Seçim beyannamelerinin vazgeçilmez vaatlerinden biri kişi başına düşen yeşil alan miktarının artırılması. Bu vaadi vazgeçilmez kılan da kentleşmenin hızlanması ve kentlerdeki nüfusun artmasıyla ortaya çıkan nefes alma ihtiyacı. Yine vaadin vazgeçilmez oluşu gösteriyor ki betonlaşma ve yeşil alan eksikliği artık kronik bir sorun. Ne kadar artırılırsa artırılsın kentlerdeki yeşil alan miktarının yeterli gelmeyeceği de bununla beraber değerlendirilmesi gereken bir gerçek. İnsanın yeşile olan ihtiyacı sadece kentlere sıkışmasından mı kaynaklıdır sorusu bir yana kent yönetimine talip olan partilerin artık görmezden gelemediği bu talebin sadece bir vaat olmaktan öteye gittiği, gitmek zorunda olduğu bir dönemdeyiz.
Belediyeler kent içerisindeki park sayısını artırmak için birbirleriyle yarışıyor. Her ay hatta neredeyse her hafta yeni bir parkın açılışını yapan belediyeler mevcut. Ancak burada gözden kaçırılan bir şeyler var: Parkların sayısı artarken parkın kent ve kentli için anlamı, işlevi, eşit ve demokratik kullanımı gibi konular ise geri planda kalıyor. Bu noktada ise karşımızda umut vadeden bir proje var: Millet Bahçeleri. Siyasi bir enstrüman haline gelen parkların ve yeşilin içinin boşaltıldığı bir dönemde ortaya çıkan Millet Bahçeleri projesi isminde yer alan “bahçe” kelimesinden ötürü bile insana umut veriyor.
Bahçeden Parka, Parktan Yeniden Bahçeye
İlk parkların ortaya çıkışı Ortaçağ’a kadar gidiyor. Avrupa’da derebeylerin mevcut doğal alanların etrafını avlanmak için duvarlarla çevrelemesi sonucu ortaya çıkan parkların oluşum biçimi bugünkünden tamamen farklıdır. Zaman içerisinde statü göstergesi olan “bahçeler” Endüstri Devrimi sonrasında ortak kullanıma açılıyor. Böylece özel mülk olan bahçeler park ismini alarak kamusal alanlara dönüşüyor. 1900’lerde ise parklar kent planlamasına dahil oluyor ve hatta parkların düzenlenmesi için peyzaj gibi çalışma alanları türüyor. Dolayısıyla Avrupa’da parklar çoğunlukla korunmuş doğal ve geniş alanlar olarak ortaya çıkıyor. İngiltere’de Hyde Park ve Regent’s Park, Brüksel’de Parc de Bruxelles, Fransa’da Lüksemburg Bahçeleri korunarak bugüne gelen parklardan bazılarıdır.
Ülkemizde ise Cumhuriyet öncesi dönemde mesire alanları, bağ ve bostanlar, bahçeler ile temsil edilen kent içi yeşil alanlar Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk Orman Çiftliği ile bir üretim alanı olarak temsil ediliyor. Başkentin kurucu misyonuna hizmet eden yeşil alanlar İstanbul’da ise bahçe ve bostanlar şeklinde karşımıza çıkıyor. İstanbul’un yaratıcı çiçek düzenlemelerine sahip bahçeleri estetik ve botanik çeşitliliğe verilen önemi, tarımsal üretimin gerçekleştirildiği bostanları da kent içi yeşil alanların üretimle ilişkisini temsil etse de bugünkü anlamda park olmaktan uzak alanlardır. Yine Osmanlı’nın son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk dönemlerine aktarılan ancak günümüzde hiçbiri var olmayan millet bahçeleri her türlü etkinliğin yapıldığı yerler olarak kurgulanmıştır. Öyle ki Ankara’da eski Meclis binasının karşısına düşen alanda yer alan millet bahçesi Mustafa Kemal’in Sakarya Meydan Muharebesi’nden dönüşte halkla buluştuğu ve 1922 İşçi Bayramı’nın bir tiyatro temsiliyle kutlandığı yer olarak tarihe geçmiştir.
Daha da daraltırsak henüz çok katlı apartmanların kentleri işgal etmediği yıllarda müstakil evlerin bahçeleri kent sakinleri için nefes alabildikleri yeşil alanlardır. Bahçeler nefes ihtiyacını karşılarken kamusal bahçeler veya parklar da etkinliklerin gerçekleştirildiği ve sosyalleşmek için gidilen mekanlardır. Bugün güvenlikli sitelerin düzenlenmiş yeşil alanlara sahip olması ve hatta doğal yaşam vaadi sunan toplu konut projelerinin yapılması insanın yeşile duyduğu özlemi ortaya koyar niteliktedir. Bir yanıyla da doğal bir hak olan yeşilin erişilmez ve lüks haline geldiğinin göstergesidir.
Bugün ise parkların çoğunlukla zamanında yok edilen ancak sonrasında da yeniden yeşillendirilmeye çalışılan dar alanlardan oluştuğu görülebilir. Mevcut yeşil alanların üzerine inşa edilen park sayısı oldukça azdır. Bunların dışında kalan parkların da insana kandırmaca gibi geldiği bir gerçektir. İnsanın doğaya olan ihtiyacının gölgesine sığınması imkansız bodur ağaçlar ve beton patikalardan oluşan –çimlerine bile basamadığı– parklarla giderilmesi ne kadar söz konusu olabilir? Başka bir deyişle parkları binalar arasına serpiştirilmiş yeşil lekeler olmaktan çıkaracak ve onu bir hak olarak görecek bir yaklaşıma daha fazla ihtiyaç var. Millet Bahçeleri bu açığı giderebilir.
Mevcut alanların kullanılarak parkların büyük bahçelere dönüşmesinin kapısını aralayan bir proje olan Millet Bahçelerinin bu noktada yapacağı katkı yadsınamaz. İlki 2018’de Sivas’ta açılan Millet Bahçesinden her ilde en az bir tane bulunması hedefleniyor. İstanbul’da ise şimdilik beş tane var. Millet Bahçeleri genel olarak gölet, amfi, spor alanı, oyun parkı, bisiklet yolu, hobi bahçesi ve kamelyalardan oluşuyor. Mevcut yeşil alanların kullanıldığı Millet Bahçeleri eski bahçe kültürünü yeniden yaşatıyor. Ağaçlandırılarak kurulanlar ise önümüzdeki yıllarda yeşil yoğunluklu bahçelere dönüşecek olmalarıyla umut vadediyor.
Millet Bahçelerinin Kurgusu
Yeşil alan miktarı ne kadar artarsa artsın sürdürülebilir olmadığı müddetçe bir faydası da gözetilemeyecektir. Sürdürülebilirliğin en önemli şartı da katılımcılıktır. Kent sakinlerinin yeşil alanları birlikte var etme ve sahiplenmesinin yanında buralarda birtakım eylemlere geçmesi katılımcılığı artıran faktörlerdir. Millet Bahçelerinde oluşturulan hobi bahçesi, amfi ve spor alanları katılımcılığı artırabilecektir. Katılımcılığı artırabilecek bir diğer faktör de –geçmişte olduğu gibi– buralarda tarımsal üretime izin verilmesidir. Bunun yanında zaman içerisinde oluşacak düzenli ziyaretçilerin Millet Bahçeleriyle ilgili kararlarda söz hakkına sahip olması da önemlidir. Bu, parkların ihtiyaca göre gelişimini olumlu etkileyecektir.
Sürdürülebilirlik noktasında Millet Bahçelerine kolay ulaşım sağlanmasının önemi büyüktür. Peter Harnik’e göre parklar sakin bölgelerde en fazla on dakikalık yürüme ve yoğun bölgelerde de on dakikalık araba mesafesinde olmalıdır. Millet Bahçelerinin kent sakinleri açısından erişilebilir olması için uygun yerlere yapılması önemlidir. Bu bağlamda mevcut park ve yeşil alanların gözetilmesi, ihtiyaç duyulan alanların belirlenmesi ve ulaşım imkanlarının gözden geçirilmesi önemlidir.
Kontrol edilebilir alanlar olan parklar kent sakinlerine güvenlik endişesi duymadan hareket edebilme imkanı sağlar. Kimilerince Millet Bahçelerinin gözetlenmeye açık ve kontrollü olmasının özgürleştiricilikten uzak olduğu belirtilmektedir. Bu savununun arkasında Millet Bahçelerine gidecek olanlarla ilgili bir niyet okuması ve bundan doğan bir üstten bakış sezilebilir. Ağaçların henüz ufak oluşunun gözetlenebilirlik üzerinden okunması kamusal alan mahiyetindeki bu yerlerin kullanım biçimlerinin de akıllarda farklı şekillerde yer aldığını göstermektedir. Ancak gözden kaçırılan bir husus kamusal alanların –adı üzerinde– herkese açık olduğu ve buralarda gözetilmesi gereken birtakım “ortak” davranış biçim ve kurallarının da gerekliliğidir.
Sonuç itibarıyla gri betonlar tarafından boğulan, sık sık kente yakın yeşil alanlara kaçılan ve kimi zaman da kaçamayıp nefes almakta zorlanılan büyük kentlerde yaşanıyor. İnsanın oksijenle hayatta kalması oksijenin üretildiği yeşil alanlar olmadan kentlerde yaşayamıyor oluşunu anlamlı bir metafora çeviriyor. Buna binaen insanın nefes almasını sağlayacak herhangi bir yeşil proje –özellikle de Millet Bahçeleri– ucu bucağı olmayan eleştirilerle yıpratılmak yerine bize kaybettiğimiz bahçeleri geri getireceği için desteklenmeli ve herkese fayda sağlayacak şekilde geliştirilmesine katkıda bulunulmalıdır.