Kriter > Ekonomi |

Dolar Türbülansında Kimler Haklı Çıktı?


İnşaat sektörü 2002’den bu yana hiç büyümeseydi ve olduğu gibi kalsaydı Türkiye’nin o yıldan bu yana yıllık ortalama ekonomik büyümesi yüzde 5,7 değil de yüzde 5,3 olacaktı.

Dolar Türbülansında Kimler Haklı Çıktı
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Vergi Denetim Kurulu Strateji Değerlendirme Toplantısı öncesinde açıklamalarda bulundu, 31 Ekim 2018, Ankara.

Bu yıl Türkiye ekonomisi açısından beklenmedik şekilde oldukça zorlu bir yıl oldu. TL’nin dolar karşısında özellikle Mayıs ve Ağustos’ta ciddi ölçüde değer yitirmesi uzun süreler boyunca gündemin ana maddesini teşkil etti. Döviz kurunun ciddi şekilde yükselmesi ve ardından enflasyonun çok kısa bir süre içerisinde yüzde 25 düzeylerine çıkması ekonomik ve finansal belirsizliğin ciddi şekilde artmasına neden oldu. Genel seçimlerden yeni çıkmış olan Türkiye’nin kendisini bir de söz konusu belirsizlik içinde bulması pek iyi olmadı.

Finansal türbülansın yükselişe geçtiği özellikle Ağustos’ta yerli/yabancı birçok “piyasa profesyoneli” ve akademisyen Türkiye’nin yaşadığı finansal sıkıntıların ekonomik temellere sahip olduğunu, Türkiye ekonomisinin pek de iyi durumda olmadığını söylediler. Öte yandan benim de aralarında bulunduğum bazı akademisyenler ise yaşananların herhangi bir ekonomik temele sahip olmadığını, bu yaşananları ancak siyasi gerekçelerle açıklayabileceğimizi ifade ettiler. Türkiye’ye karşı ciddi bir finansal saldırı gerçekleştirilmekte olduğunu dile getirdiler.

Türkiye’nin Ekonomik Performansı

Zira bir ülkenin yatırım yapılabilirlik düzeyini belirleyen iki temel faktör vardı: ekonomik canlılık ve borçluluk düzeyi. Her iki kıstasa göre de Türkiye göreceli olarak parlak bir performans gösteriyordu. 2000’lerde Türkiye’de ekonomik büyüme yılda ortalama yüzde 5,7 olarak gerçekleşti. Bu gerçekten oldukça yüksek bir rakam. Bu noktada söz konusu “büyüme”nin borç veya inşaat eksenli gerçekleştiği, bu yüzden “değersiz” olduğu şeklindeki zaman zaman karşılaşılan anlamsız ve yüzeysel iddialara da cevap vermek yerinde olacaktır. Ekonomiyi siyah-beyaz ikiliğine hapsetmek ve buradan yaşanan ekonomik genişlemenin sadece negatif tarafına yoğunlaşarak söz konusu ekonomik büyümeyi “hiçleştirmek” ne aklen ne de yöntemsel olarak savunulabilir bir tutumdur. Hayatın her alanında olduğu gibi ekonomide de “analitik bakış”a ihtiyaç duyuyoruz.

Türkiye ekonomisi 2002-2017 sürecinde yüzde 133 düzeyinde büyüdü. Bu performans daha da iyi veya kötü olabilirdi. Ya da söz konusu büyümenin “kompozisyon”u daha başarılı veya daha başarısız olabilirdi.

Doğru yapılan şeyler “daha iyi”lere götürdü, yanlış yapılan şeyler de “daha kötü”lere. Bu noktada TL’nin 2003-2016 sürecinde aşırı değerli olması Türk sanayisi ve ihracatının ilgili süreçte daha iyi bir performans göstermesini engelledi. Fakat burada da siyah-beyaz ikiliğinden uzak durmak gerekiyor: Türkiye ekonomisinin yüzde 133 büyüdüğü ilgili süreçte Türk sanayisi yüzde 150’den fazla büyüdü. İhracatta ise gerçekten müthiş bir sıçrama yaşandı. İlgili süreçte TL dolar karşısında bu kadar aşırı değerli olmasaydı Türk sanayisi belki de yüzde 200 veya yüzde 250 büyüyecekti. İhracatımız ise belki de çok daha fazla artacaktı. Cari açık da hiçbir zaman söz konusu yüksek seviyelerine ulaşmayacaktı.

Öte yandan inşaat sektörü Türkiye’nin 2000’lerdeki en önemli sektörlerinden birisi oldu. Konuya siyah-beyaz ikiliği penceresinden bakan birçok kişi ise Türkiye’nin ekonomik büyüme performansının arkasının boş olduğuna delil olarak bunu sunmaya çalıştı. Bu tutum aslında iki boyutta oldukça yanlıştı: İlk olarak inşaat sektörü kendi başına katma değer üreten bir sektördür. İkinci olarak inşaat sektörü haricinde de Türkiye ekonomisi ciddi şekilde büyümüştür. Bunun için rakamları konuşturmamız yeterli: İnşaat sektörü 2002’den bu yana hiç büyümeseydi ve olduğu gibi kalsaydı Türkiye’nin o yıldan bu yana yıllık ortalama ekonomik büyümesi yüzde 5,7 değil de yüzde 5,3 olacaktı. İnşaat sektörünün yatay ve dikey olarak bağlantılı olduğu sektörleri de hesaba katarak bu oranı yüzde 5’e veya yüzde 4,7’ye düşürebilirsiniz. Sonuç hala çok ciddi bir büyüme performansının olduğudur.

Borçluluk oranlarına bakalım: Kamu borcunun milli gelire oranında (yüzde 28) Türkiye dünyadaki en az borçlu ülkeler arasında. Dış borcun milli gelire oranında (yüzde 53) Türkiye “ortalama bir performans” gösteriyor. Ayrıca bankacılık sistemi oldukça sağlam bir yapıya sahip. Bankaların sermaye yeterlilik oranı yüzde 16 düzeyinde. Dahası finansal kesimin net döviz açığı bulunmuyor: BDDK verilerine göre 2017 sonu itibarıyla bankaların döviz pozisyonu 2 milyar TL fazla veriyor. Finansal kesim harici şirketlerin yani reel sektörün bir bütün olarak kısa vadeli döviz varlıkları da döviz yükümlülüklerinden daha fazla. Yani genel anlamda bir döviz açığı yok, fazlası var.

Diğer taraftan cari açık Türkiye’nin en önemli ekonomik problemlerinden birisi. Fakat TL’nin son yıllarda zaten dolar karşısında peyderpey değer yitirmesiyle bu problem de hatırı sayılır ölçüde zaten hafifleyecek/ti. Ayrıca Türkiye’nin “temel borçluluk oranları”nın oldukça sağlıklı olduğu bir atmosferde cari açık üzerinden “borç ödeme kapasitesi” okuması yapılamaz.

Ekonomideki Türbülansın Nedenleri

İşte bütün bu nedenlerden ötürü yaşananların arkasında ekonomik değil siyasi nedenler vardı. Ve gerçekten de Brunson’ın serbest bırakılması ve ABD-Türkiye ilişkilerinin hatırı sayılır ölçüde “yumuşama”sıyla birlikte kur da 6,30 TL düzeylerinden hızla 5,50 TL ve 5,30 TL düzeylerine kadar geriledi. Eğer daha en başta yaşananların arkasında siyasi değil ekonomik nedenler olsaydı böyle bir şey gerçekleşmezdi.

Bu noktada vurgulanması gerekir ki TL/dolar kurunun halihazırda stabil hale geldiğini şu an için söyleyemeyiz. Fakat kurdaki dalgalanmanın yaşanan siyasi olaylarla “mükemmel” bir korelasyon içinde olduğunu bugün artık net bir şekilde görüyoruz.

Türkiye’de “fikri takib”in pek fazla yapılmadığını biliyoruz. Fakat bu noktada şu soruyu sormamız gerekiyor: Yaşananların arkasında ekonomik gerekçelerin olduğunu söyleyen ve karşıt görüştekileri “yanlı” veya “duygusal” olmakla suçlayan piyasa profesyonelleri ve akademisyenler an itibarıyla ciddi şekilde yanılmış durumda. Yaşananların arkasında siyasi gerekçelerin olduğunu söyleyenler ise çok büyük oranda haklı çıkmış durumda. Öyle ki bu kadar “net” bir sosyal deneyle ancak “nadiren” karşılaşılabilir.

Eylül’deki Kriter yazımda mevcut ekonomik görünüm ve TL/dolar kurunun uzun vadeli seyrinden hareketle aynen şu ifadeleri kullanmıştım: “Dolar kurunu uzun süreler boyunca 5,20 TL veya 5,50 TL düzeyinin üzerinde tutabilmek hiç kolay değildir.” Yaşananların arkasında siyasi gerekçelerin olduğu fikrinde olan birçok akademisyen de benzer görüşleri ilgili süreçlerde serdetti. Ve günün sonunda kimin “objektif” ve “yansız” hareket ettiği kimin de “yanlı” ve “duygusal” hareket ettiği net bir şekilde ortaya çıkmış oldu.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası