı gibi altılı masa partilerinin 28 Şubat’ta açıkladıkları güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş önerilerinde cumhurbaşkanını kimin seçeceğinde uzlaşılamadığı için bu konu muğlak bırakılmıştı. Muhalefet partilerinin tek tek açıkladıkları eski sisteme dönüş raporlarında ise cumhurbaşkanını meclisin seçeceği belirtiliyordu. Söz konusu tarihten bugüne kamuoyu önünde yapılan tartışmalar, muhalefeti bu konuda taktiksel de olsa görüş değişikliğine zorlamıştır.
Cumhurbaşkanını milletin seçmesi demokratik mücadelenin sonucunda elde edilmiş bir kazanımdır. Çok uzun süre bu mücadele sürdürülmüştür. Bilindiği gibi, darbe anayasalarında Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçtirilmesi “ideolojik uyum” şartına bağlanmış ve vesayet mekanizmasının sürdürülmesinde Cumhurbaşkanlığı makamı en üst organ ve ele geçirilmesi zor bir kale olarak dizayn edilmişti. Bu mantalite, vesayetçi ve çıkarcı elit grupların Cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden ülkeyi yönetme pratiklerine dayanıyordu. Dolayısıyla, bu son kalenin, halkın eline geçmemesi için her türlü anti demokratik yönteme başvuruldu. Millet, büyük mücadelenin sonunda elde ettiği cumhurbaşkanını kendi seçmesi hakkından kolay vazgeçmeyeceği için muhalefet bu konuda geri adım atamıyor. Onlar da biliyor ki gerçekten parlamenter sistemde seçilmiş bir cumhurbaşkanı, yetkileri ne olursa olsun, sembolik bir konumda olmayacaktır. Daha az bir destekle seçilmiş bir başbakanın ve daha yüksek desteği zorunlu kılan yüzde 50+1 ile seçilmiş bir cumhurbaşkanının olduğu bir sistemde çift başlılık tekrar tezahür edecek, yönetilemezlik sorunu yeniden baş gösterecektir.
Altılı masanın önerdiği anayasa değişiklik maddeleri, tam bir anayasa önerisi değildir. Anayasa değişiklik paketidir. Masadaki partilerin uzlaşabileceği hususlar kamuoyu ile paylaşılmış, uzlaşılamayacak olanlar ise dışarıda bırakılmıştır. Sistem değişikliği için zorunlu olan diğer maddelerde, bu partilerin gelecekte uzlaşamama ihtimali söz konusudur. Hatırlanacağı gibi, 2011’de başlayan yeni anayasa hazırlık çalışmalarında, muhalefet ve iktidar kanadı, 59 maddede uzlaşmasına rağmen, diğer konularda ilerleme sağlanamadığı için söz konusu çabalar sonuçsuz kalmıştı. Yani, belirli maddelerde uzlaşmak, yeni bir anayasayı mümkün kılmaz.
Anayasalar, bir sistematik içerisinde devlet düzeninin ortaya konulduğu, vatandaşların hak ve ödevleri ile ilgili hususların düzenlendiği geniş bir alanı ilgilendirir. Masadaki partileri memnun edecek düzenlemeler değildir. Muhalefetin önerdiği anayasa değişiklik paketi, mevcut siyasal sistemin beş yıllık uygulaması üzerinden muhalefetin ortaya koyduğu eleştirilerin bir özetidir. Yeni bir sistem önerisinden daha çok, cumhurbaşkanlığı sistemine tepkinin tezahürü üzerinden eskiye dönüş talebidir. Tepkisel bir konumlanmanın ürünüdür. Hatta, Erdoğan karşıtlığının zihinlerde ürettiği duygusallıkla hazırlanan bir içeriğe sahiptir. Altılı masayı seçime kadar bir arada tutacak gündemi oyalama siyasetidir.
Geçmiş Tecrübeleri Göz Ardı Etmek
Siyasal sistem değişiklikleri, uzun erimli mücadelenin sonucunda yapılabilir. Türkiye başkanlık sistemine geçmek için 40 yıl yeni sistem arayışını tartışmıştır. Karizmatik bir lider olan Erdoğan’ın toplumu ikna etmesiyle sistem değişikliği yapılabilmiştir. Bir siyasal sistemin kurumsallaşması, aksayan yönlerinin tecrübe edilerek reformlarla sistem içi revizyonların yapılması, belirli bir uygulama pratiği ve tecrübesini gerektirir. Dolayısıyla, beş yıllık geçiş sürecinde ortaya çıkan aksaklıklara ve eksikliklere reform önerisi yerine, eski sisteme dönüş çabasına girmek, Türkiye siyasal hayatını göz ardı etmek demektir. Yüz elli yıllık parlamenter deneyime sahip olmamıza rağmen, eski sistemde yönetilebilirlik sorununa çözüm üretemediğimizi dikkate almak gerekir. Eski sistemin reformu ve revizyonuna büyük çabalar gösterilmiştir.
Muhalefet partileri, başkanlık sistemine karşı çıkarken, 150 yıllık parlamenter sistem geleneğimizin heba edildiği argümanını çokça dillendiriyorlar. Doğrudur, Türkiye’nin küçümsenemeyecek bir parlamenter sistem deneyimi mevcuttur. Osmanlı devleti anayasal monarşiye 1976 anayasası ile geçti. Kanuni Esasi olarak bilinen ilk anayasa ile birlikte 1877’de yapılan seçimlerin ardından Osmanlı Meclisi Umumi’si teşekkül etti. Batı ülkeleri ile karşılaştırıldığında anayasanın kabulü, seçimlerin yapılması ve parlamentonun teşekkül etmesi bakımında bu hiç de geç bir tarih değildir. Senedi İttifak, Tanzimat ve Islahat fermanlarını da anayasal arayış içerisinde dikkate alırsak, diğer ülkelerin anayasaya geçiş süreçleri ile paralel gelişmeler yaşanmıştır. Tam parlamenter sisteme 1908’de, çok partili siyasal hayata İkinci Meşrutiyet döneminde geçilmiş; bu bağlamda parlamenter sistem içinde oluşan gelenek içinde yine benzerleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye avantajlı bir üstünlüğe sahiptir. Cumhuriyetin tek partili döneminde anayasal gelenek, en azından görüntüde bile olsa sürdürülmüştür.
Siyasal kültürün şekillenmesinde anayasaların kurucu bir yeri vardır. 1921 Anayasasını dışarıda tutmak kaydıyla, Türkiye siyasal hayatındaki bütün anayasalar, toplumu üstten dönüştürmeyi hatta baskılamayı amaçlayan bir zihinle oluşturulmuştur. Siyaset ve bürokrasi de bu dönüşümde bir araç olarak konumlandırılmaya çalışılmıştır. Anayasalar, toplumsal talep ve beklentiler üzerinden toplumsal bir sözleşmeye dayanmadığı için, bir koalisyon şeklinde temerküz eden elit grupların çıkarlarını koruyup devam ettirecek bir mantalite ile hareket edilmiştir. Zaten 1961 ve 1982 anayasaları, siyaseti kırılganlaştıran, vesayetçi çıkar gruplarına alan açan, onların beklenti ve taleplerini dikkate alan, toplumu ise genellikle sorun olarak algılayan hatta belirli kesimlerini tehdit olarak gören bir mantalitenin bakış açısıyla hazırlanmıştır. En nihayetinde, darbe anayasalarıdır.
Dolayısıyla, muhalefet partilerinin başkanlık sistemine karşı çıkarken, parlamenter geleneğin heba edildiği itirazı, resmin diğer yüzünü görmemek demektir. Muhalefetin dikkate alması gereken husus şudur: Bu kadar köklü bir deneyime sahip olmamıza ve sistem içi revizyonlarla, siyasi partiler ve seçim kanunlarını birçok kez değiştirmemize rağmen, nasıl olup da bu kadar uzun zaman içerisinde, demokratik pekişmeyi gerçekleştirmediğimizi, yönetilebilirlik sorununu çözemediğimizi, siyasal kurumsallaşmamızı sağlayamadığımızı ve en nihayetinde sivil bir anayasayı kabul edemediğimizi sorgulamalıdır.
Yeni Yüzyılın Gerekliliklerine Göre Siyaset İhtiyacı
Muhalefet, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı programının temeline eski sisteme dönüş çabasını yerleştirirken, Cumhur İttifakı partileri, Türkiye Yüzyılı söylemi üzerinden yeni bir siyaset, toplum ve devlet vizyonu ortaya koymaktadır. İktidar vizyon programında, muhalefetin iddia ettiğinin aksine, gelişmiş batı demokrasileri merkez siyasetin küçülmesi ve uç partilerin güçlenmesiyle yönetim sorunlarını tartışırken, Türkiye erken bir dönemde siyaseti güçlendirecek sistem değişikliğini yaparak, yeni yüzyıla siyasi istikrarını teminat altına almanın özgüvenini öne çıkarmaktadır.
Siyasi istikrarını teminat altına alan Türkiye’nin; güvenliğini sağlamada, demokrasisini kökleştirmede, insan haklarını sahiplenmede, ekonomisini büyütmede, sosyal devlet uygulamalarını yaygınlaştırmada avantajlı olduğunu düşünmektedir. Bir ülkenin siyasal istikrarı, aynı zamanda krizlere ve tehditlere karşı bağışıklığını da güçlendirmektedir. Dolayısıyla da Cumhur İttifakı partileri, geçmişin tüm korku ve yoksunluklarından arınmış bir ülkenin, dünyanın içinden geçtiği küresel kriz ortamında, bu krizi fırsata dönüştürecek ekonomik ve sosyal kalkınma atılımlarını daha kolay gerçekleştireceğini topluma izah etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, toplumun önüne eski sistem tartışmaları ile vakit kaybetmek yerine mevcut sistemin aksayan yönlerinin reforma edilerek önümüzdeki yüzyılda cumhuriyetin demokratikleştirilmesi vizyonundan bahsetmektedir.
Bugün dünyada ulusal siyasetler, dijitalleşmenin getirdiği meydan okumalarla, merkez siyasetlerin küçülmesi ve radikal ve tematik partilerin güçlenmesiyle, geleneksel sağ sol ayrımının muğlaklaşarak kimlik siyasetlerinin yıkıcı etkilerinin ortaya çıkmasıyla yeni bir belirsizliğin eşiğindedir. Büyük teknoloji şirketleri, devletlerin egemenliğine tehdit oluşturacak politikalar izleyerek, algoritmaların yardımıyla seçmenleri ve dolayısıyla ulusal siyasetleri manipüle edebilmektedir. Dünyanın küresel bir krizden ve belirsizliklerden geçtiği bir dönemde, Batı ülkelerinde hükümetlerin görevde kalma süreleri gittikçe kısalmaktadır. Yerel ve küresel sorunlara çözüm bulacak liderlerin eksikliğinin tartışıldığı bir dönemden geçmekteyiz.
Bu bağlamda, küresel ve yerel organize çıkar grupları ve vesayet odaklarının oyun kuruculuğunun minimize edilebildiği yönetim sistemlerine ve güçlü siyasi liderlere ihtiyaç vardır. Türkiye, bugün benzer gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerden; diplomatik, teknolojik, askeri ve üretim ekonomisi bağlamında farklılaşabiliyorsa, bu durum, siyasi istikrarını sağlayarak yönetim sistemi içinde güçlü siyasi liderliği mümkün kılabilmesiyle doğrudan ilgilidir.
2023 seçimlerine giderken Türkiye için yararlı olan, siyasi partilerin ve ittifakların vizyonlarını dünyanın içinden geçtiği gerçeklikleri dikkate alarak oluşturmalarıdır. Bugün dünya 1990’ların ya da 2000’lerin başındaki şartların çok ötesindedir. Ulusal kapasitelerini her alanda geliştirebilen devletler, küresel rekabette öne çıkabilmektedir. Liderlik açığı yaşamayan yönetimler, ülkelerinin önüne uzun dönemli hedefler koyabilmektedir. İnsan kaynağının niteliğini artırabilen, genç nüfusla üretim ekonomisini destekleyebilen ve her alanda altyapısını güçlendiren ülkeler, krizlere karşı daha dayanıklı olabilmektedir. Seçmenlere, kaygı yerine umudu, konjonktürel tartışmalar yerine gelecek garantisini, iç çelişkilerle zaman kaybetmek yerine küresel alanda öne çıkmayı önceleyen vizyonlar, 2023 seçimlerinde avantajlı olacaktır.