Başta Genel Başkan Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP kurmayları ve partinin ileri gelenleri çok uzun zamandan beri sert ve saldırgan “siyasi” bir üslup benimsemekteler. 15 Temmuz darbesi ertesinde 7 Ağustos Yenikapı mitinginden sonraki çok kısa bir süre (birkaç gün) dışında CHP yönetimi rakibine karşı aşırı agresif ve neredeyse düşmana saldırır gibi bir söylem içindeydi.
Yerel seçimlere giden süreçte bu agresyon biraz duruldu gibi göründüyse de seçimin hemen ardından –özellikle de İstanbul seçimleri etrafında– aynı saldırganlık yeniden gün yüzüne çıktı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Gandhi Kemal”, “Sakin Güç” diye sunulmaya çalışıldığı günler çoktan mazide kaldı. Kılıçdaroğlu’nun elini kürsüye vurmadan veya parmak sallayıp bağırarak tehdit etmeden yaptığı bir konuşmasına rastlamak artık neredeyse imkansız.
Son örneklerden biri Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) İstanbul seçimlerinin yenilenmesine karar vermesiyle ortaya çıktı. Hatırlanacağı üzere Kılıçdaroğlu meclis grup toplantısında yenilenme lehinde oy kullanan yedi YSK üyesi için “Bunlar yargıç değil, bunlar YSK içine çöreklenmiş bir çete!” suçlamasında bulundu.
Aynı konuşmada “çete” sıfatını defalarca yüksek sesle dile getirdi hatta daha da ileri gidip yargı mensuplarının isimlerini tek tek okuyarak salonda yuhalattı. Bu tutum sadece ahlaki sınırların ağır bir ihlali değil aynı zamanda suç. Fakat genel başkan bunda hiçbir beis görmediği gibi ertesi haftaki grup toplantısında da aynı sözleri tekrarladı.
Çubuk’taki bir şehit cenazesinde kendisine yapılan yumruklu saldırı sonrası da o köydeki şehit yakınlarını kastederek “Bunların PKK’dan farkı yok, hepsi terörist!” diye günlerce söylenmişti. Acılı şehit yakınlarının incinip incinmediği umurunda bile olmadı. Engellilerle düzenlenen bir başka toplantıda da salondaki engellilere sinirlenip “Gidip onlara oy veriyorsunuz, sonra da ağlıyorsunuz” diye çıkıştı.
Kan Donduran İktidar Karşıtlığı
Bu agresif hal “İmam esnerse cemaat uyurmuş” prensibi gereği doğal olarak seçmen ve destekçilerine de sirayet ediyor. Son haftalarda bunun çok sayıda örneği yaşandı. Örneğin Bayburt’ta Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin uçurumdan yuvarlanıp kaybolması üzerine CHP taraftarları sosyal medyada ağza alınmayacak hakaretlerle muhabirin ölmesini dileyen binlerce mesaj paylaştı. Bunu da getirip seçimler sırasında AA’nın veri akışının bir süreliğine kesintiye uğramasına bağladılar. İsrail Gazze’de AA binasını yerle bir ettiğinde yine aynı gözü dönmüş öfkeyi sergilediler.
Kan donduran bir örnek de kendisini yaşam koçu olarak tanıtan bir kadından geldi. Tecavüze uğrayan dört yaşındaki bir kız çocuğu için “Yılanın başı küçükken ezilmelidir. O çocuğun ailesi AK Parti’nin yemlediklerindense ve bir gün ortalıkta gezinip bilinçsizce AK Parti’yi destekleyecekse, bunu yaşamış olması daha iyidir” diyebildi.
Daha önce Hürriyet’in Washington muhabirliğini yapmış bir gazetecinin Dışişlerine atanan bir bürokratı imam hatipli kimliğini vurgulayarak aşağılamaya çalıştığı da görüldü, BirGün isimli sol gazetenin AK Parti tabanını “tarihten silme” tehdidi de. BirGün yazarı Mecliste Ramazan ayında kürsüden su içen bir vekile tepki gösterilmesini kendisine yediremeyerek şu cümleleri kuruyordu: “Burası laik Türkiye ve ne yaparsanız yapın öyle kalacak. Vallahi sizi tarihten sileceğiz.” Ülkenin yarısının oyunu alarak demokratik seçimlerle iktidara gelen bir partinin sadece yöneticilerini değil bütün tabanını temizlemek olan gerçek muradını bir öfke nöbeti anında dile getiriyordu yazar.
Oldukça sembolik bir örnek de AK Parti İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı Binali Yıldırım’ın bir opera izlemeye gitmesiyle yaşandı. Atatürk’ün Milli Mücadele’yi başlatması dolayısıyla Samsun Devlet Opera ve Balesi’nin İstanbul’da düzenlediği “Yeniden Doğuş” operasını izlemeye giden Binali Yıldırım salona girerken “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” ve (muhalefetin seçim sloganı olan) “Her Şey Çok Güzel Olacak” sloganlarıyla protesto edildi.
Yıldırım olanca beyefendiliğiyle sloganları gülümseyerek ve öfkeli kitleye el sallayarak karşıladı. Sonradan verdiği bir röportajda da “Biz herkesi seviyoruz. Bizi sevmeyenleri de seviyoruz” şeklinde olgun bir cevap vermiş olsa da –sosyal medya başta olmak üzere– bu sloganlı protesto fanatikçe savunulmaya devam etti. Burada mesaj açıktı: AK Parti’li bir isim operadan ne anlardı? Üstelik de Atatürk’le ilgili bir operada ne işi vardı?
Bu tutumun bir benzeriyle yedi-sekiz yıl kadar önce Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan tiyatroda karşılaşmıştı. Bir oyuncu sahnede herkese belli edecek şekilde Sümeyye Hanım’a bakarak ağzıyla sakız çiğneme işareti yapmış ve aklınca onu aşağılamıştı. Sümeyye Hanım oyunu ağzında sakızla izlediği için ona hakaret ediyordu. Asıl derdin sakız değil başörtüsü olduğu bilinmekte. Opera, tiyatro gibi “yüksek sanatlar”ın izlendiği yerlerde dindarların ne işi olabilir!
Nefret Siyaseti
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olunduğunu anlamak açısından bu kadarı yeterli. CHP yönetimi ve onun çevresinde kümelenen diğer muhalif parti ve grupların bu agresif siyasetle taşındıkları nokta giderek ürkütücü hale geliyor. Ürkütücü çünkü siyasi rekabetle açıklanabilir olmaktan her geçen gün uzaklaşılıyor. Rasyonel akıl ortadan kalkıyor.
Bu kitleler öyle tuhaf bir hale getirildi ki cumhurbaşkanı seçimlerinde adayları Muharrem İnce 11 milyonluk farkı görüp eve kapandığı saatlerde “İnce’yi emekli albaylar kaçırdı, rehin tutuyorlar” fikrine inanabildiler. Hatta o gece Fox TV’nin basıldığı, elektriklerinin kesildiği, çok sayıda insanın yatak yorgan TV önüne çadır kurduğunu bile yaydılar ve işin kötüsü binlerce kişi buna da inandı.
CHP’nin şimdiki İstanbul adayı ise bu hazır birikmiş öfkeyi biraz daha “ustalık” gerektiren şekilde kullanıyor. Konuşma yaptığı yerlerde önce hedefi işaret edip kalabalığı köpürtüyor, sonra “Durun, yuhalamayın. Biz herkesi kucaklayacağız” diye ekleyerek “yatıştırıcı sakin lider” rolünü oynuyor. SETA Vakfı Genel Koordinatörü Burhanettin Duran bu durumu çok yerinde bir tabirle “soğuk kutuplaştırma” olarak tanımlıyor (“İkinci Tur Etkisi”, Sabah, 21 Mayıs 2019).
CHP adayı özellikle muhafazakar kesime şirin görünmek ve onları küstürmemek için elinden geleni yapsa da, yıllar içinde büyük çaba gösterilerek üretilmiş bu öfke ve saldırganlığı daha yumuşak geçişlerle yönlendirmeye çalışsa da patlamaya hazır yanardağ haline gelmiş muhalif kitledeki agresyonun zaman zaman taşmasına engel olamıyor.
Bu “kontrollü öfke”nin yatışmasına asla izin verilmemesinin başlıca iki sebebi olabilir: Birincisi ortak noktaları bulunmayan farklı kesimleri bir arada tutmak için işe yarar bir çimento işlevi gören bu düşmanlık siyaseti muhalif seçmen kitlesini bir amaç etrafında birleştiriyor. Amaç sadece yıkmak ve devirmek olsa da nihayetinde bir tutkal görevi görüyor. Bu sayede bu kitlelerin öfkesi bir gün bir yerde patlaması muhtemel siyasi çalkantılar sırasında aksiyona dönüştürülmek üzere hep canlı tutulmuş oluyor. Yani bu öfke muhtemel bir patlamanın yakıtı olarak “depo”da bekletiliyor. Üstelik bunu yaparken toplumu kutuplaştıranın karşı taraf olduğunu sürekli tekrarlayınca gerginlik katlanarak artırılıyor.
Maalesef çok sorumsuzca yürütülen bu nefret siyasetinin yakın zamanda ülkeyi içinden çıkılmaz çatışmalara götürmeyeceği gönül rahatlığıyla söylenemiyor. Üstelik muhalif liderler kendi projesizliklerini, seçim kazanamama beceriksizliklerini, yetersizliklerini de bu sayede gizleme olanağına kavuştuklarından aralıksız sürdürmekte bir beis görmüyor.
Erdoğan’ın Çabası
Bu suni öfkenin yatışmasına izin verilmemesinin ikinci sebebi ise normalleşmenin önüne geçmek. Dikkat edilirse Kılıçdaroğlu ve diğer önde gelen aktörler en sert söylemlere Erdoğan ve/veya kurmaylarının muhalif cepheye dostluk eli uzattığı zamanlarda başvuruyor. Örneğin Erdoğan sanatçıları Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde misafir ettiğinde kalabalık bir koro katılan tüm sanatçıları linçe girişiyor. En ağır hakaretlerle sanatçılara gözdağı veriyor, boykot çağrıları yapıyor.
Hatırlanacaktır Afrin operasyonu sırasında bir grup sanatçı ve yazar askerlere moral desteği vermek üzere sınıra gitmişti. Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere sanatçılara en hafifi “Yalakadan sanatçı olmaz. Saray soytarılarından sanatçı olmaz” şeklinde hakaretlerle günler boyu saldırdılar. Erdoğan muhalif cepheden kime el uzatsa, hangi grupla bir arada fotoğraf verip gergin ortamı yumuşatmaya çalışsa hemen itibar suikastına uğruyor.
Bunun sebebi “çözüme saldırmak”, öfkeli kitlenin konsolidasyonunu bozmamak ve her ne pahasına olursa olsun Erdoğan ve AK Parti’nin daha geniş kitleler nezdinde meşrulaşmasının önüne geçmek olmalı.
Muhalefetin ateşle oynamak anlamına gelen bu akıl dışı saldırganlığına karşı takınılacak en anlamlı tutum normalleşme için çaba gösteren tarafın AK Parti cenahı olduğunu göstermeyi ve henüz hipnotize olmamış muhalif unsurları “Türkiye ittifakı” çerçevesi içine davet etmeyi sürdürmek olacaktır.