Kriter > Dış Politika |

Almanya ve Fransa’nın Giderek Ayrışan Türkiye Politikaları


Almanya ve Fransa, 60’lardan itibaren “otonom Avrupa” fikri ile “Atlantik Avrupa” fikrini tartışıyor. Fransa, Avrupa’nın dış politikasının ABD ve NATO’dan bağımsızlaşmasını isterken, Almanya tam aksine transatlantik ilişkilerin derinleştirilmesini ve güvenlik politikalarında ABD ile hareket edilmesini savunuyor. Almanya ile Fransa arasında güvenlik ve dış politikadaki fikir ayrılığı, günümüz küresel şartlarında da kendini gösteriyor.

Almanya ve Fransa nın Giderek Ayrışan Türkiye Politikaları
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel (Abdulhamid Hoşbaş)

Avrupa Birliği’nin (AB) iki önemli ülkesi Almanya ve Fransa ile olan ikili ilişkiler, Türkiye-AB ilişkilerinin seyri için kritik öneme sahip. Türkiye, Merkel yönetimindeki Almanya ile dengeli bir ilişki sürdürürken, Macron yönetimindeki Fransa ile birçok konuda karşı karşıya geliyor. Türkiye-Fransa ilişkilerindeki gerginliğin temel sebebi, Fransa’nın dış politika önceliklerinin Türkiye’nin çıkarları ile çatışması. Buna karşın çekimser dış politikaya sahip Almanya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Suriye, Dağlık Karabağ gibi uzun yıllardır devam eden çözümsüzlüklerde gerginlik yaşayan Türkiye ve Fransa arasında denge unsuru oluşturuyor. Bağımsız dış politikasını önümüzdeki süreçte de sürdürecek olan Türkiye için, Almanya’nın lehine yaklaşımı, kritik öneme sahip.

 

Almanya Yeni Rol Arayışında

Almanya, jeopolitik pozisyonunu tahkim için bir taraftan Trump’ın ABD’ye başkan seçilmesi ile kötüleşen transatlantik ilişkilerini yeni ABD yönetimi ile düzeltmeye çabalarken, diğer taraftan koronavirüs salgını sebebiyle yeni meydan okumalara karşı dünya siyasetinde kendini daha güçlü bir şekilde konumlandırmaya çalışıyor. AB’nin en güçlü ülkesi olan, küresel sistemde kamusal diplomasi, iktisadi ilişkiler, kültürel ve insani yardımlar ile yumuşak gücünü (soft power) ön planda tutmayı tercih eden Almanya, dış politikada yeni rol arayışları içerisinde.

Almanya, iki dünya savaşının baş aktörü olarak sebep olduğu yıkımın ardından jeopolitik ve askeri hedeflerinden feragat etmek zorunda bırakılarak enerjisini, Fransa, Rusya ve İngiltere’den farklı olarak ağırlıklı ekonomik ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine verdi. Son yıllarda küresel ve bölgesel düzeyde artan güvenlik kaygıları ve zayıflayan uluslararası kuruluşlar, Almanya için yeni jeopolitik yaklaşımı zorunlu kılıyor.

Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası değişmez dış politika ilkeleri, kaybedilen bağımsızlığın elde edilmesi, iki Almanya’nın birleşmesi (Doğu ve Batı) ve Batı İttifakı içerisinde etkin rol üstlenmesi (NATO ve AB üyeliği) olarak sıralanabilir. Öte yandan Almanya dış politikasına yön veren en önemli yaklaşım, Federal Anayasa’nın birinci maddesinin ikinci fıkrasındaki “Alman halkının, insan hakları ve dünyada barış ve adaletin tesisini” desteklediği yönündeki ifadelerdir. Almanya, değerlerini paylaştığı ülkeler ile dayanışma içerisinde olma ve uluslararası toplumda yumuşak güç (soft power) ile öne çıkma yaklaşımını benimsemektedir.

90’larda doğu ve batı birleşmesini tamamlayan, 2010’lara kadar Batı İttifakı içerisinde güçlü ve istikrarlı ekonomisi ile dikkat çeken Almanya, artan güvenlik tehditleri karşısında dış politikasında paradigma değişikliğine gitti. Merkel, AB içerisinde liderlik konumunu vurgularken, küresel düzeyde daha fazla sorumluluk almaya hazır oluklarını farklı platformlarda dile getiriyor. Almanya’nın ekonomik çıkarlarının tehdit altında olması, Merkel’in dış politikadaki paradigma değişikliğini anlaşılır kılıyor. Küresel güvenliği tehdit eden uluslararası terörizm ve bir süredir ülke ekonomilerine ağır yük oluşturan salgın gündemi, ihracata ve uluslararası tedarik zincirlerine bağımlı Alman ekonomisi için tehdit oluşturuyor.

 

Türkiye’nin Almanya İçin Önemi

Merkel’in Türkiye tutumu, Almanya’nın dış politikasındaki paradigma değişikliği ve küresel siyasette kendini yeniden konumlandırma çabasının bir yansıması olarak görülebilir. Almanya, Batı için göç ve güvenlik gibi konularda vazgeçilmez partner olan Türkiye’nin ittifak içerisinde tutulmasını, Fransa’dan farklı olarak, AB’nin güvenliği için hayati önemde görüyor. Merkel, Türkiye-AB ilişkilerinde gerilimin arttığı bir süreçte, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Libya gibi meselelerde arabulucu rolünü üstlenerek Türkiye’ye karşı yapıcı ve dengeli bir politik söylem geliştirdi. Avrupa Parlamentosunda yükselen Türkiye karşıtı seslere rağmen diyalog çağrısını yinelemekten geri durmayan Merkel, FETÖ, PKK ve sınır ötesi terörle mücadele operasyonları gibi kritik konularda Batı tarafından Türkiye’ye yöneltilen ağır eleştirilerin yumuşatılmasında ve tepkilerin kontrollü verilmesinde etkili rol oynadı.

AB içerisinde lider konumda olan Almanya, Türkiye ile geliştirdiği çok yönlü ve özel ilişkisi ile uluslararası politikadaki rolünü ve jeopolitik hedeflerini güçlendirdiği söylenebilir. İngiltere’nin AB’den ayrılması, AB içerisinde Almanya-Fransa yakınlaşmasını ve ağırlığını daha da güçlendirirken, dış politika öncelikleri ve ulusal çıkarları bakımından fikir ayrılığına düşen Merkel ve Macron, özellikle Türkiye konusunda iki karşıt pozisyonda yer alıyor. Almanya, AB içerisinde ve küresel düzeyde insan hakları, demokrasi ve adalet gibi idealleştirdiği normatif söylemlerle ön plana çıkarken, Fransa dış politikadaki iddiasını askeri gücü ve operasyon kabiliyeti ile ortaya koyuyor.

Yunan ve Fransız Savunma Bakanları

Yunan ve Fransız Savunma Bakanları, Atina’da 18 adet Rafale tipi savaş uçağının satışı için anlaşma imzaladı. Bu anlaşmayla Yunanistan Fransa’dan 6’sı yeni, 12’si ikinci el olmak üzere toplamda 18 adet Rafale tipi savaş uçağı satın almış oldu. (Louisa Gouliamaki- AFP/Getty Images, 25 Ocak 2021

 

Fransa, AB’yi Araçsallaştırıyor

Fransa, AB politikasını uluslararası siyasetteki hırslı hedefleri için araçsallaştırırken, Almanya’dan farklı olarak Kuzey Afrika ve Akdeniz bölgesini Fransız dış politikasının önemli iki nüfuz alanı olarak görüyor. Fransa'nın dış politikasının temelleri, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle liderliğindeki dönemde atıldı. Almanya’yı, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin yanında dördüncü Müttefik Güç olarak işgal eden Fransa, 26 Haziran 1945’te kurulan BM Güvenlik Konseyi’ne daimi üye olma hakkını elde ederek, küresel siyasette Birleşik Krallık, ABD ve Sovyetler Birliği ile aynı seviyede konumlandırıldı. Öte yandan dünyada Rusya ve ABD’den sonra nükleer bomba bulunduran üçüncü ülke olan Fransa, bunu küresel siyasetteki ağırlığını arttırmak ve ulusal bağımsızlığını korumak için caydırıcı bir güç olarak görmüştür. Fransa dış politikasının temelinde, ulusal bağımsızlığının ancak küresel konum ile sağlanabileceği paradigması yer almakta.

Almanya ve Fransa, 60’lardan itibaren “otonom Avrupa” fikri ile “Atlantik Avrupa” fikrini tartışıyor. Fransa, Avrupa’nın dış politikasının ABD ve NATO’dan bağımsızlaşmasını isterken, Almanya tam aksine transatlantik ilişkilerin derinleştirilmesini ve güvenlik politikalarında ABD ile hareket edilmesini savunuyor. Almanya ile Fransa arasında güvenlik ve dış politikadaki fikir ayrılığı, günümüz küresel şartlarında da kendini gösteriyor. Bir yanda “Avrupa küresel siyasette güç kaybetmek istemiyorsa, ABD’den bağımsızlaşmalı” diyen Cumhurbaşkanı Macron, diğer yanda  “stratejik otonomi illüzyonu artık son bulmalı” açıklamasında bulunan Almanya Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, iki ülke arasındaki görüş ayrılığını çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.

 

Fransa, Türkiye’yi Tehdit Görüyor

Fransa ile Türkiye'nin jeopolitik öncelikleri incelendiğinde, iki ülkenin üç kıtada karşı karşıya geldiği söylenebilir. Jeopolitik gerginliğe sebep olan konuların başında Doğu Akdeniz geliyor. Kendisini Akdeniz’in düzen tesis eden gücü gören Fransa için, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de haklı taleplerini dile getirmesi, bu taleplerin Fransız çıkarları ile ters düşmesi, iki ülkeyi söylemde ve sahada bir süredir karşı karşıya getiriyor. Öte yandan Fransa’nın Libya’da General Hafter’i ve Suriye’de YPG/PYD güçlerini desteklemesi, kriz bölgelerinde iki ülke arasındaki gerginliği arttırıyor.

2020 içerisinde Doğu Akdeniz’de Türk Ordusu ile Fransız firkateyninin sıcak teması, bölgedeki çatışma riskini yükseltti. Merkel’in o süreçte iki ülke liderlerini arayarak ara bulucu rol oynaması, sürecin soğukkanlı seyrine katkı sunmuştur. Berlin yönetimi, iki NATO ülkesinin yaşadığı gerilime ihtiyatlı yaklaşırken, “tarafsız” olduğu izleniminin korunmasına özen göstermiştir.

Macron’un Türk-Yunan krizinde Yunanistan’ın yanında yer almasının siyasi olduğu kadar iktisadi sebepleri de var. Fransa, bir taraftan Yunanistan’a 18 adet Rafale savaş uçağı satarak Yunan hava kuvvetlerini güçlendirirken diğer taraftan planlanan savunma sanayii iş birliği ile Yunanistan deniz kuvvetlerinin yenilenmesini sağlamak istiyor.

Merkel, Almanya-Fransa iş birliğini hassasiyetle derinleştirmeyi sürdürse de Fransa’nın dış politikada AB ve Almanya’nın hassasiyetlerinden bağımsız adım atmasından rahatsızlık duyuyor. Akdeniz’de bölgesel ve küresel birçok aktörün çıkarlarının olması, krizin çözümünü zorlaştırıyor. Öte yandan Almanya diplomasi ve ara bulucu rolünü üstlenirken, Fransa stratejik ve jeopolitik çıkarların gerekirse askeri operasyon ile savunulacağını gösterme derdinde.

 

Macron’un Yaklaşımı Ötekileştirici

Fransız siyasetçiler bir süredir, Merkel’in Türkiye Cumhurbaşkanına karşı taviz verdiği iddialarını dile getirirken, AB’nin Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’daki jeostratejik hamlelerine yeterince sert tepki vermediğini iddia ediyor. Fransa’ya göre bu tutumda en önemli sebep iç politikadaki dengeler. Almanya’da yaklaşık üç buçuk milyon Türkiye kökenli insanın yaşamasından dolayı Merkel-Erdoğan geriliminin, Almanya içerisindeki iklimi bozmasından endişe edildiği dile getiriliyor.

Macron’un, birçok konuda olduğu gibi ülkesinde yaşayan Müslüman nüfusa yaklaşımı da Merkel’den farklı. Fransa Cumhurbaşkanının talimatı ile hazırlanan “İslamcı bölücülükle mücadele” yasası dış politikadaki gerilim siyasetinin iç politikada da sürdürüldüğünü gösteriyor. Fransa Meclisi’nin alt kanadında oy çokluğu ile kabul edilen “Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendiren Yasa Tasarısı”, Müslümanların hayatlarının her alanına kısıtlamalar getiriyor. Özellikle cami ve camilerin idaresinden sorumlu dernekleri ve sivil toplum kuruluşlarını hedef alan yasa, Fransız Müslümanlarının özgürlüklerini “radikalizmle mücadele” adı altında, Avrupa’da alışık olmadık kapsamda kısıtlıyor.

Fransa’nın Müslümanlara karşı önyargılı ve kısıtlayıcı tutumu Almanya’da özellikle güvenlikçi politikaları önceleyen kesimler tarafından örnek alınsa da, Merkel hükümeti şimdilik böyle bir konuyu gündemine almaktan geri duruyor. Burada Almanya’nın Türkiye’nin vereceği tepkiden çekinerek iki ülke arasındaki gerilimli konulara bir yenisinin eklenmesinden imtina ettiği söylenebilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası