İsrail’in son üç aydır Gazze’de yaptığı saldırılar, İsrail-Filistin çatışmasının sadece bir siyaset veya dış politika meselesi olarak ele alınamayacağını açıkça ortaya çıkarmıştır. İsrail ve Filistin arasında uzun bir süredir devam eden çatışmalar, hukukun da konusunu oluşturmaktadır. İsrail devleti, onlarca yıldır silahlı çatışmalar hukukunu ve insancıl hukuku hiçe sayan saldırılar yaptığı gibi soykırım suçlarının birçok türünü işlemekten de geri durmamaktadır. Bu açıdan ortada yargılanması ve cezalandırılması gereken son derece ağır suçları işleyen devlet görevlileri bulunmaktadır.
Bu yazı, İsrail’in hak ihlallerini raporlaştırmayı amaçlamamaktadır. İsrail’in işlediği suçları listelemek ve delillendirmek, bu yazının kapsamını aşar. Zaten bu konuda örnekler bulmak için özel bir çaba harcamaya da gerek yok. Başta Başbakan Netanyahu olmak üzere İsrailli yetkililerin bütün Gazze halkını yok etmeyi amaçladıklarını gösteren açık ifadeleri, soykırım suçunun suçun manevi unsurunu ve İsrail ordusunun bu amaca yönelik eylemlerinin maddi unsurunu tamamladığı için bu suçun işlendiğini ispat etmek zor değildir.
Bu yazıda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin statüsü, İsrail üzerindeki yargılama yetkisi, Filistin’in bu Mahkeme’yi tanıması karşısında İsrailli yetkililerin işledikleri suçlar sebebiyle yargılanma ve cezalandırılma ihtimali ele alınacaktır. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail hakkında yürüteceği soruşturma ve yargılama karşısında Batılı devletlerin muhtemel tavırları değerlendirilecektir.
İsrail’in Suçları: İnsancıl Hukukun İhlali, Soykırım ve Savaş Suçları
İsrail, kurulduğu tarihten günümüze kadar yaptığı eylemlerde insancıl hukukun, silahlı çatışmalar ve savaş hukukunun öngördüğü bütün sınırları aşmış ve soykırıma varan suçlar işlemiştir. İsrail’in bu suçları, özellikle 7 Ekim sonrası başlayan çatışmalarda doruğa çıkmış ve gizlenemez hale gelmiştir.
Soykırım suçu ilk kez 1948’de kabul edilen ve 1951’de yürürlüğe giren “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” ile ortaya konulmuştur. Sözleşmenin 2. maddesinde soykırım suçunu oluşturan eylemler sayılmıştır. Buna göre ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen;
- Gruba mensup olanların öldürülmesi;
- Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
- Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
- Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
- Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek
fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturmaktadır.
Bu maddeye göre soykırım suçunun üç unsurundan bahsedilebilir:
- Diğerlerinden ayrılabilir ulusal, etnik, ırksal ve dini bir grubun varlığı,
- Böyle bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek kastı ve
- Söz konusu gruba yönelik maddede belirtilen eylemlerin icrası.
Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla” bu suçların işlenmesidir. Bu amaç mevcut olduktan sonra yapılan eylemlerin ya da mağdurların sayısı ve yoğunluğu çok önemli değildir. Son aylarda yaşanan İsrail saldırıları ve bu saldırıların niyetini gösteren siyasi ve idari kararlar, bu suçların unsurlarının oluştuğunu göstermektedir.
İsrail Başbakanı Netanyahu, Tevrat’a atıf yaparak “Biz ışığın insanlarıyız, onlar da karanlığın insanları. Artık tek bir amaç için bir araya gelmenin zamanıdır. Zafere ulaşmak için hızla ilerlemeliyiz. Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla HAMAS’a karşı Yeşaya Kehaneti’ni göreceğiz” sözlerini kullanmıştı. Sonrasında ise “Tevrat bize Amalek’in sana yaptığını hatırla, der. Evet, biz de hatırlıyoruz ve savaşıyoruz” diyerek İsrail askerlerine 3 bin yıllık Yahudi savaş geleneğinin bir parçası olduklarını hatırlatmıştı. Tevrat’ın Samuel kısmında “Şimdi gidin ve Amalika’yı vurun. Hem erkeği hem kadını, bebekleri ve emzirenleri, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün” deniliyor. Benzer şekilde İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, Gazze’ye tam bir abluka emri verdiğini söyleyerek, “elektrik yok, yiyecek yok, yakıt yok” demesi, Gazze halkının tamamen yok edilmesi kastının varlığını göstermektedir.
Soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması amacıyla bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmasını öngören ve 1998’de imzaya açılıp 2002’de yürürlüğe giren Roma Statüsü de soykırım suçlarını benzer şekilde düzenlemektedir. Statüde ayrıca savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, etnik temizlik, yasa dışı silahlı güç kullanma gibi belirli kategorilerde suçlar yer almaktadır.
7 Ekim tarihinden önceki suçlar bir kenara bırakılsa dahi İsrail’in son seksen günde Gazze halkına yönelik kasten öldürme, maddi ve manevi işkence yapma, yaralama, sivil yerleşim yerlerini, hastaneleri, okulları ve mülteci kamplarını bombalama, temel yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakma gibi sistematik saldırıları, bu suçların tamamını işlediğini göstermektedir.
Hatta yukarıda değinildiği üzere soykırım ve etnik temizlik suçuna yönelik eylemleri olduğunu gösteren somut deliller vardır. İsrail’in eylemlerine bakıldığında mümkün olduğunca fazla Filistinliyi yok etmeyi, sağlık hizmetlerinden ve temel ihtiyaçlardan mahrum bırakarak veya salgın hastalıklar gibi sebeplerle öldürmeyi, olmuyorsa Gazze’den sürmeyi amaçladığını açıkça görüyoruz. Bunlar, uluslararası hukuk açısından tartışmasız bir şekilde soykırım ve etnik temizliktir. Bu sebeple İsrail yöneticilerinin ve askerlerinin bu suçlardan dolayı yargılanması ve cezalandırılması uluslararası hukukun bir gereğidir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail Üzerindeki Yargılama Yetkisi
Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrailli siyasetçiler, askerler ve diğer yetkililerin işlenen bu suçlardan dolayı yargılanmasını ve cezalandırılmasını sağlayacak bir uluslararası mekanizmadır. UCM, “soykırım”, “insanlığa karşı suçlar”, “savaş suçları” ile “saldırı” suçunun faillerini yargılamak ve hesap verilebilirliği sağlamak amacıyla kurulan ilk daimi uluslararası ceza mahkemesidir.
UCM, yalnızca gerçek kişiler ve 18 yaşından büyükler üzerinde yargı yetkisine sahiptir. Dolayısıyla, UCM’de devletlerin veya tüzel kişilerin yargılanması söz konusu değildir. Ancak devlet başkanı, hükümet başkanı ve hükümet üyesi olmak dahil resmi görevde olmak UCM’nin yetkisini kaldırmaz (m.27). UCM’nin suçlar bakımından yetkisi, “soykırım suçu, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve saldırı suçu” olarak belirlenmiştir (m.5/1). UCM Statüsü yer bakımından yetki konusunda herhangi bir sınırlama içermemektedir. Zaman bakımından yetkisi ise, Statü yürürlüğe girdikten (1 Temmuz 2002) sonra işlenen suçlar bakımından geçerlidir (m.11).
UCM’de yargılama, Statü’ye taraf bir devletin veya BM Güvenlik Konseyinin başvurusuyla ya da savcının kendiliğinden soruşturma açmasıyla başlar (m.13/b-15, 53). UCM’ye taraf olmayan bir devletin yetkililerinin yargılanması, Statü’ye taraf bir ülkede anılan suçları işlemesi ve bu ülkenin ilgili suç faillerini UCM’ye sevk etmesi durumunda mümkündür (m.12).
İsrail, Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü’ne taraf değildir. İsrail Roma Statüsü’nü 2000’de imzalamış, ancak 2002’de BM Genel Sekreterliği’ne bildirimde bulunarak statüye taraf olma kararından vazgeçtiğini iletmiştir. Bu nedenle UCM’nin yargılama yetkisini tanımamakta ve hakkındaki başvuruları dikkate almadığını belirtmektedir. Ancak İsrail’in işlediği suçlar, kendi topraklarında değil Filistin topraklarında gerçekleşmektedir.
Filistin ise bu Statü’yü 2015’te onaylamış ve taraf olmuştur. UCM’nin yargı yetkisinin kabulü için “devlet” statüsü aranmaktadır. (Uluslararası Ceza Mahkemesi Usul Kuralları, m.44) Filistin Devleti 2009’da UCM Savcılığına başvurarak Mahkemenin yargı yetkisini kabul ettiğini beyan etmiştir. Filistin’in 2012’de BM nezdinde üye olmayan gözlemci devlet statüsü kazanması sonrası 2015’te UCM, 2014’ten geçerli olmak üzere, Filistin topraklarında yargı yetkisini teyit etmiştir.
UCM savcısı, 20 Aralık 2019’da Filistin’de yaşanan olaylara ilişkin ön soruşturma yapmış ve burada yaşananların Roma Statüsüne göre savaş suçu olduğuna ilişkin yeterli şüphenin olduğuna kanaat getirmiştir. Savcının başvurusu üzerine UCM, 5 Şubat 2021 tarihinde, Roma Statüsü’ne taraf bir devlet olan Filistin’deki duruma ilişkin yargı yetkisinin, 1967’den bu yana İsrail tarafından işgal edilen toprakları kapsadığı kararını almıştır. Fakat yargı yetkisinin, UCM’nin Filistin devleti üzerindeki yargı yetkisinin başladığı tarih olan 2014’ten sonra işlenen eylemler ile sınırlı olduğunu belirtmiştir.
Bu karara göre UCM, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde meydana gelebilecek savaş suçlarına dair muhtemel davaların kabul edilebilir olacağını tespit etmiştir. Böylece İsrail’in işlediği suçlardan dolayı ilgililerin yargılanması ve cezalandırılmasının önü açılmıştır. Nitekim savcılığın elinde devam eden bir soruşturma mevcuttur. UCM Savcısı Ahmad Khan, 7 Ekim sonrası başlayan saldırılar üzerine 29 Ekim 2023 tarihinde UCM’ye taraf olan ya da olmayan kişi ve organizasyonları devam eden soruşturmaya ilişkin yeni kanıtları ve iddiaları sunmaya davet etmiştir. Bu kapsamda Savcılık Ofisi, soruşturma aşamasında kurduğu sistem üzerinden olay, tarih, yer/konum ve uğranılan zarara ait her türlü belge ve fotoğraf gibi bilgileri toplamaktadır.
Bu süreçte Türkiye’den de UCM’ye çok sayıda başvurunun yapıldığı görülmüştür. İstanbul 2 No’lu Barosu’ndan bir heyet 24 Kasım günü, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında savaş suçu, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçlarını işleyen şüphelilerin cezalandırılması için savaş suçlarını kanıtlayan belgelerin ve fotoğraflarının da bulunduğu delil dosyası ve bütün Türkiye çapında topladığı dilekçelerle UCM’ye başvurmuştur. Heyetin yaptığı açıklamada, sadece dilekçe vermekle yetinilmediği, üç klasörlük delil dosyasında video görüntüleri, fotoğraflar, tanık beyanları ve mağdur beyanlarının yer aldığı aktarılmıştır. Benzer şekilde Türkiye Barolar Birliği de İsrail aleyhine UCM’ye başvuru yapmış, başvuru dilekçesinde “hastaneler ve sağlık kuruluşlarına yönelik saldırılar”, “Filistin Barolar Birliğinin bombalanması”, “medya çalışanlarına yönelik saldırılar” ve “mülteci kamplarına yönelik saldırılar”, dört somut olay olarak UCM’nin dikkatine sunulmuştur.
Uluslararası Mahkemelerin ve Kuruluşların Samimiyet Testi
Yukarıda aktarılan bilgiler, Filistin topraklarında İsrail devletinin işlediği suçlar karşısında UCM’nin yetkili olduğunu ve Mahkemenin de bunu teyit ettiğini gösteriyor. Ayrıca İsrail yetkililerin açıklamaları ve son üç aydaki eylemlerinin savaş hukuku ve insancıl hukukun açık ihlalleri olduğu konusunda şüphe bulunmamakta. Bu durumda varlık sebebi bu türden suçların önlenmesi olan UCM’nin etkili ve hızlı bir şekilde hareke geçmesi gerekiyor.
Bütün bu sebeplerle Batılı devletlerin öncülük ettiği girişimlerle hazırlanan uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelerle gelişen uluslararası hukuk ve kurumlar önümüzdeki aylarda ve yıllarda önemli bir teste tabi tutulacak. Batılı devletler, geçtiğimiz seksen günde İsrail’in saldırılarına verdikleri koşulsuz destekle zaten bu sınavdan kalmış ve insan hakları söylemleri bütün inandırıcılığını yitirmiş durumda. Maalesef UCM Savcılığının yürüteceği soruşturma ve sonraki yargısal süreçler konusunda da ciddi şüpheler bulunuyor.
UCM Savcılığının etkili bir soruşturma yapıp yapmayacağı ve soruşturmanın akıbetinin ne olacağı, bu ağır suçlara imza atan İsrailli yetkililer hakkında dava açılıp açılmayacağı merak konusu. Ayrıca açılacak davalarda verilecek tutuklama kararlarının Roma Statüsü’ne taraf Avrupa devletleri tarafından uygulanması, uluslararası hukukun bir gereğidir. Önümüzdeki dönemde bu devletlerin, Savcılığın ve UCM’nin kararlarının uygulanması konusundaki tavırları, yakından izlenecektir. Son olarak eğer dava açılırsa UCM’nin nasıl bir yargılama yapacağı takip edilecek ve suçluları cezalandırması beklenecektir. Batılı devletlerin İsrail’in suçları karşısındaki tavrı UCM’deki soruşturma konusunda da şüpheleri artırıyor. Bu açıdan UCM süreci batının insan hakları konusundaki bir başka samimiyet sınavı olacak gibi görünüyor.