İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçların, insan hakları ve özgürlükleri açısından yalnızca Filistin halkı ile sınırlı olmadığı, etkisinin küresel bir yayılım göstereceği, geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) gelen bir haberle daha da somut bir hal almış gözüküyor. Haber, ABD’nin önde gelen üniversitelerinden olan Harvard, Pensilvanya ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) üniversiteleri rektörlerinin ABD Kongresi Eğitim ve İş Gücü Komisyonun’da düzenlenen "Kampüs Rektörlerini Sorumlu Tutmak ve Antisemitizmle Mücadele" adlı oturumda, kampüslerinde antisemitizm ile yeterince mücadele etmedikleri gerekçesiyle sorguya çekildiklerini söylüyordu.
Bu habere ilişkin tarihler, Aralık’ın ilk haftasına denk gelse de yapılan kısa bir araştırma sonrasında ABD üniversitelerinde rektörler üzerindeki antisemitizm kılıflı baskının bir benzerinin İskoçya’daki St. Andrews Üniversitesi’nin yeni göreve gelen Rektörü Stella Maris’e de farklı bir biçimde uygulandığı görülebilir.
Akademik özgürlüklerin ayrılmaz parçası olan ifade özgürlüğü ile yakından ilişkili olan bu gelişmeler, Batı’nın ve özellikle ABD’nin değer(ler) üstünlüğü iddiasının, aslında ne ölçüde pragmatik bir çerçeveye oturduğunun da trajik örneklerini sergilemesi nedeniyle önemli kabul edilmelidir. Konunun akademik özgürlükler ile ilgili boyutunun anlaşılabilmesi için öncelikle yaşanan gelişmelerden kısaca bahsetmekte fayda vardır.
Rektörlerin Kongre Sorgusu: Antisemitizm Söylemi Bir Baskı Aracı mı?
St. Andrews Üniversitesi’ndeki olayda Ekim’de rektör seçilen Stella Maris, üniversite içinde gönderdiği bir e-postada, Filistinlilerin "apartheid, (kuşatma, kolektif ceza) altında olduğunu belirtmiş ayrıca İsrail’in saldırılılarında 14 bin 500 Filistinlinin öldürüldüğünü ve İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıların soykırım niteliği taşıdığını ifade etmişti. Bunun üzerine üniversitenin Yahudi kökenli öğrencileri, Rektör Maris’i söyledikleri konusunda özür dilemeye ve görevden ayrılmaya davet etmiş fakat Maris, antisemitizmi en güçlü şekilde kınadığını ve antisemitizmin silah olarak kullanılmasını reddettiğini belirterek bu talebi kabul etmemişti.
Çıkış kaynağı itibarıyla benzer fakat metot olarak farklı olan diğer üç örnekte ise doğrudan ABD’nin resmi aktörlerinin, üniversite rektörleri üzerinde oluşturmaya çalıştığı bir baskıdan bahsetmek yerinde olacaktır. Çünkü ortada ABD’nin yasama organı olan Kongre tarafından, Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, Pensilvanya Rektörü Elizabeth Magill ve MIT Rektörü Sally Kornbluth’un üç saat boyunca kongre üyeleri tarafından sorguya çekilmesi söz konusudur. Özellikle Cumhuriyetçi üyeler tarafından sorulan sorular çerçevesinde gerçekleşen sorgulamada, ifade özgürlüğünün sınırlarının siyasi saiklerle muğlaklaştırılmasına dair önemli ipuçlarını bulmak mümkündür. New York’un Cumhuriyetçi Temsilcilerinden Elise Stefanik’in, Harvard Rektörü Gay’e yönelttiği sorular özetle, "kampüsteki gösterilerde 'intifada' tezahüratlarını içeren eylemlere göz yumup yummadığı ve intifada teriminin genellikle İsrail devletine karşı şiddetli bir silahlı direnişi, hatta sivillere yönelik şiddeti ve Yahudi soykırımını çağrıştırdığının farkında mısınız?" şeklide olmuştur. Gay ise verdiği cevaplarla, dile getirilen ifadeler uygunsuz, saldırgan ve nefret dolu olsa bile ifade özgürlüğüne bağlılığı koruduklarını ifade etmiştir.
MIT Rektörü Sally Kornbluth’a da benzer biçimde kampüste yapılan gösterilerde yapılan intifada çağrısının Yahudilere soykırım anlamına gelip gelmediği sorulmuştur. Kornbluth ise dile getirilen bu ifadelerin eyleme dökülmesi durumunda bir suç teşkil edebileceğini düşündüğünü ifade etmiştir.
Pensilvanya Rektörü Elizabeth Magill’in sorgulanmasına, üniversite kampüsünde düzenlenen Filistinli Yazarlar Festivali’nin damga vurduğu görülmektedir. Indiana’nın Cumhuriyetçi Temsilci Jim Banks, festivalde, Filistin’e destek açıklamaları ile gündeme gelen müzik topluluğu Pink Floyd’un eski üyesi Roger Waters'ın neden bir konuşma yaptığı, bu konuşmanın neden engellenmediğini sormuştur. Ayrıca Pensilvanya Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Ahmad Almallah'ın "intifada devrimi" çağrısında bulunduğu iddiaları da Magill’e yöneltilmiş, bu öğretim üyesinin neden halen üniversitede çalışmaya devam ettiği de sorulmuştur.
Sorgulamalar sonrasında “ilginç” bir gelişme daha yaşanmış rektörler tarafından ifade özgürlüğünü önceleyen ifadelere karşı, Temsilciler Meclisi bu ifadeleri kınayan bir karar tasarısını 126’ya karşı 303 oyla kabul etmiştir.
Üç rektörden Pensilvanya Rektörü Elizabeth Magill istifa ederken, diğer iki rektör ise üniversitelerinin desteğini alarak görevlerine devam etmiştir.
ABD’de Akademik Özgürlük Bağışçıların ve Siyasilerin Baskısı Altında
ABD’de yaşanan bu olaylar, akademik özgürlük ile ifade özgürlüğü ilişkisinin tekrar gündeme gelmesini sağlamış gözükmektedir. Akademik özgürlük, akademik kurumların başlıca görevlerinden olan doğru bilgiyi üretmenin bir zorunluluğu olarak görülürken, bunu yerine getirebilmek için hem buralarda çalışan akademisyenlerin hem de akademik kurumların dışsal bir baskıya maruz kalmamalarına işaret etmektedir. Bu çerçevede akademik özgürlük akademisyenlerin, eğitim-öğretim faaliyetlerinde öğrencilere bilgi ve düşüncelerini özgürce aktarma hakkını, eğitim-öğretim metotlarının özgürce belirlenmesi hakkını, akademisyenlerin ve araştırmacıların, herhangi bir dış baskı olmaksızın araştırmalarını yapabilmelerini, akademik kurumların yani üniversitelerin akademik programlarını ve yönetimlerini belirleme özgürlüğünü ve akademisyenlerin/öğrencilerin kamusal alanlarda düşüncelerini özgürce ifade etme hakkını da kapsamaktadır. Bu boyutların birçoğu ifade özgürlüğü ile çok yakın bir ilişki içinde yer almaktadır.
İfade özgürlüğü bireyin düşüncesini çeşitli araçlarla dış dünyaya aktarabilmesini ifade etmektedir. Bu araçlar çok çeşitli olabilir. Örneğin yazı, resim, konuşma, şiir, gösteri, basın-yayın organları, sinema, tiyatro vb. bu araçların başlıcalarıdır. Akademik özgürlük, bireyin özgürce düşünmesini güvence altına aldığı gibi bunu dışsal bir etkiye maruz kalmaksızın barışçıl yollarla özgürce dışa yansıtmasına işaret ederek, aslında ifade özgürlüğü ile açık bir ilişki içinde yer almaktadır. Bunun bir kampüs sınırları içinde gösteri veya protesto yürüyüşü biçiminde de gerçekleşmesi söz konusu olabilir.
Bir Geriye Gidiş Hikayesi
ABD’de yaşanan rektör sorgulamaları, yalnızca akademik özgürlüğe ilişkin değil aynı zamanda ifade özgürlüğüne dair de bir baskının tezahürü olarak görülmelidir. ABD’de akademik özgürlük alnındaki kazanımların çok eski olmadığı, hatta 1960 öncesi süreçte akademisyenler üzerinde ciddi baskı ve sansürün olduğu da dile getirilmelidir. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında oldukça yoğun biçimde gerçekleşen bu baskı, 1950’lerde McCarthy Dönemi uygulamaları ile zirveye çıkmış, komünizmle mücadele gerekçesiyle akademik özgürlükler ve akademisyenler ciddi darbe yemiştir. 1960’lardan itibaren ise Vietnam Savaşı sonrası yükselen özgürlük dalgasından sadece akademisyenler değil öğrenciler de faydalanmaya başlamış ve günümüze gelen süreçte ciddi kazanımlar elde etmiştir.
Sorgulamalar neticesinde, Batı’nın siyasi etkiden ve lobi baskısından kendini bağımsız kılmış kamuoyunda sadece akademik özgürlüğün değil, aynı zamanda ifade özgürlüğünün de tehdit altında kaldığı, gittikçe artan oranda tartışılmaya başlanmış ve bir geriye gidiş tartışması alevlenmiş gözükmektedir. Bir anlamda 1960’lar ve 1970’lerden itibaren elde dilen kazanımların, yapılan tartışmaların odağında, siyasilerin bağış lobilerinin kendi siyasal çıkarları için üniversitelere müdahalede bulunma hırslarının, akademik özgürlükler için bir tehdide dönüşmesinden duyulan endişe yer almaktadır. Yaşanan son olaylarda da İsrail kökenli lobilerin ve bağışçıların, üniversite yönetimleri üzerindeki baskısı belirleyici olmuştur. Hatta bu baskının daha ileri boyuta kavuşturulmaya çalışıldığı, antisemitizm suçlamasının İsrail karşıtı en ufak bir eleştiri ile eşit gösterilme çabası içine girildiği de dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu baskının üniversiteler üzerinde nereye kadar götürülebileceğini bugünden kestirmek oldukça güçtür. Ancak pandoranın kutusu açılmış gözükmektedir. İsrail, yalnızca konvansiyonel silahları ile değil, ekonomik ve siyasal gücü ile antisemitizm söylemini bir baskı aracına dönüştürerek ülkelerin kamuoylarını etkileme kabiliyeti olan akademisyenleri de susturmayı denemeye başlamış gözükmektedir. Ancak bugün için gözüken tablo, bunun ters teptiğidir. Her ne kadar siyasi aktörler buna dair tepki gösterme çabası göstermese de kamuoyunda akademik özgürlüklere sahip çıkma eğiliminin ağır bastığına ilişkin ilk gösterge, iki üniversite rektörünün görevlerine devam etmesi yönünde alınan kararlardan anlaşılmaktadır.
Her ne kadar bu yazının kapsamı gereği, konu yalnızca ABD özelinde ele alınmışsa da ABD’deki son gelişmelerin diğer Batılı ülkelerde bir domino etkisi yapması ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Bunu tabii ki zaman gösterecektir. Ancak bu potansiyelin büyüklüğünü görmek isteyenlere, İspanya hariç Avrupa’nın “anlı-şanlı demokrasileri”nde siyasi aktörlerin, binlerce Filistinli çocuk ve sivilin tüm dünyanın gözü önünde katledilirken takındıkları tutumdan ipuçlarına ulaşmaları önerilebilir.